Yargıda reform çalışmaları devam ederken gündeme gelen bazı kararlar; yargı bağımsızlığı ve hakim teminatından ödün verilmeden, hakimlerin adalete uygun kararlar almalarını sağlayacak standartların belirlenmesini zorunlu hale getirmiştir.
Özellikle kamu vicdanında onanmayan bazı kararlara sosyal medyada gösterilen yoğun tepkilerden sonra farklı bir karar alınması hem yargıya olan güveni zedelemekte hem de görevlerini bihakkın yerine getiren yargı mensuplarına haksızlık yapılmasına neden olmaktadır.
Sosyal medya platformları yargı organı değildir ve olmamalıdır. Bazı olaylarda olumlu katkısı olsa da paylaşılan bilgilerin doğruluğu bilinmeden yanlış yönlendirme ve provokasyon yapılabileceği, yargının baskı altına alınmak istenebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Yargıç da bir insandır. Elbette kasta matuf olmayan hatalı kararlar alınabilir. İtiraz yoluyla alınacak yeni kararlarla bu tür haksızlıklar giderilmiş olsa da adaletsiz kararlar yüzünden boşu boşuna hapis yatan ya da mağdur olanlara ilişkin haberleri zaman zaman medyadan duyuyoruz.
Telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacak kadar hatalı karar verenler, sebep oldukları bu zararı ödemek zorundadırlar.
Bir de yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan, savunma hakkı kısıtlanarak ya da savunma delillerine itibar edilmeyerek verilen üstünkörü kararlar vardır ki bunlar yargıya olan güveni sarsmakla kalmayıp, meşru olmayan yapılar eliyle hak aramak gibi beklentiye neden olabilmektedir.
Kamu vicdanını yaralayan bazı kararlardan sonra Anayasal bir yapı olan HSK’nın devreye girmesi bir denetim mekanizması olarak çözüm olmakla birlikte, işyerinde süt banyosu yapan bir dangalak hakkında tutuklama kararı verilirken karısını sıcak suyla haşlayan bir psikopatın serbest kalması gibi toplum vicdanını yaralayan kararlar alınmaması için bir standart oluşturulmalıdır.
Özü aynı olan olayla ilgili olarak farklı hakimler tarafından farklı kararlar verilmemelidir.
Birebir benzer bir olayla ilgili olarak bir mahkemeden “red” kararı çıkarken bir başka mahkemeden “kabul” kararı çıkmasının hukuki bir izahı yoktur.
Anayasa'nın 138. Maddesinde; "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler" denilerek yargıçların bağımsızlığı ilkesi kabul edilmiş ve böylece, yasama yetkisinin, yargıçların bağımsızlığına aykırı biçimde kullanılması önlenerek, yargıçların bağımsızlığı korunmuştur.
Anayasa'da bununla da yetinilmeyerek yargıçların bağımsızlığını korumak için 139. maddede "hakim teminatı" kabul edilmiştir. Anayasa'nın 139. ve 140. maddelerinde, yargıç ve savcıların özlük haklarına ilişkin yasalarda yer alması gereken ilkeler gösterilmiş ve yasama organının bu ilkelere aykırı düzenlemeler yapması önlenmiştir. Bu kurallarla yargıçların, maddi, manevi kuşkulardan ve her türlü etkiden uzak tutulup, Anayasa'ya, yasalara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vermeleri sağlanmak istenilmiştir.
Bu hak ve teminata rağmen; Adalet Bakanının ifade ettiği üzere, vatandaş yargıdan çıkan bir karar karşısında” ben de hakim olsaydım aynı kararı verirdim” demiyorsa orada bir sorun vardır.
Adaletin tecellisi için kılı kırk yaran yargıçlarımızı ve onların vicdanlarda onaylanan binlerce adil kararının varlığını elbette görmezden gelemeyiz.
Ancak yargı gibi çok hassas ve kişileri doğrudan etkileyen bir konuda bir tane dahi olsa hata yapma lüksü yoktur.
İşte bu nedenle kamu vicdanında onaylanmayan ve adalete olan güveni sarsan kararların için eleştirilmesi gerekmektedir.
Aşağıda yer alan örneklere bakıldığında ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Yahya Kemal Türk isimli bir işçi, miyop göz rahatsızlığı sebebiyle kullanmış olduğu lens kayınca, 4 Aralık 2013 tarihinde Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvurdu. Doktorlar, Türk’ün ameliyat olmasına karar verdi. Ancak yapılan ameliyat yanlış ve hatalı müdahale neticesinde başarısızlıkla sonuçlandı ve Yahya Kemal Türk sağ gözünü kaybetti. Gözün kurtarılması amacıyla 7 ameliyat daha yapılsa da sonuç alınamadı.
Mağdurun ameliyatı yapan doktor hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, doktor hakkında Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Yapılan yargılama sonucunda doktora “Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma” suçundan 500 gün adli para cezası verildi. Kararda, sanık doktorun özen eksikliği nedeniyle Türk’ün yaralanmasına neden olduğu ve ameliyat sırasında kusurlu olduğu belirtildi.
Türk, avukatı İsmail Kılıç aracılığıyla maddi ve manevi tazminat talebiyle Sağlık Bakanlığı aleyhine Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Dava dilekçesinde Türk’ün görme yetisini kaybettikten sonra çalıştığı işini bırakmak zorunda kaldığı, maddi olarak çok büyük bir zarara uğradığı anlatıldı.
İdare mahkemesi, iş göremezlik tazminatı olarak Türk’e 174 bin 936 TL maddi tazminat ödenmesine karar verirken, ‘yaşadığı ağır elem ve üzüntü’ nedeniyle de kendisine 100 bin TL, eşine 30 bin TL, oğluna da 20 bin TL olmak üzere toplamda, 150 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti.
Sağlık Bakanlığı, söz konusu karara ilişkin istinaf başvurusunda bulunması üzerine Dosya, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin gündemine geldi. Daire, 18 Kasım 2020 tarihinde yerel mahkemenin hükmettiği 174 bin 936 TL’lik maddi tazminatı onadı. Ancak, sebepsiz zenginleşmeye yol açtığı gerekçesiyle verilen manevi tazminat kararını bozarak, Türk’e sadece 10 bin TL, eşi ve oğluna ayrı ayrı 5’er bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
Kararda, manevi tazminat miktarına ilişkin olarak, “Manevi tazminatın tutarını belirleme hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Hâkimin manevi zarara karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun, etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalı ve sebepsiz zenginleşmeye yol açmamalıdır” denildi.
Mağdurun Avukatı İsmail Kılıç, “Verilen karar, hukukiliğini bir tarafa bırakarak söylüyorum, insanın manevi bütünlüğünü rencide eden bir karardır. Bir göz için duyulan üzüntünün bedeli 10 bin TL olabilir mi? Kararın bozulması için Danıştay’a başvuracağız” ifadelerini kullanarak çok haklı bir tepki gösterdi.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin.
İstinaf Mahkemesinin verdiği bu karar hakka, adalete ve vicdana uygun bir karar mı?..
Mağdurun sağ gözünü kaybettiği, gözün kurtarılması amacıyla 7 ameliyat daha yapılsa da sonuç alınamadığı, görme yetisini kaybettikten sonra çalıştığı işini bırakmak zorunda kaldığı, maddi olarak çok büyük bir zarara uğradığı dikkate alındığında “yüz bin lira çok, on bin lira yeter” kararının savunulacak tarafı bir tarafı var mıdır?...
Kararda yer alan; “Manevi tazminatın tutarını belirleme hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Hâkimin manevi zarara karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun, etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalı ve sebepsiz zenginleşmeye yol açmamalıdır” ifadeleri ne kadar doğru ise bu kadar büyük ve ömür boyu sürecek bir organ kaybı için sanki kurbanlık hayvan fiyatı belirler gibi fiyat belirlenmesi de o kadar yanlıştır ve adaletsizdir.
Bir göz için kaliteli bir cep telefonu bedelinden daha ucuz bir rakam verilmesi ve ikinci el orta sınıf bir araba parasının zenginleşmeye sebep olacağı tespitleri ne ekonominin ne hayatın gerçekleriyle ve ne de hakkaniyetle bağdaşmamaktadır.
Elbette mağdur avukatının da ifade ettiği üzere bir üst mahkemeye itiraz hakkı vardır ama bu hakkın varlığı kamu vicdanında onaylanmayan kararlar alınmasını haklı göstermez.
Ayrıca yapılacak itiraz sonucu bu haksızlık düzeltilse bile (o da garanti değildir) geciken adalet adalet değildir.
7 kez ameliyat olduğu halde gözündeki görme kaybı giderilmeyen, bu nedenle işini kaybeden ve ömrünü sonuna kadar tek gözle yaşamak zorunda kalarak büyük bir kayba uğrayan kişi bir hakim ya da bir savcı olsaydı onun için de yüzbinlira sebepsiz zenginleşmeye yol açar on bin lira yeter denilir miydi?.”
Vereceğiniz cevaba yardımcı olması için size yorumsuz bir haber aktarayım.
Ordu’nun Ünye ilçesinde yaşayan 46 yaşındaki Süleyman Uysal, yanlış yere park edilen otomobilin camına “Arabayı bıraktığınız alan yol girişidir, bilgilerinize” şeklindeki notu bıraktı.
Uysal’ın notu bıraktığı aracın sahibi ise ilçede görev yapan bir savcıya aitti.
Süleyman Uysal hakkında gözaltı kararı çıkarıldı ve ‘sileceklere zarar verildiği’ iddiasıyla ifadesi alındı.
Olaya sosyal medyada büyük tepki gösterilmesi üzerine Ünye Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“l30/01/2021 günü Ünye Adliyesinde görev yapan bir Cumhuriyet Savcısının ikamet ettiği sitenin kapalı otoparkında bulunan aracın cam sileceklerine zarar verildiği ve ayrıca bir not bırakıldığı yönündeki şikayeti üzerine günün nöbetçi Cumhuriyet Savcısı tarafından olayın araştırılması ve şüphelinin tespitine yönelik kolluğa talimat verildiği, yapılan araştırmada şüpheli S.U.’nun tespit edilmesi üzerine gerekli tahkikat işlemlerinin yapılabilmesi, ifadesinin alınması için emniyete götürüldüğü, ifade ve tahkikat işlemlerinin tamamlanmasının ardından nöbetçi Cumhuriyet Savcısının talimatı ile serbest bırakıldığı, şahsın sadece not kağıdı yazdığından bahisle tutuklanmasının veya cezaevine gönderilmesinin söz konusu olmadığı, mala zarar verme suçuna yönelik soruşturma dosyasının bu şekilde derdest olduğu ve soruşturma işlemlerinin usul ve yasa kuralları çerçevesinde hassasiyetle yürütüleceği hususu, Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunulur.”
Ve son bir not.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, arabasına ‘hatalı park notu’ bırakan kişiyi gözaltına aldıran savcı hakkında Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) inceleme izni verdi.
****
Adana/Yüreğir ilçesindeki Yavuzlar Mahallesi'nde yaşayan 35 yıllık evli çift Lütfiye Emre ile Ufuk S., şiddetli geçimsizlik gerekçesiyle boşandılar. 3 çocuk babası Ufuk S., boşanmaya rağmen kalacak yeri olmadığı için Emre'nin evinde yaşamaya devam etti. İddiaya göre Ufuk S., 2 ay önce Lütfiye Emre'yi uyuşturucu parası vermediği için 9 yerinden bıçaklayarak yaraladı. Emre'nin şikayeti üzerine gözaltına alınan eski koca, sevk edildiği adliyede, tutuklandı.
Lütfiye Emre, ifadesinde, eski eşinin sürekli uyuşturucu parası istediğini öne sürerek, şunları söyledi:
"Benden yine para istemesi üzerine çıkan tartışmada mutfaktan bıçak aldı, baldır kısmıma birkaç defa sapladı. Tam karnıma saplayacakken yeğenim engel oldu ve yapmasına izin vermedi. Daha sonra boğazıma bıçak dayadı, 'Seni keserim, öldürürüm' şeklinde tehdit etti. Bu sırada hakaretler savurdu.”
Ufuk S. ise savunmasında, bir anlık sinirle eski eşini bıçakladığını söyleyerek, "Boğazına bıçak dayayıp, 'Seni keserim' dediğimi hatırlamıyorum. Hakaret içerikli bir söz söyleyip söylemediğimi de hatırlamıyorum. Uzlaşmak istiyorum” diye konuştu.
Duruşma sonunda mahkeme, tutuklu sanığı, Lütfiye Emre'ye yönelik uzaklaştırma kararı verip, adli kontrol şartı getirerek, tahliye etti.
Duruşma çıkışı tahliye kararını tepki gösteren ve yaşadığı acıların cezasının 2 ay olamayacağını söyleyen Lütfiye Emre, gözyaşları içinde şunları kaydetti:
"Cezaevinden şikayetimi geri çekmem için üç kez haber göndererek, 'Bu yarım kalan işi tamamlayacağım' diye tehdit etti. Bu adam dışarıda kalırsa beni ve çocuklarımı öldürecek. Devletimize sesleniyorum. Uyuşturucu kullanmadığını savunuyor, kan testi yapsınlar. Şu an evime gidemiyorum. Yaraladığı elimin 3 parmağı sakat. Daha önce de pompalı tüfekle tehdit etmişti. Emine Bulut gibi, Özgecan Aslan gibi olmak istemiyorum. Beni öldürdükten sonra mı ceza verecekler? Adalet istiyorum.”
Adam (lafın gelişi) ayrıldığı eşini dokuz yerinden bıçaklıyor, bunu da bir anlık öfkeyle yaptığının iddia ediyor ancak ne hikmetse hiçbir şey hatırlamıyor fakat hapishaneden şikayetini geri çekmesi için üç kez haber göndererek, 'Bu yarım kalan işi tamamlayacağım' diye tehdit ediyor, iki ay sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.
Siz bu herifin kadını rahat bırakacağını düşünüyor musunuz?..
Nerede cezaların caydırıcılığı?..
Nerede masum insanların korunması?..
Sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan insanlara yazık değil mi?..
O nedenle reform çalışmaları sürerken cezaların mutlaka caydırıcı olmasının sağlanması ve suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş kişiler için infaz yasasında düzenleme yapılarak, istismar edilmemesi için adli kontrol şartıyla serbestlik uygulamasının bir standarda bağlanması gerekmektedir.
****
“Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) finans imamı, Bank Asya'yı boşaltma operasyonunun mimarı, FETÖ/ PDY çatı davasının firari sanığı Ali Çelik'in ortağı olduğu şirketlerle ilgili skandal bir karar çıktı. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, Ali Çelik'in hissedarı olduğu Yapı Yatırım ve Gayrimenkul A.Ş. ile Yapı Azim Ortaklık Girişim İşletmesi'nde kayyumluk kararını kaldırdı. Mahkeme, FETÖ'nün finans kaynağı Kaynak Holding ile bağlantılı üç şirketle ilgili de benzer bir karar aldı. Böylece, beş şirketin FETÖ davalarında ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan eski sahiplerine devrinin önü açıldı. Halen aktif faaliyette olan beş şirketin bilanço büyüklüğü 60 milyon lirayı buluyor. Kayyumluk kararının kaldırılmasına yönelik talep olmamasına rağmen mahkemenin bu adımı atması da yargı çevrelerince şaşırtıcı bulundu”. (Dilek GÜNGÖR-Sabah 08/02/2021)
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kayyumlarının itirazı ve Cumhuriyet Başsavcılığı'nın mütalaasını dikkate alan İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi'nin skandal kararını bozdu.
“İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararında; müflis Bank Asya'nın hissedarı olan, Samanyolu TV'de yöneticilik yapan Ali Çelik hakkında FETÖ yargılamalarının devam ettiğine dikkat çekilirken, Elis Gayrimenkul A.Ş. ve Azim Gayrimenkul Yatırım A.Ş.'nin hisselerinin tamamının silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan mahkum edilen Keleş kardeşlere ait olduğunun altı çizildi. Kayyumluk kararının kaldırılmasının usul ve yasaya aykırı olduğu belirtildi. Ali Çelik'e ait olan Yapı Yatırım ve Gayrimenkul A.Ş. ile Yapı Azim Ortaklık Girişim İşletmesi ve Kaynak Holding'le bağlantılı Azim Gayrimenkul Yatırım A.Ş., Elis Gayrimenkul Sanayi A.Ş. ile Azim Yeminli Mali Müşavirlik ve Denetim Limited Şirketi'nde kayyumluğun kaldırılmasına ilişkin karar bozuldu. Kararla, bu şirketlerde TMSF kayyumluğu devam edecek. 60 milyon TL'lik şirketlerin yeniden FETÖ finansmanında kullanılmasının da önüne geçildi. (Dilek GÜNGÖR-Sabah Gazetesi 09/02/2021).
Bu hızlı sonucun alınmasında medyanın da katkısı olduğu inkar edilemez.
Tamam itiraz üzerine gereği yapıldı ama 36. Ağır Ceza Mahkemesinin ortaya koyduğu açık ve somut gerekçeleri, aylar süren yargılamayı yapan 35. Ağır Ceza Mahkemesi neden görmezden geldi?..
Somut ve hukuki deliller hakimlere göre mi değer kazanıyor?
Nasıl oluyor da bir mahkeme Kayyumluk kararının kaldırılmasının usul ve yasaya aykırı olduğuna kararı verirken bir başka mahkeme üstelik talep olmamasına ve ortada çok somut kanıtlar varken Kayyumluk kararının kaldırılmasının usul ve yasaya uygun olduğuna karar veriyor?..
Unutulmamalıdır ki; Adaletin kestiği parmak acımaz ama adaletsizliğin ezdiği vicdan ömür boyu sızlar.