Geçen hafta (7 Aralık) akşam saatlerinde rahatsızlanan annem haber verilen 112 acil yardım ekibinin çok kısa bir sürede gelmesiyle evlerine en yakın olan Gülhane Hastanesine kaldırıldı.
Yoğun bakıma yatırıldıktan sonra yapılan ilk tetkikler sonucunda kalp krizi geçirdiği belirtilerek bir süre daha gözlem altında tutulacağı söylendi.
Birkaç saat sonra bir kez daha kan alınarak ne yapılması gerektiğine karar verileceği ifade edildi.
Ancak aradan geçen bir saate yakın bir süreye rağmen tahlil sonuçları gelmedi.
Kardeşim neden geciktiğini sorunca da son derece pişkin bir şekilde alınan kanda çalışılamadığını, yeniden kan alınacağını söylediler.
Aldıkları kanı süresi içinde laboratuvara iletmedikleri için kan pıhtılaştığından çalışılamadığını (yani açık bir ihmal olduğunu) öğrenince yaşadığımız gerginliğin ardından gelen tahlil sonuçlarına göre riskin devam ettiği ve annemin en kısa sürede anjiyo olması gerektiği ancak Gülhane Hastanesinde yer olmadığı için anjiyo yapılabilecek bir hastaneye hastanın sevk edileceğini söylediler.
Bu sırada saat gece biri geçiyordu.
Ankara’nın en büyük hastanelerinden biri olan Gülhane Hastanesinde yer yoktu.
İlginçtir, sevk edilecek hastaneler arandığında bir kısmında anjiyo yapılmadığını, bazılarında ise yer olmadığı için kabul edilemeyeceğinin söylendiğini öğrendik.
Yarım saatlik bir telefon trafiğinden sonra çok uzak bir özel hastanenin anjiyo yapmak kaydıyla bizi kabul edeceğini söylediler.
Annemin durumunu dikkate alarak daha fazla geç kalmamak için ambulansla söylenilen hastaneye nakledildik.
Bir günlük bir tetkik ve değerlendirmenin ardından yapılan anjiyo sonucunda tıkalı olan ana damara stent takılarak açıldı ve annem 4 üncü günün sonucunda taburcu edildi.
Acil kardiyolojik vak’alarda ücret alınmayacağını bildiğimiz için bizden talep edilen parayı vermedik.
Ama bu durumdan haberi olmayan başkaları bu parayı verebilirler.
Çünkü insanlar hastalarının iyileşmesine odaklandıklarından öyle bir durumda para hesabı yapmıyorlar.
İyileşme sürecinin hızlandırılması için yatırdığımız bir başka özel hastanede bakım ve tedavisine devam edilen annemin tez zamanda sağlığına kavuşmasını ümit ediyoruz.
Aslında bu şahsi bir konu olduğu için yazmak istemedim.
Ancak Türkiye’nin Başkentinde gecenin bir yarısı durumu acil olan hastaya anjiyo yapılacak hastane aranmak zorunda kalınması kabul edilebilir bir durum değildir.
Son yıllarda sağlık alanında büyük yatırımlar yapıldığı ve bu alanda önemli ilerlemeler kaydedildiği doğrudur.
Fakat, ne kadar ilerleme kaydedilirse kaydedilsin işin içine insan ve para faktörü girdiğinde olumsuzluklar yaşanabiliyor.
Alınan kanın zamanında laboratuvara gönderilmemesi nedeniyle pıhtılaştığından üzerinde çalışılamaması sonucunda yeniden kan alınarak işlem yapılmasıyla geçen bir buçuk saatlik süre acil bir vak’a için hayati önemdedir.
Bu gecikme can kaybına neden olabilecek kadar uzundur ve telafisi de yoktur.
Kaldı ki o gece sadece annemin değil bir başka hastanın kanı da zamanında laboratuvara gönderilmediğinden çalışılamadığını ve hastadan yeniden kan alındığını öğrendik.
Duruma tepki gösterdiğimizde görevlilerin bunu sıradan bir olay gibi değerlendirmeleri ise başlı başına bir sorumsuzluktu.
Koskoca Gülhane Hastanesinde bunlar yaşanıyorsa gözden ırak yerlerde kim bilir neler yaşanıyor?..
Biz üç kardeş Ankara’da yaşamamıza, ulaşabileceğimiz yerler olmasına rağmen çok sıkıntı çektik.
Bu durumda dışarıdan gelenlere Allah kolaylık versin.
Geçen yıl Korgun’da kalp krizi geçiren babam da Çankırı da anjiyo yapılmadığından Ankara’ya sevk edilmişti.
Koca koca hastaneler var ancak anjiyo yapılamıyor.
Sadece Çankırı için değil sorun.
Ankara Pursaklar’da oturduğum evin hemen yanında 160 yataklı yeni bir devlet hastanesi açıldı, orada da anjiyo yapılamıyor.
Çünkü anjiyo yapacak doktor yok.
Küçük ölçekli hastanelerde anjiyo yapılamamasını anlıyoruz da koca koca hastanelerde anjiyo yapılamaması kabul edilir gibi değil.
Kalp hastalıklarının bu kadar yoğun ve kalp krizinden ölümlerin ilk sırada olduğu ülkemizde
Annemi götürdüğümüz 35 kilometre uzaklıktaki bir özel hastanede anjiyo yapılırken burnumuzun dibindeki devlet hastanesinde anjiyo yapılamamasının rasyonel bir izahı yok.
Tam da yukarıda belirttiğim sorunları yaşarken Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut ESEN’in Milliyet gazetesinde Melih AŞIK’ın köşesinde yer alan açıklamasını okuyunca neden rasyonel bir izahın olmadığını daha iyi anladım.
Sayın ESEN’in şunları söylüyor;
“1- Ülkemizde 2006’da sosyal güvenlik ve sosyal sigortalar alanında reform niteliğinde yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Bu bağlamda, tüm ülke nüfusunu kapsayan zorunlu genel sağlık sigortası (GSS) kurulmuş, sağlık hizmetlerinin SGK aracılığıyla verilmesi kabul edilmiş, bu düzenlemelere aykırı tüm yasalar (milletvekilleri ile ilgili olan 3671/4 madde hariç) yürürlükten kaldırılmıştır.
2- Milletvekilleri/emekliler, ülke nüfusunun tamamına yakınını kapsayan GSS sistemine dahil edilmemiştir. Milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kimselere yapılacak tedavi yardımının usul ve esasları, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanı’nca çıkarılan yönetmeliğe (takdirlerine) bırakılmıştır. Yönetmelikle milletvekillerine, SGK aracılığıyla, halkımıza verilenlerle kıyaslanamayacak oranda, onların hayal bile edemeyeceği tedavi yardımları sağlanmıştır.
Son yıllarda yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri, üst düzey askeri yetkililer de kapsama dahil edilmiş, onların tedavi giderleri de aynı yöntemle milletvekilleri gibi ödenmeye başlanmıştır.
3- Yukarıda açıklanan ‘kıyakla’ yetinilmemiştir. AKP milletvekillerince; 18.11.2019 tarihinde, 2/2368 Esas sayı ile TBMM’ye verilmiş bir teklifle, milletvekilleri üzerinden tedavi yardımından yararlanacak olan kimselerin TBMM Başkanlık Divanı’nca belirlenmesi istenmiştir.
Bu teklif, muhalefet milletvekillerinin de kayda değer itirazları olmadan, jet hızıyla 5.12.2019 günlü birleşimde, saat 03.00 sularında 233 kabul, 29 ret oyu ile kabul edilerek oyçokluğu ile yasalaşmıştır.
Böylelikle 82.8 milyon vatandaşımızı kapsayan, asgari 70 yıldır yürürlükte olan ve sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları kişileri belirleyen kadim/yerleşik yasal düzenlemeler milletvekilleri için baypas edilmiş; 14 bin kişi için süper ayrıcalık getirilmiştir. Milletvekillerinin iş kadını eşi, çalışan oğlu, kızı, iş insanı babası-anası için bile TBMM bütçesinden tedavi yardımı verilmesinin önü açılmıştır.
Son söz: Adaletin mülkün (devletin) temeli olduğu unutulmamalıdır.”
Görüldüğü gibi, doktor olmadığı için devlet hastanelerinde anjiyo yapılamazken, insanlar gecenin bir yarısında anjiyo yapacak hastane ararken, devlet 14 bin kişi için süper ayrıcalık getirmenin derdine düşmüş.
Kolay kolay bir araya gelemeyen sayın milletvekilleri tıpkı çakarlı araba kullanma konusunda kendilerine ayrıcalık tanınması için gösterdikleri dayanışma gibi bu ayrıcalıklı uygulama için aralarındaki görüş farklılıklarını bir yana atarak yakınlarının da TBMM bütçesinden tedavi yardımı almalarının önünü açmışlar.
Sayın milletvekillerinin ifa ettikleri görevin önem ve özelliği gereği bazı haklarının olmasına itirazımız yok.
Ancak Milletvekillerinin iş kadını eşi, çalışan oğlu, kızı, iş insanı babası-anası için bile TBMM bütçesinden tedavi yardımı verilmesinin yaptıkları görevle ne ilgisi var?..
Neden bu ayrıcalık?..
Neden bu imtiyaz?..
Millete verilmeyen imtiyaz vekiline neden veriliyor?..
Şimdi parti kuran eski bir başbakanın; Marmara’ya nazır Maltepe’de Tekele ait 2,5 milyar lira değerindeki bir araziyi beş kuruş almadan kendi kurduğu vakfa ait bir üniversiteye tapusunu vererek devretmesini, sonra o tapuyu ipotek ederek devlet bankasından kredi çekmesini, Mimarlar Odasının başvurusu üzerine Danıştay’ın bu devri iptal etmesiyle Halk Bankasının verdiği her kredide olduğu gibi geri istemesi üzerine, kendilerine siyasi baskı yapıldığı iddiasıyla eski cumhurbaşkanını devreye sokarak, tanınan imtiyazı kazanılmış hak gibi görenlerin ve halkı aptal yerine koyarak bu yapılanın eğitime katkı olduğu masalını okuyanların akademisyen ve siyasetçi oldukları bir ülkede bizim “ayrıcalık/imtiyazdan bahsetmemizin bir kıymeti yok.
Bahsetmemizin kıymeti yok ama onların bilmelerinde fayda var.
Yazar Marie Von Ebner-Eschenbach’ın yazdığı gibi Ayrıcalık hakkın en büyük düşmanıdır.