Anayasa Mahkemesinin; çukur/hendek olayları döneminde canları bahasına terörle mücadele eden güvenlik güçlerini suçlayan ve devletin terörle mücadelesini katliam olarak nitelendiren bir bildiri kaleme alan akademisyenleri “aklayan” kararı toplumda haklı bir tepkiye neden oldu.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı il, ilçe ve beldelerinde “öz yönetim” adı altında devlete baş kaldıran ve kendi yönetimlerini kurduklarını ilan eden PKK’nın; kazdığı çukur ve açtığı hendeklerle şehirlere, ilçeleri, beldeleri yaşanmaz hale getirdiği, insanların evlerini yıktığı, işgal ettiği bir dönemde devletin yürüttüğü meşru mücadeleyi baltalamak ve Türkiye’nin uluslararası mahkemelerde yargılanmasını sağlamak amacıyla kaleme alınan bu ihanet bildirisinde yer alan ifadeler açıkça terör örgütüne destek olup TCK kapsamında suç olan bu fiilleri nedeniyle yargılanan akademisyenlere verilen cezalar Anayasa Mahkemesine göre “hak ihlali” sayıldı.
Mahkemeye göre akademisyenler fikir ve ifade özgürlüklerini kullanmışlar.
Sadece hendek ve çukur terörü nedeniyle sürdürülen mücadelede 793 güvenlik görevlimiz şehit edilip yüzlerce yaralı varken, bu yiğit insanların yaşama hakkı görmezden gelinip terör destekçilerinin fikir ve ifade özgürlüklerine gösterilen özen(!) göz yaşartıyor.
Peki bu mücadelede terör örgütü tarafından şehit edilen güvenlik görevlilerimizin yaşama hakları ve yetim kalan çocukları ile dul kalan eşlerinin haklarını kim koruyacak?..
Altını çizerek bir kez daha soruyoruz.
Devleti ve milletinin selameti için en kutsal hak olan yaşama hakları ellerinden alınan şehitlerimizin haklarını kim koruyacak?..
Bir ömür babasız yaşayacak çocuklara ne diyeceksiniz?..
Onlara babasızlığı “fikir ve ifade özgürlüğü” ile mi açıklayacaksınız?..
Babanız yok ama bakın akademisyenler ne kadar özgür bir şekilde fikirlerini ifade edebiliyorlar mı diyeceksiniz?..
Eşinden mahrum bir ömür geçirecek kadınların yüzlerine nasıl bakacaksınız?.
Ellerinden alınan mutluluğu fikir ve ifade özgürlüğü ile mi telafi edeceksiniz?..
Gözünü kırpmadan en masum insanları bile katleden terör örgütüne tek laf etmeyip, devleti katil ilan etmeyi fikir/ifade özgürlüğü ile aklamaya kalkmak şehitlerimizin ruhlarını da incitmiştir.
Eğer bildiriyle destek verilen terör örgütü kazansaydı, bugün böylesine “özgür” karar verebilen bir Anayasa Mahkemesi de olmayacaktı.
Onların halk mahkemelerindeki sözde yargılamalarla en vahşi infazla yapılacaktı.
Her şey gözümüzün önünde yaşandı ve devlet kendisini tanımadığını söyleyerek başkaldıran, yani anayasayı takmayan ve ülkeyi bölmeyi amaçlayan terör örgütüne karşı haklı ve meşru bir mücadele yürüttü ve onları açtıkları hendeklere gömdü.
Hiçbir devlet varlığına kasteden örgüt/örgütlere müsamaha göstermez ve hiçbir demokratik ülkede terör destekçiliği fikir ve ifade özgürlüğü ile meşrulaştırılamaz
PKK bir terör örgütü mü?
Evet..
Terör örgütünü övmek, teröre yardım ve yaltaklık etmek TCK’ya göre suç mu?.
Evet.
Hal böyle olunca terör örgütünü övmekten dolayı ceza almış kişilerin haklarının ihlal edildiğini söylemek hukuken çok ciddi bir çelişki oluşturmuyor mu?..
Anayasa Mahkemesi Kanunların üzerinde bir konumda değildir.
Görev ve yetkileri kanunlarla belirlenmiştir.
Mahkemelerin verdikleri kararlara müdahale etme, bozma hak ve yetkisi yoktur.
Yani Anayasa Mahkemesi Temyiz Mahkemesi niteliği taşımamaktadır.
Yerel mahkeme kararlarının hangi esaslar dahilinde ve hangi üst mahkemeler tarafından onanacağı ya da bozulacağı kanunlarda belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi yerel mahkemeler tarafından verilen kararlara müdahale anlamına gelebilecek bu tür kararlar alacaksa ne İstinaf Mahkemeleri ve ne de Yargıtay’a gerek yoktur.
Eğer Anayasa Mahkemesi bugün toplumun büyük bir çoğunluğunun vicdanını kanatan ve devletin terörle meşru mücadelesini zaafa uğratacak böyle tartışmalı bir kararı verebilecek kadar rahat çalışabiliyorsa, bunu devletin terörle kararlı ve meşru mücadelesine ve bu çerçevede canlarını feda eden aziz şehitlerimize borçludur.
Sayın üyeler kusura bakmasınlar ama toplumu ikna etmeyen “düşünce özgürlüğü” açıklamaları kulağa hoş gelen süslü bir balondan ibarettir.
Ve o süslü balonun içindeki gerçek ise “terör örgütüne destek ve devletin meşru müdahalesini engellemek” için bildiri yayımlayan akademisyenleri aklamaktır.
Onlar hangi gerekçeyi öne sürerlerse sürsünler toplum bunu böyle algılamıştır.
İşte bu nedenle kararın ardından gösterilen tepkiler yerden göğe kadar haklıdır.
Bu tepkiler öylesine etkili olmuştur ki Anayasa Mahkemesi açıklama yapmak zorunda kalarak; “AYM bildirinin belirli perspektiften ve tek yanlı hazırlandığı, abartılı yorumlar içerdiği, güvenlik güçlerine karşı incitici ve saldırgan bazı ifadeler barındırdığının farkındadır. Bildirinin Anayasa’nın 26. Maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün korunmasından yararlanması gerektiği yönündeki yorumları AYM’nin bildiride yer alan düşünceleri paylaştığı ve desteklediği anlamına gelmez. Bildirinin imzalanmasına neden olana operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir” demek zorunda kalmıştır.
Yani verdiği kararın toplum vicdanında kabul görmediğini fark ederek, toplumu ikna etmek için ek bir açıklamaya gerek görmüştür.
Mahkemeler verdikleri kararları basın açıklamaları ile savunmazlar.
Bir karar vermişseniz onun getirdiği sorumluluğu da kabullenmişsiniz demektir.
Tepki gösteren topluma kararı nasıl anlaması gerektiğini anlatmaya çalışmak verilen kararın isabetsizliğinin açık bir kanıtıdır.
Anayasaya göre yargı kararları kesindir ve uygulanması zorunludur.
Tamam..
Ama kararın uygulanmasının zorunlu olması onun mutlak doğru olduğu anlamına gelmez.
Madem ki karar Türk Milleti adına verilmektedir o zaman Milletin de vicdanını yaralayan bir kararı eleştirme hakkı vardır.
Madem ki Anayasa Mahkemesi; “Bildirinin imzalanmasına neden olana operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir” diyerek terör destekçiliğini eleştiri olarak görüp demokratik çoğulculuk açısından bu eleştirilere daha fazla tahammül edilmesi gerektiğini” belirtmiş o zaman kendisinin de ülke gerçekleriyle örtüşmeyen, toplum vicdanını yaralayan ve terör örgütüne destek anlamına gelebilecek bu tür kararlarına karşı gösterilen haklı ve isabetli eleştirilere daha fazla tahammül etmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede1071akademisyenin, "Anayasa Mahkemesi terörü meşrulaştıramaz" başlıklı bir bildiri yayınlayarak bu ülkede fikir ve ifade özgürlüğü olan akademisyenlerin sadece terör örgütü destekçilerinden ibaret olmadığını ortaya koymaları geleceğimiz için umut olmuştur.
1071 akademisyen imzaladıkları bildiride; sözde "barış bildirisi" adı altında terör örgütü propagandası yapan bazı akademisyenlerin ceza almalarını "hak ihlali" gören Anayasa Mahkemesi'nin skandal bir karara imza attıklarına dikkat çekilerek, "Bu karar şehit ve gazilerimizin hatırasını zedelemiş, maşeri vicdanı yaralamıştır" terörle mücadele ettiği için devleti suçlayan açıklamalar yapmak dünyanın hiçbir ülkesinde ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmez. Bu kararın, terör örgütlerine karşı etkin operasyonların gerçekleştirildiği bir dönemde alınması ise ayrıca dikkat çekicidir.
Aşağıda imzası bulunan biz akademisyenler, terörle mücadeleyi sekteye uğratmayı ve ülkemizi karalamayı amaçlayan her türlü kurum, organizasyon ve inisiyatifin karşısında olduğumuzu ve olmaya devam edeceğimizi beyan ediyoruz.
Türk milleti adına karar vermekle yetkili kılınan Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının adalete ve kamu vicdanına aykırı olmaması gerektiğine inanıyor, bu yanlış kararda imzası bulunanları kınıyoruz." diyerek kamu vicdanının sesi oldular ve yüreklerimize su serptiler.
Bu tür demokratik tepkiler, vicdan yaralayan kararlar verilmesini önleyeceğinden değerlidir.
Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra, PKK'lı teröristlerin hendekler kazarak bombalı barikatlar kurup, harabeye çevirdiği Diyarbakır Sur'da caminin içinden açılan ateşle şehit düşen özel harekatçı Mustafa Katırlı'nın babası Ali Katırlı;
“Alınan bu kararla kalbime saplanmış bir hançer gibi o acıyı bir kez daha yaşadım. AYM, vatanı için hainlerin kurşunlarına göğüslerini siper etmiş 793 güvenlik görevlisi, 300'den fazla sivil vatandaşın katledilmesini görmezden gelmiştir. Evladım gibi "Arkamda gözü yaşlı birini bırakmak istemiyorum" diyerek evlenmeyen yüzlerce vatan evladını katleden teröristlerle mücadele ettiği için devleti suçlayan açıklamalar yapmak dünyanın hiçbir ülkesinde ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez. Türk milleti adına karar vermekle yetkili kılınan Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının adalete ve kamu vicdanına aykırı olmaması gerektir. Bu yanlış kararda imzası bulunan AYM üyeleri hangi millet adına bu kararı vermişlerdir. Sözde barış bildirisi dedikleri bildiri ifade özgürlüğü değil teröre yardım ve yataklıktır. AYM hendek ve barikat şehitlerinin haklarını hiçe saydı. Ama biz yürekleri yanan şehit aileleri olarak son nefesimize kadar evlatlarımızın aziz hatırası olan bu vatanı sahiplenmeye devam edeceğiz. Teröristlere cesaret verecek bu kararı alanları kınıyoruz” diyerek toplum olarak izcimizden geçenleri dile getirmiş.
Söyleyin haksız mı?..
Diyarbakır Sur'da PKK'lı hainlerin roketli saldırısında şehit düşen iki çocuk babası özel harekatçı polis Ömer Faruk Sayıl'ın öğretmen eşi Ülkü Sayıl:
“Bu karara imza atanların hiç mi vicdanı sızlamadı? AYM'yi kınıyorum ve hakkımı helal etmiyorum. Eşim ve diğer şehit kardeşlerim bu skandal karara imza koyan AYM hâkimlerinin de içinde olduğu bu milletin bu vatanda huzur içinde yaşaması için şehit düştü. AYM'nin devleti katil ilan eden sözde akademisyenleri haklı bulması bir şehit eşi olarak kanıma dokundu. Eşimin ve yavrularımızın yaşama hakkını ihlal edenlerin kararı nerede? Bu kararı verenlerin hiç mi vicdanı sızlamadı ? Bu karar tüm şehit aileleri ve gazileri üzdü, terör örgütünü öven güvenlik güçlerini karalayanları ise cesaretlendi. Üzerinde yorum dahi yapılmayacak kadar vicdansızlıktır bu karar. Devlete 'katil'; askere-polise 'işgalci' diyenleri cesaretlendirecek bu kararı verenlerin bu ülkede yaşadıklarını unutmaması gerekiyor.” diyerek gerçeği en acı bir şekilde dile getirirken haksız mı?..
Diyarbakır Sur'da teröristlerin yere döşediği bombanın infilak etmesi sonucu şehit düşen 3 çocuk babası Orhan Dilekçi'nin eşi Melike Dilekçi:
"Benim eşim Erzincan'da görevliydi. Diyarbakır'a çağırıldı. şehit oldu. Biz onun şehitliğiyle gurur duyuyoruz. 3 çocuğum dimdik ayakta. Vatanımıza canımız feda. Ama bu ülkenin bir mahkemesi çıkar benim çocuklarımı yetim bırakanlara destek verenleri 'ifade özgürlüğü' diye aklamaya çalışırsa burada vicdanlar paramparça olur. Bu kararı kınıyorum. İfade özgürlüğü bu olamaz. Benim gibi nice gözü yaşlılar bunu söylerken devletin en üst mahkemesinin bu kararı, bizim gözyaşlarımıza ihanettir.” derken haksız mı?..
Anayasa Mahkemesi bu masum ve mazlum insanların seslerine kulak vermek zorundadır, onları yok sayamaz.
Toplum vicdanında kabul görmeyen kararların kim/kimler tarafından verildiğinin önemi yoktur.
Kararlar vicdanlara/adalete uygunsa değerlidir.
Vicdanlara uygun karar veren kurumlar ise güvenilirdir.
Nitekim Optimar Araştırma Şirketi tarafından yapılan bir anket kapsamında katılımcılara Türkiye’de en güvendiğiniz kurum aşağıdakilerden hangisidir? sorusuna verilen cevaplara göre ortaya çıkan sıralama şöyle olmuş.
(1) Cumhurbaşkanlığı: Yüzde 20.4
(2) Emniyet: Yüzde 8.6
(3) Anayasa Mahkemesi. Yüzde 8.1
Sıralamadaki yeri ve güvenilirlik oranının düşüklüğü; Anayasa Mahkemesi tarafından toplumsal bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.
“Devlet” isimli eserinde adaletli bir devletin nasıl olması gerektiği üzerinde değerlendirmeler yapan PLATON; “Adaletsizliklerin en büyüğü adil olmayıp adil gibi görünmektir” diyerek yazdıklarımızı bir cümlede ne güzel özetlemiş.
Başka söze hacet var mı?..