Yaşadığımız yerel seçim süreci özellikle İstanbul’la ilgili çok ciddi usulsüzlük, kanunsuzluk ve keyfilik iddiaları nedeniyle henüz tamamlanmadığından, ülke gündemini ağırlıklı olarak bu konuya odaklı tartışmalar belirliyor.
Halkın iradesinin sandığa yansımasını engelleyen bir durum var ise elbette iddialar en ince ayrıntısına kadar incelenmeli ve kamu vicdanını tatmin edilecek bir karar alınması zorunludur.
Ancak seçim dışında ciddi gelişmeler yaşanmaktadır ve bunların göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Bunlardan belki de en önemlisi Birleşik Arap Emirliği (BAE) ajanları Samir Semih Şaban ve Zeki Yusuf Hasan’ın Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) titiz operasyonuyla yakalanmasıdır.
Samir Semih ŞABAN sıradan birisi değildir.
Türkiye ile ilgili her pis işe burnunu sokan, iflah olmaz bir Türkiye düşmanı ve 15 Temmuz darbe girişiminde finansörlük yaptığı bilinen, BAE ve Suudi Arabistan istihbaratının tetikçisi Muhammed Dahlan’ın en yakınındakilerden biri olan Samir Semih Şaban’ın uzmanlık alanı; patlayıcı/bomba yapımı, suikast ve sabotajdır.
Lübnan’da mühendislik okuyan Şaban bomba, suikast ve sabotaj eğitimini de bu ülkede aldı. Şaban’ın babası da tıpkı kendisi gibi bir patlayıcı uzmanı.
Yaklaşık 6 aydır Türk istihbaratınca izlenen ve geçtiğimiz pazartesi günü yapılan bir operasyonla yakalanan iki ajan, Birleşik Arap Emirlikleri ile bağlarını gizlemek için Filistin pasaportu taşıyorlar.
MİT tarafından takip edilen iki casus, Türkiye’de özellikle Arapların yoğun olarak bulunduğu yerlerde dolaştılar.
Samir Semih Şaban ve Zeki Yusuf Hasan’ın Türkiye’deki Hamas’lıların faaliyetlerini izlediler, Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki şemasını ortaya çıkarmaya çalıştılar.
ABD’nin Hamas’a olumsuz bakışı ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün ABD Kuklası Sisi tarafından terör örgütü olarak ilan edildiği göz önüne alındığında yakalanan ikilinin ahlaksız bir planı gerçekleştirmek için ülkemizde bulunduklarını tahmin etmek zor değil.
Şaban; El Fetih'in istihbarat biriminde görev yaptı, Zeki Yusuf Hasan ise El-Fetih’e bağlı Filistin istihbaratında üst düzey görevlerde bulundu.
İkilinin bölgedeki birçok ülkeye giriş-çıkış yaptığı öğrenilirken, iki ismin de bir dönem orduda görev yaptıkları belirlendi.
Bu iki ajanın Hamas-Fetih çatışmalarının yaşandığı dönemde İsrail istihbaratı ve Muhammed Dahlan’la sürekli irtibat halinde olmaları, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının içeriden alınan destekle sürdürüldüğünü ve ihanetin büyüklüğünü göstermektedir.
Samir Semih Şaban’ın Filistin geçmişi karanlık.
2007 yılında Hamas’a yönelik saldırılar sırasında bir sırt çantasına 25 kilogram patlayıcı yerleştiren bir grup El-Fetih üyesi, korumalardan korkarak saldırıdan vazgeçmiş ancak yakalanmaktan kurtulamamışlardı.
Olay sonrası Hamas, 10 kişiyi gözaltına almış, El-Fetih üyeleri suikast planını itiraf etmişti. Hamas lideri İsmail Haniye’nin namaz kılmak üzere geldiği camide patlatılması planlanan bomba ile hem Haniye hem de yakınında bulunanlar öldürülecekti.
İşte saldırıda kullanılmak istenen o bomba, geçtiğimiz pazartesi Türkiye’de yakalanan Şaban tarafından hazırlanmıştı.
Bu suikast girişiminin ardından Gazze’den kaçmak zorunda kalan Şaban, ‘aranan suçlular’ listesine alındı. 2008 yılında Gazze’den çıkan Şaban, o tarihten beri BAE’de ikamet ediyordu.
O zaman şu soruların sorulması farz oluyor.
Bu iki alçak Türkiye’de sadece istihbarat toplamak için mi görevlendirildiler?..
Yoksa ses getirecek bir suikast düzenleyip suçu Türkiye’nin üzerine mi atacaklardı?.
Hatırlanacağı üzere Cemal KAŞIKÇI cinayetini planlayan Prens Bin Selman, Kaşıkçı’nın dublörünü bile hazırlamıştı.
Hem Kaşıkçıyı öldürecekler hem de suçu Türkiye’ye atacaklardı.
Kaşıkçı’ nın nişanlısının dışarıda bekliyor olması çok önemliydi ancak Türkiye’nin süreci çok iyi yöneterek anında tespit ettiği net delilleri, katil sürüsünün görüntülerini dünya kamuoyu ile etkili bir şekilde paylaşarak asıl faili ortaya çıkarttığından ihale Türkiye’ye yüklenemedi.
Demek ki yarım kalmış proje; bu defa BAE ve Suudi Arabistan’ın ve elbette ki ABD’nin tetikçisi azılı ve azgın Türk ve Türkiye düşmanı DAHLAN’ın iki adamına verildi.
Yerel seçimlerle ilgili bir sürü mide bulandırıcı gerçeğin ortaya çıktığı İstanbul’da iki bombacı ve suikastçının (muhtemelen başkalarının da) varlığını tesadüfle açıklayabilir miyiz?..
Ciddi bir şekilde seçim tartışmalarının yaşandığı İstanbul’da bu iki hain ve işbirlikçileri Allah korusun bombalar patlatıp masum insanların kanını dökselerdi biz şimdi bambaşka şeyleri konuşuyor olurduk.
Neyse ki yüz akımız MİT bu iki haini izleyip yakaladı ve adalete teslim etti.
İkide bir Türkiye sudan bahanelerle Arap turistleri tutuklayacak/tutukluyor diye anıran BAE ve Suudi Medyası’nın da turistten kimleri kastettiğini anlamış olduk.
Türk Milleti ve devletine karşı her türlü yalan, iftira ve hainliğin içinde olan DAHLAN’ın yakalanan bu iki adamı (belki henüz yakalanmayanlar da olabilir) öttüğünde/öttürüldüğünde ortaya çok pislik döküleceğine kuşku yok.
Kim bilir içeride hangi hainlerle işbirliği yaptılar.
Bu ve benzeri Müslümanların cehennemin dibine kadar yolları var..
Ama garip olan; bu ülkede oturup kalkıp demokrasi ve insan hakları nutukları çeken kimi siyasilerin bu gelişmeler karşısında tek söz söylememeleri.
İstiklal marşımızı okumayan/okutmayan, bayrağımızı, asmayan/astırmayan terör örgütü aparatlarına lafımız yok. ..
Farklı siyasi düşüncelerde olsak ta ülke birliği ve istikbalimiz için gür sesle tepki göstermek gerekmiyor mu?..
Bomba, sabotaj ve suikast uzmanı olan iki kiralık katilin İstanbul’da yakalanması, üzerine konuşulmayı gerektirmiyorsa neyi konuşacağız?..
XXX
Ciddi bir biçimde konuşulmayan ancak ülke çıkarları açısından önemli bir konu da Sudan’daki darbedir.
ABD tarafından kurgulandığına kuşku bulunmayan darbe; Suudi Arabistan, Mısır ve BAE tarafından desteklenen Savunma Bakanı Awad Bin Avf tarafından gerçekleştirildi.
Peki kim bu herif?..
Darbeci Sisi’nin Kahire’deki okuldan sınıf arkadaşı..
AVF darbeyi yapar yapmaz Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini tutuklatarak Sisi’ye olan bağlılığını ortaya koydu.
Şimdi diyeceksiniz ki Sudan’daki darbeden bize ne?..
Türkiye nere Sudan nere..
Ama durum bildiğiniz gibi değil.
Türkiye özellikle Sudan ve Somali ile yakın ilişkiler kurarak Afrika’da çok ciddi jeopolitik adımlar atmış ve kazanımlar elde etmişti.
Sudan’daki darbe işte bu jeopolitik adımları akamete uğratmayı hedeflemektedir.
Nitekim darbecilerin ilk iş olarak Türkiye’nin Sevakin adasında askeri üs kurmak için yaptığı anlaşmayı iptal edecekleri söylemeleri niyetlerinin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye ile Sudan arasında imzalanan bu anlaşma özellikle Suudi Arabistan’ı çok rahatsız etmiş ve rahatsızlıklarını çeşitli yollarla dile getirmişlerdi.
Bu darbeyle Türkiye’nin Kızıldeniz’den Körfeze kadar olan alan içinde kuşatılması hedeflenmektedir.
Yani Türkiye nereye el atsa, kimle iyi ilişkiler kursa hemen bu ilişkiyi sonlandıracak bir gelişme yaşanmaktadır.
Peki bunlar tesadüf müdür?..
Değildir.
Değildir ama bu gelişmeler ülkeyi yönetme iddiası taşıyan bir sürü siyasi aktörün de umurunda değildir.
Çünkü Günübirlik konularda laf yetiştirmek daha kolay, çünkü bilgiye gerek yok üfür gitsin.
Ve patates soğan edebiyatı daha çok alıcı buluyor.
"Bugün Türkiye'nin en bereketli toprakları burası. Buralar vadedilmiş topraklar. Musa bütün ömrünü bu toprakları arayarak geçirdi. Geldiler bu toprakları da kuruttular." Diyerek İsrail’in sözcüsü gibi konuşanlara -dirsek temasının hatırına- iki çift söz etmezken/edemezken, İstanbul Çamlıca’ya yapılan ve bir gurur abidesi solan Çamlıca Camii’ni gereksiz bulmakla kalmayıp; Münafıklarca Medine'de Kuba denilen yerde Müslümanlara zarar vermek amacıyla inşa edildiği için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenen ve münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine Efendimiz tarafından (sav) yıktırılarak fitne kaynağı olmasına izin verilmeyen camiye benzetecek kadar akıl tutulması yaşayan zihniyetten böylesine ciddi olaylar karşısında söz söylemelerini beklemenin iyimserlik olduğunun farkındayım.
Mevlana ne güzel söylemiş.
“Ey özden habersiz gafil sen hala kabukla övünüyorsun.”