Boğaziçi Üniversitesinde rektör ataması bahane edilerek başlatılan protestolar, terör örgütü üyelerinin katılımıyla demokratik hak arama niteliğini kaybederek gezi kalkışmasında olduğu gibi provokasyona dönüştü.
Biden’in seçilmesiyle bitleri kanlanan ve darbeci damarları kabaran, sandıkta istedikleri sonuçları alamadıkları için afet, felaket, yıkım ve büyük askeri başarısızlardan medet uman müptezeller heveslenseler de hesap edemedikleri bir gerçek var.
Ne polis 2015 yılının polisi, ne mülki amirler 2015 sının mülki amiri ne de devlet 2015 yılının Fetö’nün iliklerine kadar işlediği devlet değil.
Millet; iradesini yok sayanları hazırlıksız olmasına rağmen dize getireceğini 15 Temmuz’da uygulamalı olarak gösterdi.
Hazırlıklı olduğunda neler yapabileceğini niyeti bozuk olanlar düşünsün.
1971 yılına kadar Amerikalı rektörlerin yönettiği Boğaziçi Üniversitesinde bu bir imtiyaz olarak kabul edilerek atanacak rektörlerin ABD’nin onayından geçmesini istemenin akademik özgürlükle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Bütçesi devlet tarafından karşılanan bir üniversiteyle diğer tüm üniversitelerde olduğu gibi hukuka uygun bir şekilde rektör atanmasından kaos çıkartmaya çalışmak kelimenin tam anlamıyla ihanettir.
Dijital platformların manipüle ettiği seçim sonuçlarına tepki göstermek için gösteri yapan vatandaşlarına terörist diyen ABD’nin kendi pisliklerini görmezden gelerek Boğaziçi Üniversitesindeki kuklalarına destek vermesi bu provokasyonun arkasında kimlerin bulunduğunu göstermektedir.
Basın bilgilendirme toplantısında konuşan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price; “Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni rektör atanmasına karşı gerçekleşen barışçıl protestoları yakından izliyoruz, öğrencilerin ve diğer protestocuların gözaltına alınmasından endişe duyuyoruz ve gösteriler etrafındaki anti-LGBTQI söylemini güçlü bir şekilde kınıyoruz. Bazılarının rahatsız edici bulabileceği ifade özgürlüğü canlı, işleyen bir demokrasinin korunması gereken kritik bir parçası. Barışçıl, müreffeh ve kapsayıcı toplumlar bilgi ve düşüncelerin özgür akımına bağlı. ABD insan haklarının korunmasını öncelik olarak görüyor ve temel demokratik özgürlükleri için mücadele edenlerle omuz omuza veriyor." ifadelerini kullanırken aslında kuklacının kendileri olduğunu da ifşa etmiş oldu.
Dışişleri Bakanlığından konu ile ilgili olarak yapılan yazılı açıklamada; "Yasadışı yollara tevessül eden grupları kışkırtıcı ve illegal eylemleri teşvik edici bir dil kullanmama konusunda söz konusu çevreleri uyarıyoruz. Yakın dönemde de 'gelişmiş' demokrasi olarak adlandırılan pek çok ülkede yönetimler aleyhine en küçük bir itiraza karşı dahi masum ve sivil vatandaşlara karşı güvenlik güçlerinin orantısız şiddet görüntüleri halen hafızalardadır. Hal böyleyken, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olayları ve Türkiye’nin bu olaylarla hukuk çerçevesinde yürüttüğü mücadeleyi görmezden gelerek ülkemize demokrasi ve hukuk dersi vermeye kalkanlara aynaya bakmalarını tavsiye ediyoruz." Denilerek kuklacılara anladıkları dilden cevap verildi.
Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle; “Amerika veya Avrupa Birliği ne diyor: Biz Boğaziçi Üniversitesi'nde olanları kınıyoruz. Seçim öncesinde Amerika'daki olaylardan demokrasi adına hiç utanç duymuyor musunuz? Oradaki olaylarda herkes birbirini nasıl tehdit etti, ırkçılıkta tavan yaptınız. Zenci vatandaşlarınızı oradaki polisler nasıl yere yatırıp öldürdüler. Bunları dünyaya nasıl izah edeceksiniz?”
Protestoların amacı rektör atanması filan değildir.
“Katil polis” sloganlarının rektör ataması ile ne ilgisi vardır?...
Devlete “seri katil” diyen bir zihniyetin bu slogan sahiplerine önderlik ederek yönlendirmesi, “bir şekilde iktidar değişikliğinden” ne kastedildiğini de gözler önüne sermektedir.
Daha önce iki ayrı üniversitede rektörlük yapan ve yasal şartları taşıyan bir kişinin Boğaziçi Üniversitesinde rektörlük yapmasının istenmemesi, bu üniversitede çöreklenen “beslemelerin” artık istedikleri gibi at koşturamayacakları endişesinden kaynaklanmaktadır.
Boğaziçi’ndeki eylemlere destek için Ankara’da açılan bir Pankartta yer alan; “mesele rektör değil sen hala anlamadın mı?” ifadesi ile bir protestocunun elindeki telefondan okuduğu bildiride yer alan; “seçilmiş belediye başkanları güvenlik hassasiyetleri nedeniyle hapistedir. Erkeklik değerleri incindiği için onlarca kadın ve LGBT+şiddete maruz kalmaktadır. Patronların hassasiyetleri nedeniyle tüm grevler yasaklanmakta ertelenmektedir. Bizim tarafımız hep mücadele edenlerin tarafıdır. Direnişimiz, gözaltılarınıza ve saldırılarınıza boyun eğmeyiz.” Sözleri olayın rektör atanması ile uzaktan yakından bir ilgisinin bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Gezide mesele ağaç değildi, Boğaziçi’nde de mesele rektör değil.
Bu kadar basit.
Kaldı ki eylemlere 15.000 öğrencisi olan Boğaziçi Üniversitesinden sadece 500 öğrencinin katılıyor olması aklı/sağduyusu olanlar için bir anlam ifade etmektedir.
Gösterilerde gözaltına alınan 159 kişiden 57 sinin Boğaziçi öğrencisi olduğu, 102 şüphelinin Boğaziçi öğrencisi olmadığı, 15 kişinin ise üniversite düzeyinde öğrenim görmediği, gözaltına alınanlar arasında 9 ayrı ilden 23 farklı üniversiteden öğrencinin bulunduğu, provokatörlerin 72 si hakkında daha önce MLKP, THKP-C, Dev-yol, TKP/Kıvılcım PKK/KCK ve Fetö terör kapsamında, 26 sı hakkında; kasten adam yaralama, tehdit, görevi yaptırmamak için direnme, Türkiye Cumhuriyetini alenen aşağılama ve hırsızlık, 12 si hakkında ise Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefetten daha önce işlem yapıldığı anlaşıldı.
Kadıköy'de gerçekleştirilen eylemlere katılan 65 şüpheliden 58'inin farklı silahlı terör örgütleriyle iltisaklı irtibatlı ve haklarında daha önce işlem yapıldığı ortaya çıktı.
İşte böylesine yüklü bir sabıkaya sahip olan ve Boğaziçi Üniversitesi ile ilgileri bulunmadığı halde sözde rektör atanmasını protesto eden provokatörlere “memleketin çocukları, demokratik hak arayan gençler, masum üniversiteliler denilerek” sahip çıkılması kaos tacirliğidir.
Çocukları bunlar olan memleketin vay haline!...
Bu provokatörler olsa olsa İngiltere’de 16 Eylül 1992 tarihinde gerçekleşen ve tarihte Kara Çarşamba olarak anılan ekonomik krizde döviz kuru ile oynayarak sadece bir gün içerisinde toplam 1.1 milyar dolarlık bir kar elde eden, İngiltere bankalarının krizdeki toplam zarar 3.4 milyar dolar olurken, bunun 1/3’üne tek başına sebep olan ve “İngiltere Merkez Bankası’nı Soyan Adam” lakabı takılan, 1993 yılında Açık Toplum Enstitüsü’nü kurarak Dünyaya açık toplum modelini yayma bahanesiyle isyan, ayaklanma ve iç çatışmaları destekleyen bu amaçla kurulmuş yapıları finanse eden Macar ve Yahudi asıllı Amerikalı finans spekülatörü George SOROS’un çocukları olur.
Bu memleketin şerefli çocukları gözünü budaktan sakınmadan vatanı için can vermeye hazır bir şekilde görev yapmakta, üçbin metre rakımda, eksi 30 derece soğukta sınırlarımızı beklemekte, yurt içinde ve dışında bu milletin istiklal ve istikbaline göz diken alçaklara haddini bildirmek için elinden gelen her türlü fedakarlığı yapmaktadır.
Polisin; ayrılın “aşağıdan yürüyün” dediğinin görüntü ve ses kayıtlarıyla sabit olduğunun ortaya çıkmasından sonra özür dileyen Yol TV’nin “aşağı bak” yalanına ve görüntülerle aksi kanıtlandığı halde başörtülü bir eylemcinin başının zorla açıldığı palavrasından medet umarak kaos tacirliğine soyunanlar memleketin çocukları olamaz..
Melih ALTINOK’un ifadesiyle; “Tamam anladık atanmış rektörü sevmediniz de bu ABD’ye ne oluyor arkadaşlar? Eylemlerle ilgili emperyalizmin kalesinden gelen “yanınızdayız mesajı hiç mi midenizi bulandırmıyor?” (06/02/2021 Sabah)
“Boğaziçi, AB’nin kültür fonlarıyla Türkiye’de oluşturulmuş vakıf, dernek, medya ve yayınevi, illegal örgüt emanetçilerinin, dolayısıyla bunlardan ve devlete bir operasyon çekme günü geldiğinde de kendilerinden nemalananların hüküm sürdüğü bir üniversitedir.
Bu derebeyliğin devletin bilgisinde olmadığı düşünülemez. Hatta o bilginin, Gezi Eşkıya Kalkışmasının baş tertipçisi olarak halen tutuklu bulunan birinin ismine gelip dayanmış olması da mümkündür.
Bu derebeylik, kendi bünyesinden olmayan ya da en azından kendi işleyişini sekteye uğratmama garantisi bulunmayan birinin rektör olarak atanmasını istemiyor ve devleti kendisiyle pazarlık etmeye zorluyor.
Hikâyenin ilk durumu bundan ibarettir”. (Ömer LEKESİZ-Yeni Şafak 05/02/2021)
Latif Erdoğan’ın yazdıkları ise çok daha ilginç, ona göre; “Boğaziçi Üniversitesi, FETÖ için dershanelerden çok çok daha önemli stratejik bir alandır. Onun için de buradaki direnme, dershanelerin kapatılması sürecindeki direnişten çok daha şiddetli ve stratejik olacaktır. Diğer terör gruplarını öne geçirip kendileri biraz daha geri planda durmaları ondandır. Fakat hiç kuşkunuz olmasın, Boğaziçi Üniversitesindeki gösteri ve protestolar, yaşamaları muhtemel tasfiyeleri önlemek adına birinci elden FETÖ tarafından organize edilmektedir” (Yeni Akit-06/02).
Haber Global canlı yayınına katılan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamalarına göre;
"2018-2019 yılları arasında ülkemizde toplam 29 tane LGBTİ derneği var. Bunların 17'si direkt LGBTİ derneği. Geri kalanı ise LGBTİ ile ilişkili dernekler. 2018-2019 yılında; ABD Büyükelçiliği, Avrupa Birliği ve Hollanda da dahil olmak üzere yurt dışından LGBTİ derneklerine yapılan nakit yardımı 12.5 milyon dolar tutarında. Bu rakam dernekleri denetleme yetkimiz olmamasına rağmen bizim tespit edebildiğimiz tutar. Bizim değerlendirmenize göre bu rakam 12.5 milyon doların en az on katı kadar. Acaba bu Avrupa ve ABD LGBTİ'yi neden destekler? Türkiye'nin daha fazla özgürlük ve demokrasi içinde olması için mi? Ya da kişi başına düşen milli gelirin daha fazla olması için mi?"(03/02/2021 Yeni Akit)
Boğaziçi Üniversitesinde Kâbe fotoğrafı yere serilerek üzerine LGBT paçavrasının yerleştirilmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’in, “gösteriler etrafındaki anti-LGBTQI söylemini güçlü bir şekilde kınıyoruz.” İfadeleri sayın bakanın yukarıda yer alan açıklamaları ile birleştirildiğinde olayların rektör atanmasının çok ötesinde aile ve inanç yapımızla ilgili olarak uzun vadeye yayılmış sinsi bir planın içimizdeki işbirlikçi beslemeler tarafından yürütülmeye çalışıldığını göstermektedir.
Türkiye'ye temsilci atamamakta direnen Twitter’in, LGBT eleştirisi yaptıkları gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye yönelik 'sansür' uygulaması, evlatları PKK tarafından kaçırılan Diyarbakır annelerinin hesabını kapatacak kadar açık bir şekilde kanlı terör örgütü PKK’ya ve darbeci Fetö’cülere destek vermesi, terör sevici ve besleyici bu kirli yapının gelecekte yapabileceği alçaklıklar konusunda ip ucu vermektedir.
Devlet, millet, hükümet aleyhine her türlü yalanı, iftirayı, hakareti, alçaklığı, provokasyonu engellemediği gibi yayılması için özel bir çaba gösteren dijital faşizmin koç başı Twitter’ın; terör içeriklerini yayınlanmaya devam etmesi üzerine BTK'nın uyguladığı idari yaptırım kararlarına karşı açtığı 14 davanın tamamını kaybetmesine ve bu kararlar kesinleşmesine rağmen gereğini henüz yerine getirmemesi, egemenliğimizin gereği olarak artık okkalı bir Osmanlı tokadı yemesini zorunlu hale getirmiştir.
Kendisini; egemenliğin, yargının ve hukukun üstünde gören, ifade özgürlüğünü ABD derin devletinin tercihlerine göre tanımlayan, ABD derin devletinin kullanışlı aparatı Twitter’e köpeksiz köyde değneksiz gezme döneminin bittiği anladığı dilden, anladığı dozda ve en kısa sürede hatırlatılmalıdır.
İçimizdeki işbirlikçilerin, hainlerin, gafillerin ve memeden yeni kesilmiş 24 ayar safların sandıklarının aksine, masum bir protestodan çok planlı bir provokasyon olduğu kabak gibi ortada iken; terör örgütü bağlantılı provokatörleri "Ne yaptılar Allah aşkına? Cam çerçeve mi kırdılar. Bir yeri mi tahrip ettiler. Toplantı ve gösteri yaptılar. Bu anayasal hak. Haklarını arıyor bunlar. Bu çocuklara ben memleketimizin evlatları dedim." sözleriyle savunarak polislerimize saldırıldığı, İstanbul'un göbeğinde barikatlar kurulduğu ve polise yardımcı olan esnafların hedef gösterildiği görüntüleri görmezden gelenlerle, Boğaziçi’ndeki sapkınların Kabe’ye yaptıkları saygısızlığa gözlerini kapatıp, "Gözaltına alınan Boğaziçili öğrencileri derhal salın, üniversitelerde de seçimi esas alın. Gençleri rahat bırakın" diyerek şirinlik gösterisi sergileyenlerin Biden’e; “Hadi artık elini çabuk tut, biz hazırız” mesajı verdiklerini biliyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi’ni bahane edip Kadıköy’de eylem yapan bir grup, arbedede zor anlar yaşayan yaşlı bir kadını kurtarmak isteyen iki genci linç etmek isteyen Provokatörler, “Bunlar sivil polis, öldürün” diye hedef gösterdikleri 22 yaşındaki Turhan Berkan Güney ile Mehmet Can Akyil’i öldüresiye dövdükten sonra yüzleri kanlı görüntülerini polis şiddeti diye paylaşarak; “ne yaptılar Allah aşkına çam çerçeve mi indirdiler, bir yeri mi tahrip ettiler” diyen gafilleri tekzip ederken, bu memleketin çocukları olmadıklarını da göstermiş oldular.
Birileri ABD’nin Boğaziçi Üniversitesindeki öğrenci olayları ile ilgili olarak “kaygı duyduğunu” açıklamasını “demokrasiye destek” diyerek sevinçle karşılasa da ABD’nin destek vereceği demokrasinin önce ırzına geçtiğini sonra da “istenilen değil istediği desteği” öpe öpe verdiğini yaşanan yüzlerce örnekten biliyoruz.
Kabul etseler de etmeseler de gerçek budur.
Ve bu ülkenin “ÖZDE” her evladı bu gerçeğin farkındadır.
Ned Price’den bebelere masallar..
ABD Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun çok doğru bir şekilde ifade ettiği üzere "15 Temmuz'un arkasında Amerika var" sözlerinin ardından yaptığı açıklamada, Washington'un Türkiye'deki darbe girişimini hızla kınadığı belirtilerek, "Üst düzey Türk yetkililerin tersi yöndeki açıklamaları bütünüyle gerçek dışıdır" ifadeleri kullanıldı.
Bakanlık Sözcüsü Ned Price imzasıyla yapılan açıklamada ayrıca, "ABD'nin Türkiye'deki gelişmelerden sorumlu olduğuna yönelik bu ve benzeri temelsiz ve sorumsuz iddialar, Türkiye'nin ABD ile NATO müttefikliği ve stratejik ortaklığıyla çelişmektedir" denildi.
Belli ki çiçeği burnunda sözcü “Tecahülü Ârif” yapmış.
Ama artık bu “bilmezden gelme” numaralarını yemiyoruz.
Taze Sözcüye ABD’nin (önceki darbelerde olduğu gibi) 15 Temmuz’un da tam göbeğinde olduğunu M5 Savunma ve Strateji Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ceyhun Bozkurt’un Sputnik’e yaptığı açıklamalardan hatırlatalım. “15 Temmuz’dan önce ABD’de çıkan yayınlara bakıldığında ‘Türkiye’de darbe olacağı’ yönünde ciddi ifadeler yer aldı. Örneğin, 24 Şubat 2016 tarihinde, Global Research adlı sitede ABD’li gazeteci Mike Whitney, ABD’nin Kiev’de uyguladığına çok benzeyen bir renkli devrim ve ardından darbe ile Erdoğan yönetimini devireceğini, bunu da TSK ve MİT içindeki ‘ajanları’ vasıtasıyla gerçekleştireceğini yazdı. Yine FETÖ ile yakınlığı bilinen ve Irak işgal sürecinin etkili isimlerinden Michael Rubin, ‘American Enterprise Institute’ sitesinde, Mart 2016’da yazdığı yazıda darbe olacağını ve Obama yönetiminin darbe yönetimini tanıyacağını kaleme aldı.
15 Temmuz gecesi Amerikan devletine yakınlığıyla bilinen Stratfor gibi düşünce kuruluşları ve televizyonlarda yorum yapan asker veya sivil uzmanlar kalkışmayı destekleyici, yönlendirici yayınlar yaptı, söylemler geliştirdi. Stratfor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağının güzergâhını takip etti ve bunu sosyal medya hesabından dakika dakika yayınladı.
Darbeciler içinde kritik rolü olan dönemin İncirlik’teki 10. Tanker Üs Komutanı Bekir Ercan Van, kalkışma sırasında İncirlik’teki Amerikalı komutanlarla sürekli iletişim halindeydi. Bekir Ercan Van, kalkışma ve işgal girişimi püskürtülünce üsteki ABD karargâhına saklandı ve orada yakalandı.
15 Temmuz sonrası darbeciler tutuklanmaya başladığında üst düzey Amerikalı komutanlar ‘müttefiklerimiz tutuklanıyor’ açıklaması yaptı” (İnternet Haber 06/02).
Ve hepsinden önemlisi darbenin elebaşı ve mimarları ABD’nin müşfik(!) kollarında koruma altına alındılar.
Ned Price’in gülünç olması kendi tercihidir ancak güldürmek istiyorsa daha komik şeyler bulmalıdır..
İmam öksürürse cemaat verem olur...
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in eşi Seyhan Büyükerşen’e; Tepebaşı'na bağlı Yukarı Söğütönü Mahallesi'ndeki kaçak durumdaki evini 31 Aralık 2017'den önce inşa edildiğini bildirmesi üzerine "Yapı Kayıt Belgesi" verildi.
Ancak daha sonra Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün uydu görüntülerini incelemesi ile 2019' da inşa edilen kaçak villanın 2017'de yapılmış gibi gösterildiği anlaşıldığından 'İmar dışı kaçak yapılaşma' gerekçesiyle 38 bin lira para cezası kesildi.