“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2) Ayet-i kerimesi bize, dünya hayatının bir imtihan olduğunu hatırlatıyor. Ölümde, hayatta imtihan olup hangimizin daha güzel işler yapacağını tespit içindir. İmtihanın yeri ise bu dünyadır. Ayette geçen “sınamak” kelimesinin Arapçası “ibtila”; “ibtila” kelimesinin kökü de “bela”dan gelmektedir. Belâ kelimesi Kur’an-ı Kerîm’de “denemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve sıkıntı” manalarında kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de Firavun’un İsrâiloğulları’na yaptığı korkunç işkenceler “büyük belâ” belâün azîm olarak nitelendirilmiştir. (Bakara, 2/49) Bedir Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer ise, başarıyla verilmiş, yüz akıyla çıkılmış bir imtihan belâün hasen “güzel bir belâ” (Enfal, 8/17) olarak zikredilmiştir. (Bkz, DİA, Süleyman Uludağ, “Bela”, 5/380) Musibet, ansızın gelen belâ, sıkıntı, hoş olmayan şeyler, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felâketlerdir.
Rabbimiz imtihan dünyasında bizleri çok farklı yönlerde sınamaktadır. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) ayet-i kerimesi insanın, açlık, yokluk, kıtlık, ölümle imtihan olunacağını hatırlatmaktadır. İmtihanın gayesi aynı olmakla birlikte vasıtalar farklı olabilmektedir. Eşimiz, çocuğumuz, işimiz, malımız, kazancımız da bir imtihan vesilesidir. İmtihanın bazısı aşikar bazısı ise gizlidir. İmtihanın türünden, şeklinden, zamanından, çokluğundan şikayet etmek hiçbir fayda vermez, aksine vakit kaybıdır. Yapılması gereken bu imtihanı en iyi şekilde başarmak, gayret etmektir.
“İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut, 29/2-3) Kur’an, olayları daha iyi anlamamız için bizlere geçmiş kavimlerden haberler veriyor. Sıkıntı ve meşakkatle ilk defa o çağın insanlarının karşılaşmadığını hatırlatılıyor. İyilerle-kötülerin, doğrularla–yalancıların mücadelesidir bu dünya hayatı. İnsanın dert ve musibetlerle karşılaşması kaçınılmazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti, kişiliği imtihan halinde ortaya çıkacaktır. İmtihanla olgunlaşılacaktır. Tıpkı demirin ateşte şekillendiği, altının diğer madenlerden ateşle ayrıldığı gibi. İman ettim demekle iş bitmemekte, asıl dindarlık sıkıntı ve musibetlerle ortaya çıkmaktadır.
Musibetlere en çok maruz kalanlar peygamberlerdir. Hz. İbrahim Nemrut’la mücadele etmiş, bu mücadelede ateşe atılmış; Hz. İsmail babası tarafından kurban olmakla imtihan olunmuştu. Hz. Yakup oğullarıyla, Hz. Yusuf kardeşleri ve nefsiyle, Hz. Eyyub sağlığıyla, Hz. Musa Firavun’la, kavmi ile imtihan olunmuştu. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ilk müslümanlar Mekke’de kavmi tarafından eziyetlere maruz kalmış, Taif’te taşlanmış, Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştır.
Unutulmamalıdır ki sıkıntılar, musibetler sürekli de değildir.“Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.” (İnşirah, 94/5-6) Ayetleri sıkıntıda olanlara bir teselli, bir ümittir. İnşirah, açılıp genişlemek, huzura kavuşmak anlamındadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve müslümanlar Mekke’de çok sıkıntılar çekmişler, Medine dönemi Mekke’ye nazaran daha rahat ve huzurlu olmuştur. Bununla birlikte Medine’de her şey güllük gülistan olmamıştır. Münafıklar, Yahudiler, Mekkeli müşrikler fırsat kollamışlar, Allah Resulü (s.a.s.) bütün bu sıkıntıları sabırla aşmıştır. Zorlukla beraber kolaylık olacaktır. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi:
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Hak ile batılın, iyilerle kötülerin mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir. Bugün İslam ümmetinin, müslümanların çektiği sıkıntılar çoktur. Bu sıkıntılar ilelebed değildir. Dertler de çaresiz değildir. Hastalıklar teşhis edilip, doğru doktor doğru tedavi ile sonuç alınacaktır Allah’ın izniyle. Tarihle övünmek ve gururlanmak yerine dersler alınmalıdır. Tarihi kronolojik olarak okumayı bırakıp mana ve mesajıyla okumaya başlanmalıdır. Yanlışı, hatayı yapanla uğraşmak yerine yanlışı düzeltmeye odaklanılmalıdır. Şikâyet ve suçlamalar bir kenara bırakılmalı, karınca misali, bu yolda ne yapılabilir ona bakılmalıdır. Yolun uzunluğu ve sarplığı gözümüzü korkutmamalı. Unutmayalım ki düştüğümüz, kaldığımız yerden bizden sonrakiler devam edecektir. Bugün yola koyulmayanlar, yarını bekleyenler asla yola çıkamazlar.
Mümin; musibetler karşısında asla ümitsizliğe kapılmaz, ye’se düşmez. Sıkıntılara sabreder. Sebeplere sarılır. Mümin mücadelesini en güzel şekilde yapar. Rabbine tevekkül eder. Duayı asla terk etmez. Mümin, sıkıntılar karşısında arkasını dönüp, kaçmaz, sızlanmaz, şikâyet etmez ve birilerini suçlamaz. Rabbimizin buyurduğu üzere: “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Ali İmran, 3/139)
Yüce Rabbimiz musibetlere sabretmeyi, her hal üzere şükretmeyi, imtihanın sırrına vakıf olup gereğini yapabilmeyi bizlere lütfeylesin.