GAZİ BAYKALERSınır boyunca güvenlik yaz aylarında gündüzlü ve geceli dönüşümlü bir şekilde icra edilmekteydi. Karanlık basmadan belirlenmiş görev mevzilerine hareket edilir; sonra karakol komutanının verdiği nöbet mevziinde gece görevi ifa edilirdi, sabah gün ışıyıncaya kadar… Gece görev yapanlar öğlene dek istirahat ederler, gündüzcüler görev başı yaparlardı.Asteğmen olarak karakol komutanlığı vazifesini ifa etmekteydim. Gece vazifesinde olan askerlerin tümü karakola gelmeden ve gündüz görevli askerler görev yerlerine intikal etmeden odama çekilmezdim. Bazen gece yarısı boyunca uyuklar; genellikle saat 08.00 ile 12.00 arası ise dinlenebildiğim kadarıyla dinlenirdim…O gün sabah saat 10.00 gibi uyandım, gece vazife yapanlar istirahat ediyorlardı; ayakta sadece gündüzcüler vardı… Bir de gececi olmasına rağmen yemekhanede/gazinoda mektup yazan Jandarma Onbaşı Mustafa vardı. Neden erkencisin Mustafa, diye sordum… Bugün bayram ya komutanım, o yüzden erken kalktım, dedi… Evet, gerçekten yoğunluktan olsa gerek unutmuştum bayramı, bayram haftasıydı ancak o gün ilk gün olduğunu hatırlayamadım… Hep beraber bayramlaşırız, gel seninle önceden bayramlaşalım diyerek tokalaştık ve sarıldık Mustafa ile…Anlamlıdır ki, o gün bayram olduğunu sadece Mustafa hatırlamıştı. Ve erkenden kalkıp mektup yazıyordu Söke’deki yakınlarına; muhtemeldir ki, üzerine farz olan Tanrı selamlarını iletip büyüklerinin ellerinden küçüklerinin ise gözlerinden hasretle öpüyordu… Çekilmiş bir fotoğrafını mektubuna ekliyor, acele de cevap bekliyordu sevdiklerinden…Öğle yemeği vakti geldi, vazife başında olanların dışında herkes yemekteydi: Tanrımıza hamdolsun, milletimiz var olsun… Ve afiyet olsun! Sonra herkes bayramlaştı, kucaklaştı… Bazen futbol oynardık… O gün de bir saat kadar futbol maçı yaptık… Ve akşam oldu; gece görevleri ve görevlileri belirlendi…Karanlık çökünce hüzün de çökerdi… Dualar ederdim, herkes sağ salim görevini tamamlasın diye… Tarif edilemeyen bir bekleyiştir bu, bazen kaçakçı geçiş teşebbüsü; bazen kimden olduğu belirsiz taciz atışları… Karakolda elektrik yoktu, jeneratör vardı… Çıkardığı gürültü dinlemeyi sınırladığı için jeneratörü de çalıştırmazdık… Geceyi çoğu kez karanlıkta geçirirdik, bu daha da hüzünlü bir bekleyiş demekti… Bugün üst birlikten tel emri gelmişti, “bölücü teröristlerin dağ istikametinden gelip İran’a doğru sızabileceği” istihbarat bilgisi… Bekleyiş ki, bu gece daha da stresli…Saat 22.00’ye doğru yoğun bir silah sesiyle irkildik, öncekilerden farklıydı! Belirsiz taciz atışları değildi; çatışma ya da iletişim kurmak isteyen atışlardı sanki! Karakol emniyetini sağlayacak yeterli asker bıraktıktan sonra, seslerin geldiği yöne doğru 5-6 asker ilerledik… Karakoldan 1,5 km kadar mesafedeki bir noktada durduk, o muhitteki askerlerle birbirimize seslerimizi duyurabildik… Olay yerini belirledik… Müthiş bir ses yoğunluğu vardı; “ne oldu”, “nasıl oldu”, “kim”, “kimden” gibisine uzayan ve yükselen sesler… Ve duymak istemediğimiz bir cümle geçti ses kalabalığının arasından; “Mustafa vuruldu komutanım”! Takviye ekip olarak yığıldık, tutulduk, ne yapacağımızı ya da ne diyeceğimizi bilemedik, unuttuk… Sesler bize yaklaştıkça, kısmen kendimize gelmeye başladık…Mustafa yanımıza geldi, arkadaşlarının omuzlarında, kollarında… Sesimize karşılık vermiyordu, inilti vardı kendisinden… Ve tabur doktoru bize doğru, biz de tabur doktoruna doğru ilerliyorduk, hızla… Ambulans devraldı, biz devam edemedik; karakol ve oradakiler bizi bekliyordu… Karakola döndüğümüzde, Mustafa “Şehit oldu” haberini aldık… Ateş düştüğü yeri yakar ya, biz tam da o yerdeydik, yaktı bizi ateş… Sönmüş volkanik dağdan yeniden patlama oluyor ve üzerimize ateşten lav yağıyordu sanki… Mustafa her Anadolu evladı gibi yiğitti; görevine bağlı; saygılı, sempatik ve tebessüm dolu bir yüzü vardı… 29 yıl oldu, halen Mustafa’nın siması gözümün önüne gelir; erkenden kalkıp mektup yazdığı an; son futbol maçında kaleci olarak yaptığı kurtarışlar ve tebessüm eden nur yüzü dün gibi hatırımda…“Hudut Namustur” şiarının gölgesinde şehit olan Mustafa ve vatanı için can veren tüm nurlanmış kahraman yiğitleri minnetle ve dua ile yâd ediyoruz…
GÜNDEM
18 Mart 2019 - 07:32
HUDUT NAMUSTUR! (18 Mart Şehitler Günü)
Yıl 1990, aylardan Temmuz. 3 Temmuz; Kurban Bayramı’nın ilk günü… Sönmüş volkanik dağ olan Küçük Ağrı Dağı’nın eteklerinde bir sınır karakolu… Mehmetçik, İran sınırı boyunca kendi mıntıkasında hudut güvenliğini sağlamakta, mücadele etmekte kar-kış demeden… Mücadele ki, teröre karşı, hava, doğa ve arazi şartlarına karşı, kaçakçıya karşı bir mücadele…
GÜNDEM
18 Mart 2019 - 07:32