Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin uyumunu denetlemek üzere 1959 yılında kuruldu.
Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri arasında yer alan Türkiye, İİHS’nin denetim sürecine başvuru hakkını 1987’de, AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini ise 1990’da kabul etti.
Her ne kadar adı mahkeme olsa da AİHM; insan haklarını savunuyor maskesiyle sadece Avrupa’nın çıkarlarını koruyan bir örgüt gibi çalışıyor.
Göçmenler, milli değerlerine bağlı olanlar, inançlarını yaşayan Müslümanlar ve kendilerine biat etmeyenler insan olarak kabul edilmediği için onların hak ve hukukları AİHM’ni ilgilendirmiyor.
“Hukuk anlayışı, ahlaki kriterleri, insani ve vicdani bakış açısı Avrupa merkezcidir. Verdiği her kararı kendi dışındaki ülkeler ve duruma göre kendi içinde güçlü ve güçsüz ülkeler sıralamasıyla hukuktan önce Avrupa ülkelerinin politikalarına uygunluk kriterinden geçirerek verir. Özellikle Türkiye ve genel olarak Müslüman dünya için verdiği her kararı bu şekilde değerlendirmek gerek.” (Tayyar TERCAN-Milat 29/12/2020)
Bu girişten sonra gelelim konumuza;
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi, 22 Aralık 2020 tarihinde Selahattin Demirtaş başvurusuna ilişkin kararını açıkladı.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasını sağlayan Anayasa değişikliğinin ve Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinde düzenlenen örgüt yöneticisi ve üyesi olma suçunun öngörülebilir olmadığını belirten Büyük Daire, HDP’nin eski eş genel başkanı olan Demirtaş’ın Anayasa değişikliği ile dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından ifade özgürlüğü kapsamında kalan açıklamaları ve yasal olan etkinliklere katılması sebebiyle tutuklanmasını, tutukluluk halinin basmakalıp gerekçelerle sürdürülmesini ifade özgürlüğüne ve özgürlük ve güvenlik hakkına aykırı buldu. Büyük Daire, Demirtaş’ın özellikle referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında tutuklu kalmasının serbest seçim hakkını da ihlal ettiğine karar verdi.
Büyük Daire, Demirtaş’ın çoğulculuğu bastırma ve demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama yönünde ağır basan siyasi bir amaçla tutuklandığını ve tutukluluk halinin devam ettirildiğini belirterek, Sözleşme’nin 18. maddesinden de ihlal buldu. Demirtaş’ın 20 Eylül 2019 tarihinde ikinci kez tutuklanması kararının, her ne kadar başvurucunun ilk tutukluluğuna temel oluşturan isnatlardan daha dar kapsamlı kavramlarla çerçevelenmiş de olsa, 6-8 Ekim 2014 tarihleri arasında yaşanan olaylarla da ilişkili olduğunu, sadece isnat edilen suçların değiştiğini vurgulayan Büyük Daire, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını talep etti.
Bu kararın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez. Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimizce değerlendirilir' ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun; “AİHM'in hangi sebeple olursa olsun almış olduğu karar, boşlukta bir karardır, hiçbir anlamı söz konusu değildir' açıklamalarıyla kararın siyasi olduğuna vurgu yapıldı.
Gerçekten de mahkeme kararında yer alan; “tutukluluk halinin basmakalıp gerekçelerle sürdürülmesi” ve “siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama yönünde ağır basan siyasi bir amaçla tutuklandığı” ifadeleri AİHM’nin ne kadar önyargılı, ne kadar siyasi ve ne kadar adrese teslim sipariş karar verdiğini açıkça ortaya koymuştur.
Anayasa’mızın 138. Maddesine göre; “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Mahkeme kararında yer alan “derhal serbest bırakılsın” ifadesi Anayasanın; bu çok açık hükmüne aykırı olduğu gibi, mahkeme kararında asla yer almaması gereken bir küstahlığı da yansıtmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değildir ama AİHM bir kabile devleti yargısı gibi karar vermiştir.
Amiyane tabirle siparişi almış ve paket servis yapmıştır.
“Kararla ilgili eleştiriler üç noktada yoğunlaşıyor; karar ‘iç hukuk yolları tüketilmeden’ alındı; ‘derhal bırakılması’ şeklinde bir ‘hüküm’ içeriyor ve daha önce İspanya’da ayrılıkçı terörü desteklemekten kapatılan Batasuna partisine ilişkin kararın gerekçeleriyle çelişiyor.
Ek olarak; Avrupa Birliği ve Avrupa Adalet Divanı’nın İspanya’nın Katalan bölgesinin ayrılığını savunan siyasetçilerin yargılanmasına karşı aldığı karşı aldığı ‘tutum’ da aksi yönde.
AİHM eski üyesi Rıza Türmen, 3 Temmuz 2009’da Milliyet’te, Mahkeme’nin kriterlerini şöyle özetledi: “Şiddetin kınanmaması ‘zımnen onaylanması’ anlamına gelir. Partilerin kapatılması sadece şiddet öğesine bağlanamaz, demokrasi ile bağdaşmama hali sadece şiddetle sınırlı tutulamaz.”
Kıyaslama da bu gerekçelere dayanıyor;
“Bizzat Demirtaş ve HDP’lilerin ‘PKK terör örgütü değildir’ sözleri bile ‘kapatma gerektirecek suç’ ise, kendileri hakkında da bir sonuç doğurmalı değil mi?” (Mustafa KARTOĞLU-25/12/2020 Akşam)
İspanya söz konusu olunca 2003 yılında Bask ayrılıkçı partisi Batasuna’nın kapatılması; Terör örgütü ETA ve onun alt kuruluşlarıyla organik bağı; terör eylemlerini kınamaktan kaçınması, parti sözcüsünün ‘yasal veya değil her yoldan mücadelemizi sürdüreceğiz’ beyanları; terörizmi destekleyen afişleri, halkı devlete karşı tahrik etmeleri... gerekçesiyle doğru bulunuyor ama Türkiye söz konusu olduğunda (AİHM), her defasında Demirtaş'ın PKK'yla ilişkisini görmezden gelerek hukuka uysun veya uymasın serbest bırakılmasını istiyor.
6-8 Ekim kışkırtmasıyla 53 insanın hayatının yok edilmesinde dolaylı veya direkt katkısı olduğu iddia edilen Demirtaş farklı suçlardan toplam 144 yılla yargılanıyor.
Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan yazılı açıklamada; Kobani bahanesiyle katliam çağrısı yapan aralarında Selahattin DEMİRTAŞ’ın da bulunduğu HDP yöneticileri ile PKK elebaşları hakkında yürütülen soruşturmanın tamamlandığı, 27’si tutuklu, 6’sı adli kontrollü ve 75’i yakalamalı olmak üzere toplam 108 şüpheli hakkında dava açıldığı, iddianamenin Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildiği bildirildi. İddianamede, 37 kişi maktul sıfatıyla, 2 bin 676 kişi de mağdur müşteki sıfatıyla yer alıyor.
“AİHM, ilk kez bu kadar açık hukuk dışı ve siyasi bir karara imza attı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum kararın siyasi oluşunu şöyle açıklıyor; "AİHM; Demirtaş'ın 2019 yılındaki tutuklanmasıyla ilgili iç hukuk yolları tüketilirse o zaman değerlendirilir demesi gerekirken, tuttu hakkında iç hukuk yolları tüketilerek başvuru yapılmamış 2019 tutuklamasıyla 2016 yani ihlalin giderildiği tutuklamayı birbirine bağladı ve 2019 tutuklamasından dolayı ihlal verdi. Bu skandal bir karar. Tıpkı 367 anayasa yorumu gibi. Kardeşim 2019 önüne gelsin, sen yine ihlal kararı vereceksen ver.
2019'la ilgili Anayasa Mahkemesi bir karar vermiş değil. İç hukuk yolları da tükenmiş değil.
Peki, buna rağmen niye kalkıp 2019 kararına karşı bağımsız bir başvuru olmadığı halde bunun devamdır deyip karar veriyorsun. Nereden biliyorsun? Bu adama isnat edilen çok sayıda suç var. Her suçun ayrı hukuki dayanağı ve ayrı delili var.
Bu bile tek başına kararın hukuktan ne kadar uzak olduğunu ve AİHM'nin artık Türkiye'ye karşı, meseleye Avrupa Konseyi hukuku ve sözleşme çerçevesinde değil, Avrupa-Türkiye siyasi ilişkileri çerçevesinde tek yönlü baktığını ortaya koyan bir karardır. Yani siyasi yoğunluğu tavan yapmış hukuki değeri neredeyse sıfırlanmış bir karardır.
Bu yüzden de AİHM artık bizim için güvenilir bir hukuk mercii olmaktan büyük ölçüde çıkmıştır." (Mahmut ÖVÜR-Sabah 26/12/2020)
“AİHM, Almanya’da Solingen katliamı davasının 5 yılda bitirilememesini makul süre aşımı olarak değerlendirmiyor. Oysa Solingen’de evleri kundaklanması sonucu ölenlerin sayısı 5. Aralarında Türklerin de olduğu 10 kişinin öldürüldüğü NSU davasının gerekçeli kararının yazılması 93 haftada tamamlanabildi. Bu davada da AİHM, süre aşımı diye bir konuyu gündeme getirmiyor. Selahattin Demirtaş’ın iddianamesinde, Çukur olaylarında yüzlerce ölümden bahsediliyor. Sadece Kobani olaylarında 53 kişi öldü, 682 kişi yaralandı, 323 kişi tutuklandı. NSU davasında 437 duruşmada 765 tanık ve 51 bilirkişi dinlenirken, Türkiye’nin belli bölgesine yayılmış olaylarla ilgili sadece Selahattin Demirtaş’ı ayırarak yargılamanın devam etmesini istemek, Türk mahkemelerine de yargısına da hakaretten başka bir anlam taşımaz. (İsmail Zelvi-Milat 28/12/2020)
“AİHM’in HDP ve PKK’yla ilgili aldığı kararlar çok uzun zamandan beridir siyasi ve taraflı. FETÖ’nün Yargı’dan temizlenmesinden doğan boşluğu AİHM doldurmaya çalışıyor. AİHM, Türk siyaseti üzerinde yeni bir vesayet odağı olarak kendini göstermeye başladı. Avrupa “bugün Demirtaş, yarın da Öcalan’ın serbest bırakılsın” der! Muhalefet hangi hukuktan bahsediyor? En kritik konularda son kararı AİHM verecekse bu ülkenin bağımsızlığı, egemenlik hakkı nerede kaldı?” (Kurtuluş TAYİZ-Akşam 28/12/2020)
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diyor ki...
"HDP'nin (S. Demirtaş'ın) halkı sokağa çıkmaya çağırması, Türkiye'nin güneydoğusunda zor bir durum yaratmış ve bir dizi aşırı şiddet vakası meydana gelmiştir!"
Lakin...
Aynı AİHM, şiddeti kabul ettikten sonra, sorunlu bir yorumla bu çağrıların "siyasi söylem sınırları içinde kaldığını" savunuyor!
AİHM bir yandan yargılama öncesi tutuklamayı makul ve meşru bulurken, diğer yandan yakın tarihte verdiği kararında bu kez "tutuklamada yetersiz gerekçe" tezine sarılıyor.
Bununla kalmıyor, içtihatlarını da göz ardı ediyor. Yani, Demirtaş başvurusunu ele alırken başka bir dosyadan ceza aldığını, hakkında çok sayıda dava olduğunu ve bu davalarda çok yüksek miktarlarda cezalar istendiğini hesaba katmıyor!” (Okan Müderrisoğlu-Sabah 29/12/2020)
CHP İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan’ın TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Bak başına neler geliyor? Parasızlıktan ölüyorsunuz. Size bir kuruş para vermezler, kararını uygulamayın da görelim, açlıktan ölürsünüz” diye tehdit ettiği, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun “Demirtaş kararına saygı duyulmalı” dediği, Srebrenitsa katliamı ile ilgili olarak verdiği utanç verici ve adaletsiz karar ortada dururken, despotik bir zihniyeti yansıtan ve daha önce verdiği emsal kararlarla taban tabana zıt, mahkemelerimize küstah bir dille talimat vermeye kalkan AİHM egemenlik haklarımıza açık bir saldırıda bulunmuştur.
Hak ve adaletten yoksun sipariş üzerine verilmiş siyasi bir karara “uygulamayın da görelim, açlıktan ölürsünüz” diyerek ölümüne sahip çıkmak, mandacılığın ve teslimiyetçiliğin en hazin görüntüsüdür.
Bu küstah ve dayatmacı karara uyulduğunda yani sarı öküz verildiğinde sırada bekleyen diğer dayatmalar gündeme gelecektir.
Hikaye malum.
Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış. Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:
"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."
Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.
Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler:
"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."
Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.
Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar.
Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş.
Boz Öküz, Benekli Öküz''ün sözlerini hatırlayarak, "biz sarı öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı” demiş..
İşte AİHM’nin bu kararı “sarı öküzü verin kurtulun” kararıdır.
Sarı öküzü bir teslim alsalar arkası çorap söküğü gibi gelecek.
Bu ülkede sarı öküzü verip kurtulacaklarını zanneden ezikler var ama değil sarı öküz, sarı öküzün tezeğini bile onlara haram edecek milyonlar var.
Hodri meydan, Halep oradaysa arşın burada.
“Bosna-Hersek’in Srebrenista kenti 1995 yılındaki iç savaş sırasında BM Güvenlik Konseyi tarafından güvenli bölge ilân edilmiş ve Hollandalı BM askerleri güvenliği sağlamakla görevlendirilmişti. Ancak Bosnalı Sırpların eski generali Ratko Mladiç liderliğindeki Sırp birlikleri kente girince, BM askerleri karşı koymamıştı. Yaşanan olaylar sırasında BM çevirmeni Hasan Nuhanoviç, babası ve erkek kardeşi ve BM için çalışan teknisyen Rıza Mustafiç, Hollandalı birliklerin bulunduğu BM üssüne sığınmıştı. Ancak Hollandalı askerlerin üsten çıkardığı üç Boşnak daha sonra Sırp birlikleri tarafından öldürülmüştü. Daha sonraki günlerde Sırp birlikleri tarafından yapılan katliamda ise yaklaşık 8 bin Boşnak yaşamını yitirmişti. Söz konusu üç kurbanın yakınları AİHM’ne başvurarak, Hollandalı BM askerlerinin olaydaki sorumluluğunun araştırılarak, mahkemeye çıkartılmasını talep etmişti. Kurban yakınları, Hollandalı askerlerin söz konusu kişileri bilerek ölüme gönderdiğini iddia etmişti
Mahkemeden yapılan açıklamada, Hollanda’da bu konunun yeterince incelendiği ve söz konusu üç Hollandalı askerin sorumluluğu olduğuna dair şüphenin bulunmadığı ifade edildi. Ayrıca Hollanda mahkemelerinin yürüttüğü soruşturmanın yetersiz olarak tanımlanamayacağı ve daha önce yürütülen davaların tarafsız ve adil olmadığına dair işaret bulunmadığı belirtildi. Böylelikle, Srebrenitsa katliamının üç kurbanın yakınlarının AİHM’ye yaptığı itiraz “kabul edilemez” olarak nitelendirilerek, reddedilmişti. (22.09.2016 Deutsche Welle Türkçe)
İşte böyle utanç verici bir sabıkaya sahip olan AİHM’nin bize hak, hukuk adalet dersi vermeye hakkı yoktur.
“AİHM kararını sorgusuz sualsiz baş tacı edenlere, sormak gerekir. Hükümleri verilen FETÖ mensubu darbeci şahıslar da günün birinde AİHM’e başvurma imkanı bulsalar, 15 Temmuz’u “kontrollü darbe”, FETÖ ve terör örgütleriyle hukuki mücadele için OHAL kararının alındığı 20 Temmuz’u “asıl darbe” ve bunun da 1 milyon mağduru vardır sözlerinin atmosferinde acaba AİHM nasıl bir karar verir?
Demirtaş kararı gibi bir karara varırsa, bugün AİHM kararına toz kondurmayıp, AİHM’i yere göğe sığdırmayanların yaklaşımı nasıl olurdu acaba? (Yaşar Hacısalihoğlu-Akşam 29/12/2020)