Sözcü Gazetesi yeni yılın ilk gününde; "2020'de hatırlanmak istenmeyen, felaket ve gözyaşı" olarak nitelendirilen olayların arasına 86 yıl sonra Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin açılmasını ekleyerek Batı borazanlığının tipik bir örneğini sergiledi.
Oysa “Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına destek yüzde 70. Üstelik CHP seçmeninin yüzde 45’i, İYİ Parti seçmeninin yüzde 55’i de bu karara olumlu bakıyor (Mehmet ACET-Yeni Şafak 04/01/2021).
Yani Ayasofya’nın camii olarak ibadete açılması toplum üçte ikisi tarafından doğru bulunarak desteklenirken (ulusalcı geçinen bir yayın organının yılların hayali olan Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasını -dünya tepki gösterdi- değerlendirmesiyle felaket olarak nitelemesi, bilinç altının dışa vurumu olup, editöryal hata ile açıklanamaz.
Akıllarından geçirdikleri dillerinden kaçmıştır. Geçtiğimiz hafta Ayasofya Camii'nde Cuma Namazının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bu konudaki görüşü sorulduğunda; “Ben SÖZCÜ gazetesini okumuyorum. Kimse de lüzumsuz yere buna para verip almasın. Ayasofya 2020 yılının adeta taçlı yıldızıdır” cevabını vermişti.
Yunan Proto Thema Gazetesi, Sözcü Gazetesinin Ayasofya'nın yeniden camiye dönüştürülmesini "felaketler" arasında gösterdiğini hatırlatarak, Başkan Erdoğan'ın sözlerini 'kışkırtıcı' şeklinde yorumlamıştı.
Sonuçta, Sözcü’nün yılın felaketi olarak nitelemesi Yunanistan tarafından sevinçle karşılanmış, Sayın Cumhurbaşkanının “taçlı yıldız” ifadesi “kışkırtıcı” bulunarak içerideki muhiplerince değerlendirilmek üzere bir de “gol pası” verilmişti.
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz imzasıyla bir gün sonra yayımlanan açıklamada; “Kırmızı çizgimiz, “Vatan, millet, devlet, bayrak ve din”dir. Yıllarca SÖZCÜ gazetesi bunlara saygı duydu sosyal medya ve bazı sitelerde “SÖZCÜ Ayasofya'nın açılmasını felaket olarak gösterdi” yalanını yaydılar. Haberimizi çarpıtıp bizi hedef gösterdiler. Editoryal hata olarak yorumlanan bu sunumda, Ayasofya'nın açılışına “felaket” demek gibi bir kastımız yoktu. SÖZCÜ bu toplumun bir parçasıdır. Bizler de milletimizin sevindiğine sevinir, üzüldüğüne üzülürüz. Kırmızı çizgimiz, “Vatan, millet, devlet, bayrak ve din”dir. Yıllarca SÖZCÜ gazetesi bunlara saygı duydu” denilmek suretiyle zevahir kurtarılmaya çalışsa da gazetenin geçmişte attığı manşetler, yaptığı haber ve yorumlar dikkate alındığında bu açıklamalar samimi ve inandırıcı bulunmamıştır.
Aslında uzun cümleler kurmaya gerek yok, Ayasofya'nın açılışına “felaket” demek gibi bir kastları yoksa kısa yoldan samimi bir özür dilemek daha inandırıcı olurdu.
Kimse haberlerini çarpıtmadı, yalan söylemedi ve onları hedef göstermedi.
Çarpıtma, yalan ve hedef gösterme konusuna girilirse bu konuda rakipsiz olduklarını gösterecek bir sürü örneği geçmiş nüshalarında görmek mümkün.
Sadece “Saraya giden CHP”li haberi bile başlı başına “yalan haberde bir zirve” gibi.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun e-posta yoluyla tehdit edildiği, tehdit eden T. G. hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasına rağmen, hiçbir işlem yapılmadığını iddiaları üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklamada: "Müştekinin avukatları tarafından yapılan 28 Mart 2020 tarihli suç duyurusu, aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığımız soruşturma defterine kaydedilmiş, "ACELE İŞ" başlığı altında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne yazılan 30 Mart 2020 tarihli yazı ile de, 'Şüphelinin açık kimlik ve adresinin tespit edilerek yakalanması, şüphelinin cep telefonu, bilgisayar veya sosyal medya kullanımına uygun dijital materyallerine el konulması' talimatı verilmiştir. Şüphelinin yakalanması çalışmaları devam etmektedir." Denilerek haberin yalan olduğu belirtilmişti.
İzmir Depreminden sonra Sözcü Gazetesi'nin sürmanşetinde; "Bayraklı Belediyesi 208 binayı 'çürük' diye bildirmiş ama bakanlık işlem yapmamış" başlıklı bir haber yer almıştı.
Oysa Bayraklı Belediyesi Deprem Etüt Merkezi'nin; İzmir depreminde yerle bir olan Doğanlar ile Rızabey apartmanlarında oturmanın riskli ve tehlikeli olduğuna ilişkin 2012 ve 2018 yıllarında hazırladığı raporları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na göndermediği ortaya çıkmıştı.
Nitekim; belediyenin raporları göndermediği yazarları Saygı Öztürk tarafından da doğrulanmıştı.
Bunlar yalan haberler serisinden sadece üçü, arama motoruna sorduğunuzda çok sayıda yalan ve çarpıtma haber örneklerini görebilirsiniz.
Basın yayın organlarının muhalefet yapması sorun değildir, sorun; muhalefeti dış güçlerin diliyle yapmaktır.
Fransız düşünür Michel Onfray Ayasofya'nın ibadete açılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunurken; "Bir egemenlikçi olarak Türkiye'nin kendi içinde istediğini yapabileceğine inanıyorum. Bu çok doğal değil mi? Türk hâkimiyetindeki bir yapının statüsünün ne olacağına uluslararası kurumlar karar veremez. Türkiye istediği yeri cami yapar, istediği başka bir yeri de süpermarket. Şahsen bir Türk'ün camilerini yitirmeyi istememesini çok iyi anlayabiliyorum. Ben de bir Fransız olarak başka ülkelerin Fransa'da kendi kanunlarını uygulamaya kalkmasını istemiyorum. Ben de Fransa'daki anıtları ve hatta kiliseleri korumak istiyorum. Üstelik ben bir ateist olarak bunu söylüyorum" (03/09/2020 Takvim) diyecek kadar dürüst davranırken, bu ülkede muhalif cephede yayın yapan bir gazetenin bir ateist kadar dürüst ve cesur davranamaması düşündürücüdür.
Michel Onfray’ın da vurguladığı gibi; “Türk hâkimiyetindeki bir yapının statüsünün ne olacağına uluslararası kurumlar karar veremez. Türkiye istediği yeri cami yapar, istediği başka bir yeri de süpermarket”. Bu kadar basit.
Bu durumda ortada bir felaket varsa o da "Ayasofya’nın 86 yıl aradan sonra yeniden ibadete açılmasını tıpkı Yunanistan gibi 'felaket' olarak gören zihniyettir.
Nitekim; CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu; "Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da müze olarak korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı hatta Sultanahmet de müze olmalı çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil, kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar" diyerek,
Katıldığı bir radyo programında CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz; “Ayasofya ne kilisedir ne camidir. Aslında ikisini de zamanında tarih içinde kendi içinde barındırmış bir binadır. Bu açıdan bakıldığında önemli bir medeniyet mirasıdır. Dünyanın önemli bir mirasıdır. Bu şekilde UNESCO’da kayıtlara geçmiştir. Hükümet bu konu üzerinden gerginlik yaratıyor. Hükümet, açtım açacağım, diyerek gerginlik yaratmasa bu konu uluslararasılaşmaya doğru evrilmeyecekti. Türkiye ve Yunanistan tarafının bu konudaki duyarlılıklara hassasiyet göstermesi gerekir” (Yeni Şafak 10/07/2021) diyerek felaket olan zihniyeti teşhir etmişlerdi.
“Ne kadar para istersen veririz, yeter ki davadan vazgeç”…
Kadına yönelik şiddetin bir türlü önüne geçilemediği ülkemizde bu sorunla ilgili olarak ortak bir çözüm bulunması için gayret gösterilmesi ve konunun siyasi malzeme yapılmaması gerekirken siyasi figürlerin bizatihi olayların öznesini oluşturduğu örneklere tanık oluyoruz.
Figür siyasi olunca gerçeği araştırmak, sorumlulara hesap sormak yerine “siyasi komplo, gündem değiştirmek, rant çetesinin iftirası” gibi klişe savunmalarla “benim tecavüzcüm, benim katilim masumdur”a evrilen bir kısır döngü oluşuyor.
Sonuçta bu durum, nasıl olsa kendilerine bir sahip çıkan birilerinin bulunacağı düşüncesine kapılan suçlulara hayat öpücüğü oluyor.
Günlerdir ortaya dökülen ve failleri siyasi olan taciz ve tecavüz iddiaları ile ilgili olarak kararlı bir duruş gösterilmeksizin bunların gündem değiştirme amaçlı iftiralar olduğu yolundaki açıklamalar ciddiyetten uzaktır.
Bazı iddialar o kadar ağır ve muhatapları açısından o kadar utanç vericidir ki artık mızrak çuvala sığmamakta, zırva tevil götürmemektedir.
Bunun son örneği; Muğla'da Cemal Metin Avcı tarafından katledilen Pınar Gültekin'in babası Sıddık Gültekin’in, bir CHP milletvekilinin kendisini arayarak zanlının ailesine yönelik şikayetinden vazgeçmesini istediği' iddiasıdır.
Gültekin, 4 Ocak'ta duruşma sonrasında açıklama yapacağını yanlış haberler çıkması üzerine açıklama yapmaya mecbur kaldığını belirterek, kendisini arayan kişinin CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin olduğunu söyledi.
Gültekin, "Bugüne kadar sessiz kaldım. Biraz heyecanlanıyorum, çünkü ilk defa medyanın karşısına çıkıyorum. Ben acılı bir babayım, beni de mazur görün. Ayın 16'sında kızım Muğla'da diri diri yakıldı. Ayın 23'ünde telefonum çaldı. Milletvekili Süleyman Girgin olduğunu söyledi. Taziye dileklerinde bulundu, taziye kelimesinden sonra 'Davadan vazgeç' dedi bana. 'Kamu davası zaten devam eder. Biz senin yanındayız. Ne gerekiyorsa yapacağız' dediler. Çünkü karşı taraf, annesi CHP'de bir ilçe başkanı olduğunu biliyorum. Aynı partideler ve söyleyeceğim kelime harfi harfine doğrudur. 'Aksi ispat edilirse intihar ederim' demişim. Ve ben kabul etmedim, kızınız olsa acaba siz kabul eder misiniz? Telefonu kapattım, tahminen 1,5-2 dakika sürmedi. Olayı da kapattım" dedi.
Gültekin, kızının taziyesinden 20 gün sonra Hizan CHP İlçe Başkanı Aydın Sadak'ın akraba ve arkadaşlarını devreye sokarak kendisiyle görüştüğünü söyleyerek "Bana ulaştılar, geldiler, inanmadım ilk önce. Dedim ki sizi kim aradı. Süleyman Girgin'in aradığını söyledi. Telefonunu çıkardı, beni arayan kişinin, onu arayan kişiyle aynı olduğunu gördüm. Ben kabul etmedim. Defalarca beni aradı. Defalarca orada birebir görüştük. 'Ne kadar para istersen veririz, yeter ki davadan vazgeç, zaten kamu davası sürüyor.' Benim kızıma Muğla'dan çok iftiralar atıldığı için canı pahasına da olursa İstanbul tapusunu da verseler bile ben bu davadan vazgeçmeyeceğim. Sonuna kadar nereye giderse gitsin. Ben zaten yaşayan bir ölüyüm. O yüzden davadan vazgeçmedim. İstanbul'a geldim” diyen acılı baba 4 Ocak’ta yapılan ilk duruşmada “kızım suçluymuş gibi davranılıyor diyerek duruşma salonunu terk ederken, ifadelerin tamamının yönlendirmeli olduğunu ve sanığın değil müvekkilin yargılanmaya çalışıldığının iddia eden Avukatı Rezan Epözdemir mahkeme heyetinin reddi talebinde bulundu.
Bunlar yargılamanın da sancılı geçeceğinin işaretleri.
İtiraz ve temyiz mekanizmaları ile yargısal süreç devam edecek öyle ya da böyle bu iş sonlandırılacak ama evladı yakılarak öldürülen bir babadan şikayetinden vazgeçmesini istemek cinayetten ve tecavüzden daha büyük bir ahlaksızlık ve utanç verici bir ikiyüzlülüktür.
Varlıklarının gereğinin yerine getirerek tepki gösterenlere sözümüz yok ancak ortada duran kurşun gibi ağır gerçeklere rağmen üç maymunu oynayan ama diğer yandan da kadın haklarını savunduklarını iddia eden sivil toplum örgütlerinin kadın haklarını savunmakla filan ilgilerinin olmadığı, birer taşeron örgüt oldukları görülmüştür.
Bundan sonra söyleyeceklerinin de hiçbir kıymeti yoktur.
Başörtüsü baretten daha mı güvenlidir?..
Eski Devlet ve Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın, Halk TV'de Şirin Payzın'ın sunduğu 'Sözüm Var' programında 28 Şubat olayları tartışılırken, "Kendimden söylemek istiyorum. Ben yargılandığım zaman, türbanlı bir hakimin karşısına gittiğimde benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var" ifadeleri haklı olarak tepki çekti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da katıldığı açılışlar sonrasında, “Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmiyor ve doğru bulmuyorum. Çağın neresindeyiz biz? Kişi başörtüsü takar takmaz. Bu onun tercihidir” dedi.
Kılıçdaroğlu’nun kendisini lincin ortasına attığını söyleyen Sağlar, "Kemal Bey bu olayı vesile ederek benden tamamen kurtulmak istiyor ama kurtulamaz. Benim gibi eleştirel değil, kendi yakın çevresinden biri aynı şeyi söylese bu kadar sert tepki göstermezdi. Beni lincin ortasına attı. Asla vefa göstermedi" diyerek karşılık verdi.
Bu da yetmedi; “Bu başörtüsü meselesi değil, siyasal İslam’ın adım adım Cumhuriyet’in temel ilkesi olan laikliği ortadan kaldırma çabasıdır” diyerek ağzındaki esas baklayı çıkardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fikri Sağlar’ın zihniyetinin “CHP zihniyeti” olduğunu söyledi ve “Bay Kemal’in yanına iki başörtülü alması, adeta vitrin mankeni koyması kimseyi aldatmıyor” diyerek tepki gösterdi.
“Erdoğan bana vitrin mankeni dedi. Hem bana hem kadınlara hakaret etti” diye yakınan başörtülü CHP Parti Meclisi Üyesi Sevgi Kılıç Fikri Sağlar’a haddini bildirmek yerine, “İSTAÇ Kompost ve Geri Kazanım tesislerine yaptığı ziyarette Sayın Kılıçdaroğlu’nun yanında kameralara başörtülü görüntü verdi.
Bugüne kadar bu tür törenlerde göremediğimiz Sevgi KILIÇ’ın, herkesin baret taktığı bir törende, başörtülü olduğu özellikle anlaşılsın düşüncesiyle başında hiçbir koruyucu olmadan yer alması tam da “Çok Güzel Hareketler”e skeç konusu olacak komiklikteydi.
Sayın Kılıç madem kendisine vitrin mankeni denmesinden rahatsız, neden o törende baret takmadan başörtülü olarak özellikle görünmek istemiştir?..
Yoksa başörtü daha güvenli olduğu için mi baret takmamıştır?...
Aynı Fikri SAĞLAR, SHP Genel Sekreteri iken 'başörtülü ve mutlu ev kadını' afişiyle kırsaldan oy istemişti. 25 Ekim 1987 gününe ait gazete haberinde; "Genel seçimlerde halkın karşısına etkin ve değişik bir imajla çıkmaya hazırlanan SHP 'başörtülü ve mutlu ev kadını ' afişi ile kırsal yörelerden oy istemişti. SHP Genel Sekreteri Fikri Sağlar, afişteki mesajın hedefinin kitleler tarafından algılanacağından oldukça emin şekilde afişi çalışma odasına yerleştirdi ifadeleri yer almıştı. (04/01/2021 Sabah)
Demek ki başörtülüler evde oturup bir de kendilerine oy verince hiçbir sorun yok.
Temizlikçi kadınlar bu zihniyet için en ideal kadınlar.
Ama hakim, savcı, doktor, avukat, akademisyen vs. olunca onlara güvenilmez.
Bu bir nefret suçudur. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan açıklamada, Fikri Sağlar'ın 30 Aralık'ta bir televizyon kanalında "Türbanlı hakim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militanca ve ideolojik takılıyor, bununla mücadele edilmeli" şeklindeki ifadeleri nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçundan resen soruşturma başlatıldığı belirtildi.
Uzun lafın kısası; Herkesin baretli olduğu bir törende özellikle baret takmayarak başörtülü görüntü veren Sevgi KILIÇ parti Meclisinde birlikte görev yaptıkları Fikri SAĞLAR’a haddini bildirmek yerine vitrin mankeni olmayı tercih etmiştir.
Vitrin mankenliği kendi tercihi olduğu de için sızlanmaya hakkı yoktur.
Gaflet, delalet ve hıyanet..
Genel Kurmay başkanlığı yapmış İlker Başbuğ diyor ki; “Menderes erken seçim yapsaydı 27 Mayıs olmazdı”.
Madem darbecilerin demokrasi aşkından bu kadar emin o zaman kendisine hatırlatalım.
-Türkiye’deki ve dünyadaki bütün darbeler demokrasi ve özgürlük getirmek için değil, ABD’ne uşaklık yapmayanlara hadlerini bildirmek için yapılmıştır.
-Zaten darbeciler de bizzat ABD tarafından “our boys” denilerek sahiplenilmiştir.
Bu kadar net bir gerçeği görmeyerek/görmezden gelerek ve kendisini kelepçeleten Fetö’nün hamisi ABD’ye tek söz edemeyip “erken seçim yapılsaydı 27 Mayıs olmazdı demek tam bir gaflet olup, darbeyi meşrulaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmez.
****
Gazeteci olduğu iddia edilen bir müptezel artık darbe ihtimalinin çok uzak olduğunu, bugünün koşullarında darbe yapacak kabiliyet olmadığını ifade ederek; Tayyip Erdoğan'ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım. Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, başka bir doğal felaket. Çok büyük sel, çok büyük yangınlar… Hani Avustralya'yı yakan yangın vardı ya o kadar büyük yangınlar, deprem, çok büyük can kaybına yol açacak sel felaketi gibi… Ama en korkutucu olan Türkiye'nin bir askeri başarısızlık elde etmesi." Diyerek iktidarın değişmesi için halkın iradesi yerine felaketlerden medet umacak kadar aşağılık ve utanç verici bir zihniyetin temsilcisi olduğunu gösterdi.
Özellikle “Türkiye’nin büyük bir askeri başarısızlık elde etmesi” gibi ancak bir düşman/hain tarafından istenecek bir beklenti; gaflet, delalet ve hıyanettir.
Soru şu..
Hangisi daha değerlidir? bu müptezellerin ağzından çıkan mı? tavukların kıçından çıkan mı?..