Geçtiğimiz Perşembe günü Avrupa’nın en medeni ülkesi olduğu iddia edilen İsveç’in Eskilstuna kentinde bir camiyi cemaat içinde iken ateşe veren ve 3 kişinin yaralanmasına neden olan Avrupalı neo-ırkçılar aynı gün akşam bir başka mescidi daha kundakladılar.
Bilindiği üzere aynı hafta içinde Almanya ve Avusturya’da da bazı camilere karşı saldırılar düzenlenmişti.
Geçtiğimiz yıllarda bazı Türklerin evleri kundaklanarak diri diri yakılmaları hala hafızalarımızda…
Sosyal medyada 68 bin üyesi bulunan NEJ TACK! TilMosk i Sverige (İsveç’te camiye hayır) adlı ırkçı kuruluş, saldırılara destek verdiklerini duyururken, benzer radikal gruplar da “cami kundaklamalarından duydukları memnuniyeti” ifade etmişler.
28 Aralık’ta Adriatik Denizinde yanan Norman Atlantic adlı feribotta öncelikle Yunanlılar ve İtalyanlar kurtarıldıktan sonra 53 Türk kurtarıldı.
17 Temmuz 2014 tarihinde Amsterdam-Kuala Lumpur seferini yapan Malezya Havayollarına ait uçak Ukrayna’nın doğusunda vurularak 298 yolcusuyla birlikte yere çakıldı.
Nerede vurulduğu belli, kimlerin vurabileceği belli, ama 298 kişi öldü kimsenin gıkı çıkmadı.
Niye?Çünkü, Malezya Müslüman bir ülke.
Tıpkı, Suriye’de batının gözbebeği Esed kimyasal silahla on binlerce kişiyi öldürmesine rağmen hiçbir şey olmadığı gibi…
Hani Obama’nın kırmızı çizgileri vardı?
Tıpkı, Orta Afrika’da, Arakan’da, Filistin’de en aşağılık işkenceler yapılmasına rağmen, mağdurlar Müslüman olduğu için kimsenin umurunda olmadığı gibi.
Bize yıllarca“medeni batı” yüklemesi yapılmıştır ama batı oldum olası medeni filan değildir.
Batı; sadece uşaklığını yapanlara karşı medenidir.
Ya batıya hizmet edersiniz, ya da sonucuna katlanırsınız.
Papağan gibi ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, basın özgürlüğünden bahsederler.
Ama bu özgürlükler sadece onlar içindir. Biat etmemişbir Müslüman, ya da bir Türk’ün hiçbir özgürlüğü yoktur. Olsa olsa rahat rahat öldürülme özgürlüğü vardır ve o da tek kullanımlık bir özgürlüktür.
Sonuçta batı hiçbir konuda hak ve haklıdan, mağdur ve mazlumdan yana olmamış, sadece kendi çıkarlarının ve kendi çıkarlarına hizmet edenlerin çıkarlarının savunucusu olmuştur.
Alın ABD’yi, alın Almanya’yı, alın İngiltere’yi, alın Fransa’yı ve alın diğerlerini...
Türkiye’nin başında ne kadar bela varsa hepsinde bu saydığım ülkelerin parmağı vardır. Yıllarca teröre destek, teröristlere silah veren bu ülkeler, yeri gelmiş hükümet yıkmış, yeri gelmiş hükümet kurmuşlardır.
Bir gecede bankaları boşaltmışlar, ülkeyi on cente muhtaç hale getirmişlerdir.
İMF şefleri başbakanları fırçalamıştır.
Onları hiçbir şekilde ilgilendirmemesi gereken iç meselelerimizde bile parmak sallayarak ayar vermeye kalkmışlardır.
Ülkede birilerine hesap sorulmaya kalkışıldığında nedenseilk anıran batı olmuştur.
Yakın geçmişte bu küstah tavırların çok sayıdaki ahlaksız örneğini gördük.
Kendilerinin yaptığı ırkçılık, kendilerinin yaptığı insan hakları ihlalleri ve kendilerinin yaptığı ayrımcılıklar ayyuka çıkmasına rağmen utanmadan ve en ahlaksız tavırla, tıpkı Şener Şen’in o meşhur repliğindeki gibi “yaptık ama sizin iyiliğiniz için yaptık” pişkinliğini sergilemişlerdir.
Türk göçmenleri ve bir Yunan göçmeni hedef alanNeonazi Seri Cinayetleri veya Döner Cinayetleri adıyla da anılan, 2000-2006 arası Almanya'da gerçekleşen ırkçı seri cinayetler on kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.
Cinayetin üç şüphelisinden ikisi 4 Kasım 2011'de başarısız bir banka soygununun ardından intihar etti. Geriye kalan kadın şüpheli ise polise teslim oldu.
Zoraki yargılamada katilUweBöhnhardt’tanneredeyse bir“braveheart”türetildi.
Duruşmalar şova ve moda gösterilerine döndü.
Yargılamanın iki yılda bitirilmesi planlanıyordu ancak, kim bilir kaç yıl daha devam edecek? Tıpkı Türkleri evlerinde diri diri yakan Alman katillerinin sözüm ona yargılamalarının halen devam etmesi gibi
Bu arada, davanın çok önemli bir tanığı aniden ölüverdi.
Bir başka önemli tanık ise intihar etti.
Bunlar Türkiye’de olsa batıdan kim bilir ne küstah açıklamalar yapılırdı.
Türkiye’deki her kritik davaya katılmak için çat kapı koşup gelen ortalık karıştıran Almanlara karşılık; Türk Gazetecileri duruşmalara almak istenmedi. Hatta önceleri bunun için salon küçük gibi utanç verici bir bahane uyduruldu. Neyse ki Alman Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda sınırlı sayıda da olsa Türk Gazeteciye duruşmaları izleme imkânılütfedildi.
Düşünebiliyor musunuz? Bizim iç işlerimizle ilgili her konuda açıklama yapan, hatta Türkiye’yi ziyaret eden cumhurbaşkanlarının bile densizlik yaptığı Almanya, Türk gazetecilerin davayı izlemelerine bile tahammül edemedi.
İşte medeniyet böyle bir şey...
Geçtiğimiz günlerde; casusluk yaptıkları gerekçesiyle Alman makamları üç Türk’ün tutuklandığı söylediler. Almanya’da casusluk yapan Türkler...
Bak şu çılgın Türklerin yaptığına. Almanya’da casusluk haa…
Tam anlamıyla yersenkirchen..
Oysa; ülkemizdeki her kaos ortamında provokatörlük yapan Alman Federal Meclis Başkan Yardımcısı ve Yeşiller Partisi milletvekili ClaudiaRoth’un şu son beş ayda yaptıklarına kısaca bir bakarsak kimin ne mal olduğunu daha kolay anlayabiliriz.
31 Ağustos: ClaudiaRoth, Türkiye üzerinden IŞİD'e silah yardımı yapıldığını iddia etti ve “NATO ülkesinin halifelik kurmak isteyen gruplara desteği kabul edilemez” dedi. Türkiye üzerinden IŞİD'e silah gittiğini söyledi. 4 Ekim: Roth başkanlığındaki Alman heyeti, 180 bin Kobani’linin sığındığı Şanlıurfa'nın Suruç ilçesini ziyaret etti. Roth, HDP'li vekillerden 'bilgi aldı'. 5 Ekim: Almanya'nın, Türkiye'ye baskı yapmasını istedi. 6 Ekim: Diyarbakır'a gelen ClaudiaRoth, HDP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak ve yardımcısı Fırat Anlı'yı ziyaret etti. Geliş amacını 'sığınmacıların durumunu yerinde görmek' olarak açıkladı. Aynı gün, Mardin'e geçip IŞİD'den kaçan Ezidileri ziyaret etti. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ile Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık'ın ağırladığı Roth, “Kürtler acı çekiyor. Sadece bu bölgede değil, Kobani'dekiler de olmak üzere bu insanlara destek olunması gerekiyor” dedi. ClaudiaRoth, sonra Demokratik Toplum Kongresi (DTK)'ne ziyarette bulundu. Burada “Kürtler 3 yıldır toprakları için direniyor eminim en kısa sürede bu kirli savaş son bulacak” dedi. Diyarbakır Barosu, Alman siyasetçiye Suriçi'ndeki Baro Evinde yemek verdi. Roth, “Kobani'deki son durum konusunda görüş alış verişinde bulunuldu”. Bir gün sonra olaylar çıktı ve PKK'nın terör eylemlerine dönüştü.
8 Ekim: Alman ZDF televizyonuna konuşan ClaudiaRoth, “Türkiye kirli politika izliyor” açıklamasını yaptı. Erdoğan için “Onun derdi; Esad. Onun yok edilmesi gerektiğini söylüyor. Böylece Sünni liderliği elinde tutmak istiyor. Bir yandan biz Kürtler için her şeyi yapıyoruz diyorlar, diğer yandan Erdoğan 'PKK ile IŞİD ile aynı' diyor. Bu bir çılgınlık” dedi.
10 Ekim: Alman derin devletinden HDP'lilere mesaj götürdü. Uzun zamandır 'Kürt kartı'na oynayan ve Türkiye'yi terör örgütü IŞİD'e yardım yapmakla suçlayan Alman siyasetçi, bu çerçevede Diyarbakır, Mardin ve Suruç'u ziyaret etti. Gültan Kışanak, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mülkiye Birdane gibi HDP kanadının önemli isimleriyle görüşen Roth'un ziyaretiyle birlikte, tesadüf ki 34 kişinin öldüğü Kobani olayları başladı. Olayların fitilinin ateşlendiği gün Alman siyasetçi, Diyarbakır Baro Evinde onuruna verilen yemekte bulunuyordu.
Ve nedense;Kobani ille de Kobani…
Ezidi ve ille de Ezidi.
Esed’in yerinden yurdundan ettiği Suriye’lilerle ilgili tek söz yok.
Şu anda sadece ülkemizde iki milyona yakın göçmen var. ClaudiaRoth,(tabii ki yerli işbirlikçilerinin destek ve katkılarıyla) içerimizi karıştırmaya çalışıp, büyüklere masal okurken, Türkiye kendi öz kaynaklarından beş milyar dolar harcayarak bu göçmenlere insani hizmet vermeye çalışıyor. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan batının katkısı ise sadece 200 milyon dolar. Bir de arada sırada teftişe gönderdikleri mankenler...
Bunlar bilinenler.
Ya bir de bilinmeyenler!
Ziya Paşa boşuna söylememiş;
“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde!”