Vikipedi’ye göre; Köroğlu'nun asıl adı Ruşen Ali'dir. Babası Yusuf, Bolu Beyi'nin seyisidir. At meraklısı olan Bolu Beyi, seyisi Yusuf'u cins bir at almaya gönderir; fakat Yusuf'un getirdiği tayı beğenmez, adamın gözlerine mil çektirir.
Yusuf tayı ve oğlunu alıp memleketten çıkar. Ruşen Ali, babasının tarif ettiği tarzda, tayı karanlık bir ahırda besler. Tay, belli bir zaman sonra kanatlanır, eşsiz bir küheylan olur. Yusuf ile Ruşen Ali, Aras ırmağına gider, orada Bingöl'den inecek olan üç sihirli köpüğü beklerler. Yusuf, köpükleri içince, tekrar görmeye başlayacak, gençleşecek ve Bolu Beyi'nden intikamını alacaktır.
Fakat Ruşen Ali köpükleri kendisi içer, babasına köpüksüz su verir. Yusuf buna bir yandan üzülür, bir yandan da, oğlu intikamını alacak bir yiğit olacağı için sevinir. Bu sihirli üç köpükten biri Köroğlu'na ebedi hayat, biri yiğitlik, biri de şairlik sağlar. Yusuf, oğluna intikamını almasını tavsiye ettikten sonra ölür.
Ruşen Ali Kır-At'ı ile birlikte dağa çıkar. Köroğlu diye ün alır, bir derebeyi gibi yaşamaya başlar, her savaşta üstün gelir; bezirganlardan, beylerden, paşalardan aldıklarını yoksullara dağıtır. Delikli demir (tüfek) icat olunup da eski yiğitlik gelenekleri bozulunca, arkadaşlarına dağılmalarını tavsiye eder, "sır olur", Kırklar'a karışır”.
Bu işin efsane kısmı..
Sadede gelirsek; yıllar önce icat olan delikli demir yani tüfek yiğitlik geleneklerini bozup Köroğlu’nu tarihe karıştırdı ama yine de yarım yamalak devam etmekte olan yiğitliğe en acımasız ve ölümcül darbeyi sosyal medya vurdu.
Sosyal medyaya karşı değilim.
Ayrıca benim karşı olmam sosyal medyanın varlığını/önemini ve etkisini azaltmaz.
Kaldı ki teknolojinin nimetlerinden faydalanılmasına karşı olmanın mantıklı bir izahı da yok zaten.
Fakat sosyal medyanın; prematüre tiplerin bağırsaklarını boşalttıkları bir kanalizasyon hattına dönüşmesine/dönüştürülmesine de itirazım var.
Gerçek hayatta yüzünüze karşı küfür-hakaret eden birisine aynen karşılık verebilirsiniz.
O size bir tokat attıysa siz de ona bir tokat atabilir ya da mahkemede hesaplaşabilirsiniz.
Sonuçta; ortada kim olduğunu bildiğiniz/muhatap alacağınız birisi vardır.
Size hakaret eden, küfür eden kişi belli olduğu/bilindiği için o da bunun bedelini ödemeyi göze almıştır.
Ancak sosyal medyada kimliklerini saklayarak açtıkları sahte hesaplardan küfür ve hakaret yağdıran, iftira atan, yalan söyleyen lağım fareleri nedeniyle artık mertliğin “m” sini bile mumla arar hale geldik.
Bu lağım farelerinin yaptıkları yanında alçaklık, kahpelik, namussuzluk gibi kavramlar masum kaldılar.
Efendim hakaret varsa yargıya başvurun denilebilir.
İyi de sosyal medya hesapları açılan şirketler yabancılara ait.
Adamlar ülkemizde ofis açmıyor, vergi vermiyorlar..
Sizin istediğiniz bilgileri vermedikleri gibi uygulanması zorunlu olan mahkeme kararlarını bile çoğu zaman takmıyorlar.
Adres sahte, kimlik bilgisi verilmiyor, nasıl hak aranacak?.
Bu lağım farelerinin yaptıkları hakaretler ve iftiralar çoğu kere yanlarına kar kalıyor..
İfade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü bu mu?..
Aralarında; unvan ve makam sahibi olanların da bulunduğu sanal alemin küfürbaz ve müfterileri gerçek kimliklerini gizlediklerinden hukuk yoluyla mücadele etmek ne yazık ki çoğu zaman sonuç alınmasına yetmiyor.
Peki o zaman biz bu devlete vergi verip vatandaşlık görevlerimizi yerine getirdiğimize göre devlet bizim hukukumuzu niçin korumuyor ya da koruyamıyor?..
Niçin sosyal medya hesabı olmayanlar, işi gücü bırakıp kendilerine sahte hesaplarla hakaret eden alçakları takip etmek zorunda olsunlar?..
Niçin sahte hesap açılmasını önleyecek bir tedbir alınmıyor?..
Bu “niçin” leri uzatabilirsiniz.
Soru şu..
Neden hukuk; ifade özgürlüğünün bir simgesi olarak gördüğü “sosyal medyada” kişi hak ve dokunulmazlıklarının çiğnenmesine ve sosyal medyanın bir lağım çukuruna dönüşmesine seyirci kalıyor?..
Sadece kişiler değil devlet ve kamu güvenliği aleyhinde de sosyal medyanın pervasızca kullanımına, yalan ve maksatlı haber ve görüntülerle toplumsal barışı tehdit etmesine ve özellikle bölücü ve yıkıcı faaliyetlerde etkili bir güç olarak kullanılmasına müdahale edilemiyor?.
Kimse düşünce ve ifade özgürlüğü masalları okumasın..
Çünkü lağım farelerinin düşünceleri yoktur..
İfade ise sadece düşünen canlılara ait bir yetenektir..
XXX
Yaptığımız görev gereği zaman zaman sosyal medyanın lağım farelerinin açtıkları sahte hesaplardan hakaretlere ve iftiralara maruz kalıyoruz.
Misal; herif(çünkü kadın dövene adam denemez) karısına yıllarca şiddet uyguluyor, kadın evi terk edip devlete sığınıyor, cesareti (!) kadın dövmekten ibaret bu sümüklüböcek yaptığından pişmanlık duyacak yerde sahte hesaptan saldırıyor.
“Eşine uyguladığı şiddet nedeniyle” Hakim tarafından koruyu ve önleyici hemen tüm tedbir kararlarının verilmesi ve itirazının reddedilmesi “kamu görevlilerinin mevzuattan kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirdiğinin kanıtı olmasına rağmen” soruşturmanın kapatıldığı ve suç örgütü üyeliği iftiralarını atan bu kişiyi bilsek te aradığımız müfteriye resmen ulaşamıyoruz.
Eh madem onlar sosyal medya hesaplarını böyle ahlaksızca kullanıyor. Ben de burada açık açık yazıyorum.
Madem doğru söylüyorsunuz neden sahte hesap kullanıyorsunuz?..
Doğru söyleyen; sümüklüböceklerin kabuklarına saklandığı gibi sahte hesapların ardına saklanmaz.
Doğru söyleyen cesur olur, namuslu olur.
Ne cesaretiniz var ne namusunuz.
Size bakınca fahişeler; heykelleri dikilecek namus abidesi gibiler.
Haa.. bu arada hukuk bize bir şey yapamıyor diye sevinmeyin.
Hakkın da bir hesabı vardır elbet o günü bekleyin..
XXX
İhbar ve şikayeti alışkanlık haline getirmiş bir kişinin iddiaları ile ilgili olarak; muhakkikler tarafından yapılan soruşturma sonucunda iddiaların gerçeği yansıtmadığı saptanmasına rağmen bir de Bakanlıktan denetim elemanı talep edilmesi üzerine ben görevlendirilmiştim. Yaptığım araştırma sonucunda; iddiaların tümünün gerçek dışı olduğunu kayıt, belge ve tanıklarla tespit ederek bir yılda 50’ nin üzerinde ihbar ve şikayetle rekor kıran bu kişi hakkında “görevlerini yapan devlet memurlarına iftira attığı için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 25. maddesi doğrultusunda” işlem yapılması önerisinde bulundum.
Benim bu önerimden sonra bu “psikopat” tip devletin hemen hemen tüm adli ve idari organlarına, yalan ve iftiralarla dolu suç isnatlarında bulundu.
Onun başvurusu üzerine “benim de talebim doğrultusunda” başlatılan yargı süreci sonucunda iddialarının gerçeği yansıtmadığı anlaşılarak, itirazı da reddedilmek suretiyle dosya Savcılıkça işlemden kaldırıldı.
Ama bu müfteri hakkında suç duyurusunda bulunulması için düzenlemiş olduğum raporun intikal ettirildiği ilgili şehrin Başsavcılığı ”evrakların tamamının tasdiksiz fotokopi olduğu, üzerinde sadece mühür olduğu, imza bulunmadığı, tasdiksiz fotokopi evrakların hukuken geçerli evraklar olmadığı” gerekçesiyle dosyayı iade etti.
Bahse konu rapor imzalı ve mühürlü olup usul olduğu üzere ekleri de mühürlenmişti.
İşin ilginci 400 küsur ekten 300 küsuru şikayetçinin dilekçesine koyduğu belgeler olup, tümü fotokopi olan bu belgelerin aslı olmadan aslı gibidir şeklinde onaylanması hukuken mümkün olmadığı gibi rapor ekinde yer alan ıslak imzalı belgelerin ve asılları ilgili mahkemelerde olan yargı kararlarının da onaylanamayacağı değil Başsavcılık; kamuda göreve yapan herkes tarafından bilinen bir gerçek olduğu halde, Bakanın imzası ile gereği için gönderilen bir raporun işleme alınmasının geciktirilmesi bu tür hastalıklı tiplere cesaret vermektedir.
Bu kişinin iftira dilekçelerine eklediği ilgili ilgisiz sayfalarca fotokopinin ilgili Savcılığın ifadesiyle “tasdiksiz onaysız olmasına” rağmen işleme konulması da ayrı bir çelişkidir.
Yani onunki can sizinki patlıcan.
Canı közleyemeyeceğinize göre vurun patlıcanı ateşe.
Yanarsa patlıcan yansın, cana bir şey olmasın..
Benden sonra iki arkadaşım tarafından yapılan soruşturmalar sonucunda da iftira attığı tespit edilen bu kişi hakkında yapılan başvuruların sonucu aradan geçen uzun süreye rağmen hala alınamamıştır.
Sonuçta lağım fareleri sahte hesaplar üzerinden yalan ve iftiralarla saldırırken bu saldırılara maruz kalan insanların haklarının korunabilmesi için ciddi bir uygulama ve yaptırım olmadığı görülmektedir.
İsimsiz ve imzasız düzmece ihbar mektupları ile bu ülkede yüzlerce masum insana nasıl suçlu muamelesi yapıldığını, sabaha karşı kimlerin apar topar nasıl tutuklandığını, ağızları açılmayan çuvallar içindeki uydurma belgelere dayanılarak insanların mal varlıklarına nasıl tedbir kararı konduğunu ibretle gördük.
O zaman “temiz eller” havası basanların hangi kirli ellerin uşakları olduğunu da gördük.
Ama dünün mağdurlarının hapiste kaybolan yıllarının hesabını kim verecek?..
Ya o linç sürecinde ölenler..
Devletin denetim elemanın ilgili Bakan tarafından da onaylanmış ve suç duyurusu niteliğindeki raporunda yer alan belgelere hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın “tasdik” şartı arayacak kadar titiz (!) davrananların, bir müfteri hakkında üç ayrı başvuruya rağmen halen karar verememesi lağım farelerinin nereden cesaret aldıklarını açıkça göstermektedir.
Geciken adalet, adalet değildir.
İşte bu yüzden Einstein, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden. » derken ne kadar haklıysa,
“Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe, daha çok azarlar. » diyen Şeyh Şadi Şirazi de o kadar haklıdır.