İzmir 6.8 büyüklüğündeki depremle adeta faciayı yaşadı. İstanbul dahil birçok şehirden hissedilen deprem, merkez üssü olan İzmir’de birçok binanın yıkılmasına neden oldu. Depremde (03/11/saat 17.00 itibariyle) 109 vatandaşımız hayatını kaybetti, 1036 vatandaşımız da yaralandı.
Depremin ardından aynı Elazığ ve Malatya depremlerinde olduğu gibi, Giresun ve Düzce’deki sel felaketlerinde olduğu gibi, Hatay, Kahramanmaraş ve Trabzon’daki orman yangınlarında olduğu gibi sosyal medyada kin ve nefret saçarak provokatif paylaşımlar yapan aşağılık yaratıklar Siber Suçlar Takip Birimi tarafından birer birer tespit edilerek haklarında adli süreç başlatıldı.
Bunlara, casusluk suçundan mahkum olmasına rağmen ne tesadüftür ki oğluna “senin baban bir kahraman evladım” diyen Joe BİDEN’in Türkiye ziyareti esnasında adrese teslim bireysel başvuru desteğiyle(!) yurt dışına kaçması sağlanıp, şimdilerde kucaklarında gezindiği Almanya’ya uşaklık hizmeti gören bir firari de destek vererek, deprem bölgesinde göçük altında bir evladımıza moral vermeye çalışan Tarım Bakanıyla aklı sıra dalga geçerek “Yaa işte böyle Buse. Ben Tarım ve Orman Bakanıyım. Tarımı batırdık. Ormanı bitirdik. Şehirleri bu hale getirdik. Sen n’apıyorsun?” paylaşımını yaptı.
Yetenekleri devlet sırlarını ifşa etmek, FETÖ’ye ve PKK’ya uşaklık, hazine arazisini işgal etmek, kaçak inşaat yapmak, kahraman olmak için kendisine düzmece silahlı saldırı tezgahlamak ve o düzmece saldırı esnasında karısının arkasına saklanacak kadar ödlek olan bu hain de elbette kendisine yakışanı yapıyor.
"Dün Cumhuriyeti kutladınız, hilafeti kaldırmayı kutladınız, bugün deprem oldu. Cumhuriyetin merkezi İzmir olduğu için orada deprem oldu. Ne zaman ki İslam’a döneriz başka çaresi yok" diyen hoca kılıklı Burhan KARAKURT isimli soytarının (Emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldığı mahkemece, "sosyal medya ve internet yoluyla, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu"ndan tutuklandı) söylediklerinin de vatan haini firarinin söylediklerinden bir farkı yok.
Cehalet paçalarından akıyor.
Cumhuriyetin merkezi İzmir olduğu için deprem oldu diyen din istismarcısı yobaz biraz hadis okusa Hz. Peygamber’in Uhud dağında veya Hıra’da bulunduğu sırada bir sarsıntı yaşadığını (Buhârî, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 5; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 50). Bilirdi.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisindeki bilgilere göre; “Bîrûnî, Medine’de 5 (627) yılının deprem yılı diye adlandırıldığını kaydeder (el-Âs̱ârü’l-bâḳıye, s. 31). 20 (641) yılında Medine’den Dımaşk’a uzanan coğrafyada çeşitli depremler olmuştu. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah Medine’de, Hz. Ali Rahbe’de, Ebü’d-Derdâ Dımaşk’ta, Abdullah b. Mes‘ûd Fesâ’da bu depremleri hissetti.
Kaynaklarda 259 (873) ve 406 (1015) yıllarında Hicaz’da gerçekleşen depremlerden bahsedilmektedir (Ya‘kūbî, II, 511; İbnü’l-Esîr, IX, 295). Bu bölgede kayıtlara geçen en şiddetli deprem 654’te (1256) meydana geldi. Üç gün içinde artçılarıyla birlikte on dört sarsıntının hissedildiği depremin son günü Medine’nin Harre bölgesinde volkanik bir patlama oldu; üç minare yüksekliğinde lav tepecikleri oluştu”.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu soytarılara meydanı bırakmamalıdır.
Cumhurbaşkanı İzmir deprem bölgesine 'şarkı türkü eşliğinde' girdi diye ürettikleri montaj bir video kullanarak, sosyal medya platformlarında iftira atan FETÖ'cüler de bu kirli ortaklığın aşağılık birer aparatı olduklarını ortaya koyarlarken CHP Sözcüsü Faik Öztrak, 'Bebekler enkaz altındayken müzik çaldırıyor' diyerek yalandan medet umdu.
Sadece o değil bir dönem YÖK Başkanlığı yapmış, şimdilerde sıfır virgül küsurluk bir partide siyaset yapmaya kalkışan Yusuf Ziya Özcan da aradığı açığı bulmanın şehvetiyle o montaj videoyu paylaşarak “insanların can derdinde olduğu deprem mahalline marşlarla girmek nedir? Enkaz altında ölüm kalım savaşı verilen yere böyle gelmek insani midir?” diyerek sağduyu gösterisi yaptı.
Deprem anından itibaren son derece organize, hızlı ve koordineli kurtarma çalışmaları ile sahada yer alan devletin bebeler enkaz altında iken müzik çaldırmayacak kadar basiret sahibi olduğunu düşünemediler, düşünmek istemediler.
Belli ki kusursuz yürütülen kurtarma çalışmaları ve depremin büyüklüğüne göre ölü sayısının düşüklüğü ve 107 kardeşimizin kurtarılması bazılarını rahatsız etmiş.
Yalandan medet umdular.
İşte fitne böyle bir şeydir ve kötülüklerden beslenir.
Keşke canları kurtarmak için canlarını tehlikeye atan yürekli insanlardaki basiretin binde biri fitnecilerde olsaydı.
Türk ve Türkiye düşmanı BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in yakın isimlerinden sözde gazeteci gerçekte çoban köpeği, Peygamber Efendimize ‘Hayber'de Yahudilere haksızlık etme’ iftirasını atan, “Onları Medine’den kovdu, 629’da Medine’den ihraç edilen Hayber Yahudileri için İsrail’den özür diliyorum” ifadelerini kullanan Hamad Al Mazrouei, "Bugün Cuma. Türkiye'nin bütün camileri Fransa'yı yıktıklarını iddia ediyor. Allah İzmir'den cevap verdi." Paylaşımı yaparak ihanet korosuna katıldı.
Peygamberimize en aşağılık ve alçak hakaretlerin yapıldığı karikatürlerin yayımlanmasına ve kamu binalarına yansıtılmasına izin veren Macron’a söz edemeyip İzmir’de meydana gelen depremi Türkiye’nin Fransa’ya gösterdiği tepkiye karşılık olarak Allah tarafından cezalandırılması olarak niteleyen bu alçağın Müslümanlığı yerin dibine batsın.
Bu aşağılık sözde Müslüman(!) müsveddesi gibi Microsoft'un İsviçre ofisinde üst düzey yönetici olarak çalışan Fransız Maxime Rastello da İzmir'deki deprem sonrası sosyal medya hesabından Türkçe’ye 'Bunu hak ettiniz' şeklinde tercüme edilebilecek bir paylaşım yaptı.
Yani her zamanki gibi kış kışlığını puşt puştluğunu yapmaktan geri kalmadı.
PKK ve FETÖ ile aynı dili kullanan, Türkiye ve Türklerden nefret eden bu alçakları yadırgamıyoruz ama bu ülkede bir siyaset yapan milletvekillerinin yalan ve iftira ile devleti ve kurumları suçlamalarını yadırgıyoruz.
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin Twitter hesabından bir paylaşım yaparak, “İzmir'de yaşanan deprem sonucunda Bayraklı da Kaymakamlık binası ve Kızılay Kan Merkezi yıkıldı, Adalet Sarayı duvarları çatladığı için boşaltıldı. Kendi binalarının güvenliğini sağlayamayan devlet, vatandaşın canını nasıl koruyacak? Çok acil çok büyük adımlar atmamız lazım..” ifadelerini kullanarak devleti suçladı.
Tekin’in söz konusu iddiası Kızılay tarafından görüntülerle yalanlandı. İddia ettiği diğer binaların sağlam olduğu görüldü.
Ortaya attığı iddia, sosyal medyada büyük infiale neden olup gelen binlerce mesajın ardından geri adım atarak paylaşımını silmek zorunda kaldı.
Halkın oyları ile seçilmiş bir milletvekilinin örnek olması gereken bir günde dahi yalan söylemesi ortada muhaliflikle ifade edilemeyecek kadar ciddi bir patolojinin bulunduğunu göstermektedir.
Devlet altı Bakanı, Başta AFAD, UMKE olmak üzere bütün kurum ve kuruluşları, yerel birimler bütün imkanları ile İzmir’de enkaz altındaki vatandaşlarımızı canlı çıkartmak, güvenliklerini sağlamak için canla başla mücadele verirken, depremzedelere moral vermek, acılarını paylaşmak yerine yalan ve iftira ile devleti karalamak sağlıklı bir ruh hali ile izah edilebilir mi?..
Sayın vekilin Pandemi ile mücadelede Türkiye’ye Uganda’yı örnek göstermesine gülüp geçmiştik ama bu sefer ortada gülünecek bir durum yok.
Eleştirilecek hiçbir şey bulamayan ve en son otel odasında IMF yetkilileri ile yaptıkları gizli görüşmeden hatırladığımız İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Durmuş YILMAZ da sahada canla başla gece gündüz çalışan Kızılay’ı karalamak için sosyal medya hesabından “Geçmişi başarılarla dolu Türk Kızılay’ı İzmir depreminin neresinde; gören, duyan, bilen var mı?” diye sordu.
Oysa Kızılay’ın İzmir’de depremin ilk anlarından itibaren bütün imkanlarıyla vatandaşlarımızın yanında olduğunu gözü ve vicdanı olan herkes gördü ama bu sayın vekil göremedi.
Gerçeği görmek için sadece göz yeterli değildir.
Vicdan da gereklidir.
Eğer vicdanınız yoksa gerçeği görmezsiniz.
CHP Genel Sekreteri ve İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke; AFAD'ın depremzedeler için kurduğu çadırlarda kalmak isteyenlerin evinin hasarlı olduğunu belge getirmelerini istediğini iddia ederek "Belediyelerimizin çadırlarını ise ihtiyaç sahibi olduğunu belirten herkes kullanabilir" dedi.
Böke'nin iddiası AFAD Başkanı Mehmet Güllüoğlu’nun tepki göstererek, "Enkazlarla mı uğraşalım, bu tür haberlerle mi bilmiyorum. Ne olur yük olmayın, yardımcı olun. İzmir Büyükşehir Belediyesinin de dahil olduğu koordinasyon ile ve eşit şartlarda yardımları ulaştırıyoruz.
Hiçbir binaya hasarlı olduğuna dair henüz belge verilmedi.
Ve de yüzlerce vatandaşımız şu an çadırları kullanıyor. Destek olan herkese teşekkür ederiz. Tekrar geçmiş olsun İzmir”. Açıklamasıyla yalanlandı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun; “Bayraklı Belediyesi, 208 binayı, ‘Çürük' diye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bildirmiş ama Bakanlık işlem yapmamış” iddiasında bulundu. Ancak bu iddia Çevre Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından anında yalanlandı.
Bakanlığa verilmiş bir rapor da tapuya yapılmış bir kayıt ta yoktu.
Zaten iddia doğru olsa idi belgeleri yayınlanırdı.
Madem binalar riskli neden suyu, elektriği ve doğalgazı kestirilmedi?..
Neden binalar mühürlenerek tahliyeleri ve yıkımları sağlanmadı?
Gücü yetmiyorsa neden Büyükşehir Belediyesinden ya da Valilikten yardım istenmedi?..
Üfür gitsin yutan yutar hesabıyla konuşanlar işte böyle suçüstü yakalanırlar.
Nitekim Gazeteci Saygı Öztürk (Sözcü 03.11.2020) yayınlanan yazısında; “Yasal boyutuna bakarsak, Bakan Kurum'un dediği daha doğru. Çünkü 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 39. Maddesi'ne göre; konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bir ilgisi yok. Eğer belediye çürük bina tespit etmişse, yıkacak ya da yıktıracak olan da yine belediyedir.
Eğer, çürük binayı Valilik tespit etmiş olsaydı durum daha farklı olurdu. O zaman yıkımı Valiliğin yapması gerekiyor. Oysa, Bayraklı Belediye Başkanı'nın da yaptığı açıklama çürük binayı kendilerinin belirlediği yolundadır. Ayrıca, bu tespitlerin yapıldığı tarihte çürük binaların olduğu yer Bornova Belediyesi sınırları içindedir. Şimdi ise Bayraklı Belediyesi sınırları içinde. Her iki belediyenin başında o tarihte de bugün de CHP'li başkanlar bulunuyor.” Diyerek gerçek suçluların kimler olduğunu açıkça ortaya koydu.
Dayanışma içinde olmamız gereken böyle zamanda yalana dayalı siyaset yapılır mı?.
Acılarımızı böyle mi paylaşacağız?..
Acılar siyasi görüşlere göre mi paylaşılacak?..
Acıdan beslenen provokatörleri, hainleri, Türkiye ve Türk düşmanlarını bir yere kadar anlayabiliyoruz.
Ama Milletvekillerinin; birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken bu tür felaketlerde dahi gerçek dışı paylaşımlarla yalandan medet ummaları bölücülüktür.
Hatırlarsanız Elazığ depreminde de ismi lazım değil bir milletvekili bir başka şehirde onarım gören bir hastane görselini Elazığ’da yıkılan bir hastane olarak paylaşmış ama gerçek anında suratına çarpıldığında mesajını silmek zorunda kalmıştı.
Acılar üzerinden siyaset yapılmaz.
Üstelik son yıllarda devletin; deprem, yangın, sel, heyelan ve benzeri afetlerde olaya anında müdahil olduğu, yaraların sarılması için çok hızlı ve koordineli bir çalışma yürütüldüğü ve vatandaşın mağdur edilmemesi için gerekli her türlü önlemlerin alındığını yaşadığımız örneklerden görüyoruz.
Düzce ve Gölcük depremlerinde devletin tam bir çaresizlik içinde, birkaç gün müdahale edemediğini, hatta dönemin başbakanının kimseye ulaşamadığını söyleyip NTV aracılığı ile onlara seslendiğini, enkaz altındaki cesetlerin günlerce çıkartılamaması nedeniyle koktuklarını o günleri yaşayanlar biliyorlar.
Acılara ortak olamayanlar, acılar üzerinden siyaset yapanlar, nefretten beslenenler, yalandan medet umanlar ve vicdansızlar depremden daha tehlikelidirler.
İşin içinde İngiliz derin devleti var ise mutlaka sinsi bir siyasi hesap vardır.
“1994'te Britannica Online adıyla dünyanın ilk internet ansiklopedisi olarak çevrimiçi yayına başlayan İngilizce genel kültür ansiklopedisi Encyclopædia Britannica’ya ait çevrimiçi internet ansiklopedisi britannica.com’ 29 Ekim “Tarihte bugün” sayfasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna yer verilmezken, 9 Kasım 2010 tarihinde İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in elinden “2010 yılı Chatham House Ödülü”nü alan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün doğum günü unutulmadı”. (Veryansın TV İnternet sayfası 30 Ekim 2020).
Kraliçeden ödül alan eski Cumhurbaşkanının doğum gününün, Cumhuriyetin doğum gününden daha önemli görülmesi sizce de ilginç değil mi?...
Bilmeyenler için söyleyelim, Chatham House veya diğer adıyla Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, Resmi olarak 1920'de kurulan İngiliz derin devletinin akıl kulübü olup 2005 yılından bu yana ödül veriyor.
Dünyayı şekillendirme iddiasındaki ABD’deki CFR’nin (Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi) bir başka versiyonu olarak biliniyor.
CFR demişken, Yeniçağ Gazetesi İnternet sayfasının 18.11.2011 22.10 tarihli sayfasındaki haberini de yorumsuz hatırlatalım.
“CIA ajanı Abramowitz’in yönettiği sözde düşünce kuruluşu CFR heyeti, Gül ile kapalı kapılar ardında görüştü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya’da ABD’nin en büyük sivil(!) kuruluşu “Council on Foreign Relations” (Dış İlişkiler Komisyonu) üyeleriyle içeriği de açıklanmayan bir toplantı yaptı”.
Her yıl “uluslararası ilişkilere katkıda bulunan” kişilere ödül veren Chatham House 2010 Ödülü’nü Abdullah Gül’e vermişti.
Kuruluşun verdiği ödüllerde aranan öncelik her ne kadar “uluslararası ilişkilere katkıda bulunmak” olarak lanse edilse de esas öncelik İngiliz çıkarlarına hizmet edip etmemek.
Chatham House'dan ödülü alan boş bir deftere de imza atıyor.
İmza bir bakıma Kraliçe'ye güven ve bağlılık ifadesi anlamı taşıyor.
Türkiye'den o ödülü sadece Abdullah Gül adı.
Ödülü alanların uluslararası ilişkilere nasıl bir katkıda bulunduklarını bilmiyoruz.
Ama işin içinde İngiliz derin devletinin akıl kulübü var ise orada mutlaka sinsi bir siyasi hesabın olduğunu tarihteki örneklerinden biliyoruz.
İngiliz derin devletinin ne demek olduğunu da Hüseyin UÇKUN’un satırlarından öğrenelim.
“FETÖ’sü, PKK’sı, PYD’si, İŞİD’i vs. bunların hepsi tek bir yerden emir alan piyon hareketlerdir. Bunları yöneten İngiliz Derin Devletidir. Nitekim baktığımızda bu yapılanmaların bağlantılarında hep İngiliz ajanlarının direk veya gizli müdahaleleri çıkmakta. Konuyu daha iyi anlamak için küçük bir örnek verirsek bu yapılanma, kafamızda daha iyi oturacaktır. İngiltere, dünya üzerinde sömürmediği, saldırmadığı, işgal etmediği veya dolaylı olarak müdahale etmediği ülke neredeyse kalmadı. Dünyanın tamamına musallat olmuş kenedir İngiltere. İngiltere derken, gerçekte arka planda saklı olan zalim, sinsi ve kahpelik dolu İngiliz Derin Devletidir.(14 May 2017 - 15:08 Dünyanın başındaki belalar; derin devletler www sakaryadanhaber.com)