Geçtiğimiz günlerde Anaya Mahkemesinin verdiği kararlara yönelik değerlendirmelerde bulunan İçişler Bakanı Süleyman Soylu, mahkemenin güvenlik soruşturmalarının kaldırılması yönündeki kararı ile terör örgütü üyelerinin kamuda görev yapabilmelerine imkan tanınacağını savunurken, Anayasa Mahkemesinin şehirler arası yollarda gösteri yürüyüşünü yasaklayan kanunu iptal etmesini de; "Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. Hadi git gel, özgürüz ya. Tamamen her şey güvenlik altında, hadi git. Niye polis koruması alıyorsun, niye eskortlarla geziyorsunuz? Ben varım sen var mısın, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı? Ben varım. Tek başıma arabamla gitmeye ben varım, sen var mısın? Her yere. Biz buralardan gideriz. Ama ne olursunuz bu ülke büyük bir mücadele içerisinden geçiyor, ayağımızı topal, bizi naçar bırakmayın, bizi zorluk içerisinde bırakmayın ne olursunuz." ifadeleriyle eleştirmişti.
Sayın Bakanın bu eleştirisine, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun kabulünün 8´inci yıl dönümü nedeniyle “İnternet Çağında Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması” konulu Sempozyumda, kayınpederinin vefatı nedeniyle Kahramanmaraş’a gittiği için katılamayan Başkan Zühtü ARSLAN’ın hazırladığı ve Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan tarafından okunan metinde yer alan şu ifadelerle cevap verildi.
“Yargı kararları, özellikle AYM kararları kutsal metinler değildir. Eleştirilebilir, dahası eleştirilmelidir. Bundan en fazla kurumsal olarak kararları eleştirilen yargı kurumu faydalanır.
Bununla birlikte yargı kararlarına yönelik eleştirilerin faydalı olabilmesi için asgari iki hususun önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi herhangi bir metni eleştirmek için öncelikle onu okuyup anlamak gerekir.
Bu, yargı kararları için de geçerlidir. Daha kararın gerekçesi bile yayımlanmadan tamamen varsayımlar üzerinden yapılan veya yayımlandıktan sonra okunmadan yöneltilen eleştiriler kamuoyunu yanlış bilgilendirme ve yönlendirme sonucunu doğurmaktadır.
Kararlara yönelik bazı eleştirilerden görüyoruz ki, kararlarımız okunmadan, bazen de okunduğu halde yeterince anlaşılmadan eleştirilmektedir. Halbuki sağlıklı bir eleştiri, okumayı ve okunanı doğru anlamayı gerektirmektedir.
Aksi takdirde kararda söylenmeyenler, söylenmiş gibi gösterilebilmektedir. İkinci olarak eleştirinin eleştirilenler bakımından etkili ve faydalı olabilmesi büyük ölçüde kullanılan üslûba bağlıdır. Çoğu kez ‘nasıl’ söylediğiniz, ‘ne’ söylediğinizin önüne geçer.
Hiç şüphesiz üslûp ya da ifade tarzı da ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır. Elbette herkes dilediği üslûbu tercih etmekte serbesttir. Ancak yargı kararından ziyade kararı verenlere odaklanan ve eleştiri ötesine geçen ifadelerin fayda getirmeyeceği, zira eleştiriyi mecrasından uzaklaştıracağı açıktır.
Sonuç olarak AYM, Anayasa´nın ve kanunların kendisine verdiği görev ve yetkiler kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti´nin temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan demokratik hukuk devleti niteliğini korumaya çalışıyor.
Görevini en iyi şekilde yerine getirmek için de çaba gösteriyor. Bu vesileyle buradan kamuoyuna bir çağrıda bulunmak istiyorum.
AYM´ye katkı yapmak istiyorsanız, lütfen kararlarımızı eleştirin. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.”
AYM Başkanı Zühtü ARSLAN tarafından kaleme alınan bu metninde kullanılan “okumadan ya da okuduğu halde anlamadan eleştirmek” gibi kinayeli ifadelere rağmen tartışma yine de seviyeli bir üslupla yapılırken bir AYM üyesinin bisikletini gösterip, Anayasanın 137. maddesini ortaya koyarak, 'hukuka kimse müdahale edemez' tweet’i atması uygun olmamıştır.
Çünkü Sayın Bakanın ifadesiyle; “Eğer bu davalar görülürken İçişleri Bakanı olarak, 'Benle alakası var, buna şöyle bakın' dersem bu tweeti atarsın ve 'yargıya kimse müdahale edemez' dersin. Ancak ben böyle bir şey yapmamışım ki. Tam tersi bitmiş, benim sonradan haberim olunca bir reaksiyon ortaya koymuşum. Eleştirme hakkı her zaman var, ben eleştirmiyorum ki senin arkadaşların eleştiriyor. Öyle bir hava oluşturuluyor ki sanki biz buna müdahale etmişiz de bu da anayasanın 137. maddesine aykırı gelmiş de öyle bir istifham oluşturmaya çalışmışlar. Bu büyük bir haksızlıktır."
Sayın Zühtü ARSLAN’ın da belirttiği üzere; “Yargı kararları, özellikle AYM kararları kutsal metinler değildir. Eleştirilebilir, dahası eleştirilmelidir. Bundan en fazla kurumsal olarak kararları eleştirilen yargı kurumu faydalanır”.
Sayın Bakan da sonuçlanmış ve karara bağlanmış bir konu ile ilgili görüş ve eleştirilerini ortaya koymuştur. Bu durum tweet atan üyenin iddia ettiği gibi “hukuka müdahale” değil, aksine çok haklı ve yerinde bir eleştiridir.
Müdahale karar alınmadan önce görüş açıklamakla olur.
Bir Anayasa Mahkemesi üyesinin müdahale ile eleştiriyi ayırt edememesi şaşırtıcıdır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik coğrafya ve karşı karşıya kaldığı terör riskleri göz ardı edilerek sanki İsviçre’de yaşıyormuşuz gibi verilen -abartılı özgürlükçü-kararlar kamu vicdanında onaylanmadığı gibi eleştiriyi de hak etmektedir.
03.08.2019 tarihli yazımızda da belirttiğimiz üzere; “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı il, ilçe ve beldelerinde “öz yönetim” adı altında devlete baş kaldıran ve kendi yönetimlerini kurduklarını ilan eden PKK’nın; kazdığı çukur ve açtığı hendeklerle şehirlere, ilçeleri, beldeleri yaşanmaz hale getirdiği, insanların evlerini yıktığı, işgal ettiği bir dönemde devletin yürüttüğü meşru mücadeleyi baltalamak ve Türkiye’nin uluslararası mahkemelerde yargılanmasını sağlamak amacıyla kaleme alınan bu ihanet bildirisinde yer alan ifadeler açıkça terör örgütüne destek olup TCK kapsamında suç olan bu fiilleri nedeniyle yargılanan akademisyenlere verilen cezalar Anayasa Mahkemesine göre ‘hak ihlali’ sayıldı”.
Bu karar da kamu vicdanında onaylanmadı ve ağır bir biçimde eleştirildi.
Sayın üye karara bağlanmış bir konuyla ilgili olarak eleştiri yapılmasını “hukuka müdahale edilemez” aforizmasıyla itibarsızlaştıracağına kendilerini açıkça bağlayan Anayasanın 153. Maddesini hangi gerekçeyle çiğnediklerini ve ciddiye almadıklarını açıklasaydı daha inandırıcı olurdu.
Sayın Zühtü ARSLAN’ın; “AYM´ye katkı yapmak istiyorsanız, lütfen kararlarımızı eleştirin. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.” İfadelerinden cesaret alarak bir eleştiri de biz yapalım.
Başta Anayasa Mahkemesinin değerli üyeleri olmak üzere herkesin bilmesi gerektiği üzere Anayasa’nın 153. Maddesine göre; “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez. ………….İptal kararları geriye yürümez. Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”.
Sayın Başkanın ifadesiyle “AYM, Anayasa´nın ve kanunların kendisine verdiği görev ve yetkiler kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti´nin temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan demokratik hukuk devleti niteliğini korumaya çalışıyor”sa neden Anayasanın 153. Maddesinin açıkça çiğnenmesine göz yumuluyor.?..
Şehirler Arası Yollarda Gösteri Yürüyüşünü Yasaklayan Kanunun iptali ile devletin güvenliğiyle ilgili gizli belgeleri açıklamak suçundan yargılanarak mahkum olan Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen ihlal kararlarını, gerekçeleri yazılmadan kim/kimler sızdırdı?
“Daha kararın gerekçesi bile yayımlanmadan tamamen varsayımlar üzerinden yapılan veya yayımlandıktan sonra okunmadan yöneltilen eleştiriler kamuoyunu yanlış bilgilendirme ve yönlendirme sonucunu doğurmaktadır” diyen Sayın Başkan kamuoyunun yanlış yönlendirmesinden ve bilgilendirilmesinden yakınıyor ise neden gerekçesi yazılmayan kararların sızdırılmasını önlemiyor?
Ya da önleyemiyor mu?
Anayasa Mahkemesi üyeleri ya da ilgililerinin gerekçesiz kararı sızdırmaları suç değil mi?
Bu açık ihlali yapanlara hesap soracak bir mercii yok mu?..
Sadece bu son kararlar değil ne yazık ki Anayasa Mahkemesi tarafından alınan kararların büyük bir bölümü gerekçesi yazılmadan sızdırılıyor ve Anayasanın 153. Maddesi alenen ihlal ediliyor.
Sayın başkanın ifadesiyle günlerdir varsayımlar üzerinden tartışmalar yapılıyor ama Anayasa Mahkemesi “hayır biz böyle bir karar almadık” diyemiyorsa içlerinde bir ya da birkaç köstebek var demektir.
Anayasa Mahkemesi gibi saygın bir Mahkemenin değerli üyelerine ya da ilgililerine böyle bir durum yakışıyor mu?..
Bu aleni hukuksuzluğun önlenebilmesi ve katkı sağlayacak eleştirilere meşru zemin hazırlanabilmesi için Anayasa Mahkemesi öncelikle Anayasanın 153. Maddesine titizlikle uymalı, buna uymayan üye ya da görevlileri hakkında gereğini yapmalı ondan sonra 137. Maddedeki “hukuka kimse müdahale edemez” hükmünü hatırlatarak “okunmadan ya da okunduğu halde tam anlaşılmadan eleştirme yapılmasından, yanlış bilgilendirme ve yönlendirmeden” haklı olarak şikayetçi olmalıdır.
Kendi gözlerindeki merteği görmeyenlerin elin gözündeki çöpe söz söylemeye hakları yoktur.
Çözüm bu kadar basit değil.
Çünkü mikropla virüs aynı şey değil..
Sayın Kılıçdaroğlu; Kovit-19 ile mücadeleye ilişkin olarak bir öneri sundu.
“Bu sorunu şöyle bir strateji ile çözebilirsiniz. Bir, önce bir sağlık sorunu çıkacak ortaya, önce mikrobun(!) yaygınlaşmasını engelleyeceksiniz, sonra mikrobun bulaştığı vatandaşlar varsa bunu tedavi edeceksiniz, önlemlerini alacaksınız. Bu kadar basit."
Yalnız ortada küçük(!) bir sorun var.
Mikropla virüs aynı şey değildir.
Dolayısı ile ikisi ile aynı ve basit yöntemlerle mücadele edemezsiniz.
Koronavirüs adından da anlaşılacağı üzere virüsün neden olduğu bir sağlık sorunu.
“Virüsler, hücresel bir yapıya sahip olmayan bulaşıcı ajanlardır. Mikroplar virüslere göre daha kompleks, sert ve ince bir zarla çevrili tek hücreli canlılardır. Kendi kendilerine çoğalabilirler. Mikropların çoğalabilmek ve gelişebilmek için canlı hücrelere ihtiyaçları yoktur. Canlı olmayan maddeleri kullanarak çoğalabilirler. Kaldı ki mikropların büyük çoğunluğu yararlıdır.
Yani her mikrop hastalık yapmadığından tedavi de gerekmez.
Virüsler mikroplara göre çok küçüktürler ve canlı bir hücreye girmeden yaşayamazlar. Bu özellikleriyle de mikroplardan ayrılırlar. Virüslerin tamamı zararlıdır.
Virütik hastalıklar için aşı, mikrobik hastalıkların tedavisinde ise antibiyotik kullanılır.”
Herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bu basit bilgilerden habersiz bilimsel dayanaktan yoksun öneride bulunursanız elbette ciddiye alınmaz.
Merhum gazeteci Uğur Mumcu; “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz” derdi.
Bilgiye dayalı olmayan öneriler çözüm getirmekten çok mizaha konu oluyor ama Koronavirüs mizahla önlenemeyecek kadar küresel ve ciddi bir sorun.
Dünyanın çaresiz kaldığı böylesine ölümcül sonuçları olan bir virüsle mücadele böylesine basit yöntemlerle yapılabilseydi salgın küresel boyut kazanmazdı.
Bu konuyu duruma uyan bir fıkra ile bitirelim.
Çalıştırdığı takımın kümede kalması için maçı üç sıfır kazanması gereken Antrenör soyunma odasında taktiğini açıklıyor.
“Arkadaşlar öyle ya da böyle bu maçı alacağız başka yolu yok. Maç başlar başlamaz rakip daha gözünü açmadan bir gol atıyoruz. Sonra kısa paslarla top çeviriyoruz, devre bitmek üzere iken bir fırsatını bulup ikinci golü atıyoruz. İkinci yarı rakibe pas imkanı vermeden uzun paslarla top çeviriyoruz, maçın sonlarına doğru yine bir fırsatını bulup üçüncü golü de atarak kümede kalıyoruz, bu kadar basit, anlaşılmayan bir şey var mı?..” deyince futbolcunun biri “hocam üç gol atacağız bunu anladık ta golleri kim atacak?..” diye sorunca cevap veriyor.
Her şeyi ben mi söyleyeceğim?.. ona da siz karar verin..
Adaletsizliği işleyen çekenden daha sefildir (Eflatun).
İstanbul Bahçelievler’de bir restoran sahibini araba alım satım bahanesiyle dışarıya çıkaran daha sonra uzun süre darp ederek ağır biçimde yaralayan ve yedi metrelik dereye atan saldırganların 'kasten adam öldürmeye teşebbüs', 'yağma', 'kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma' fiillerinden yapılan soruşturma esnasında failleri adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Ancak görüntülerin sosyal medyada yayınlanmasından sonra tutuklama kararı çıkartılarak adli kontrol kararı veren hakimlerle ilgili olarak HSK Birinci Dairesince inceleme başlatıldı.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül Twitter hesabından yaptığı açıklamada; "İstanbul Bahçelievler'deki olayın şüphelilerine tutuklama tedbiri uygulanmamasına ilişkin olarak disiplin hukuku ve yargı etiği bakımından inceleme yapılması için HSK Başkanı olarak Kurul'a inceleme izni verdim..
Adalet, demokratik hukuk düzeninin can evidir. Yargı, adaletiyle tartışmayı bitirir, vicdanları teskin eder. Ancak, kamu vicdanını şoke eden bir karar varsa bunun arkasında meslek kuralları ve disiplin hukukuna aykırı bir durum olup olmadığını araştırmak da HSK'nın görevidir.
Adliyenin kapısı adaletin kapısıdır. O kapıdan giren her bir mağdur, her bir vatandaşımız adalet terazisinin yüreğine vereceği hak, hukuk ve vicdan duygusunu hissederek bu kapıdan ayrılmalıdır." Açıklaması yaptı.
Son zamanlarda o kadar çok adli kontrolle serbest bırakılıp sosyal medyada yayımlanan tepkilerden sonra tutuklama kararı verildi ki bu durum adalete olan güveni ciddi bir şekilde sarsmaktadır.
Öyle ki niyet o olmasa da bazı adli kontrolle serbest bırakılanlara adeta yarım bıraktıkları şiddeti, istismarı tamamlama fırsatı verilmektedir.
Bu tür adli kontrol uygulamaları ne yazık ki suçlunun korunduğu gibi bir algının doğmasına da neden olmaktadır.
Hal böyle olunca sosyal medya istinaf mahkemesi gibi çalışmaktadır.
Çünkü sosyal medyaya düşen olaylar kamuoyu baskısı oluşturmakta ve genellikle tutuklama ile sonuçlanmaktadır.
Bu; yargının işleyişi açısından çok tehlikeli bir durumdur, çünkü sosyal medya platformu manipülasyona ve provokasyona müsaittir.
Şu son olaydaki ağır vahşete rağmen tutuklama kararı vermeyen mahkeme, sayın Bakanın ifade ettiği üzere “kamu vicdanını şoke” etmiştir.
O kararı alan hakimlerin eşleri, çocukları ya da herhangi bir yakınları benzer bir vahşete muhatap olsa idi acaba aynı kararı verirler miydi?
Sanmıyorum.
O nedenle de haklarında inceleme başlatılması isabetli olmuştur.
Ama yetmez, her gün bir başka örneğini gördüğümüz ve adeta rutine dönen bu tür “kamu vicdanını şoke eden kararlar verilmemesi” için gerekli önlemler (eğitim, yaptırım vs.) ivedilikle alınmalıdır.
Sokrates’in de söylediği gibi; “Yargıcın görevi doğruluğu bir bağış gibi vermek değil, doğru olarak karar vermek, kendi isteğine uymak değil yasalara göre yargılamaktır”.
Kimse keyfi kararını “adalet” diye yutturmaya kalkmasın.
Eflatun’un söylediği gibi; “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir".
Böyle bir sefalete katlanmak lüksümüz yok.
Kaldı ki hukukun kuvvetinin azaldığı yerde kuvvetlinin hukuku yer almaya başlamışsa (Mourice Duverger) orada adalet sadece kulağa hoş gelen bir sözden ibarettir.