Bu ülkede herkes; doktor, hakim, savcı.
Herkes; hoca, ilahiyatçı.
Herkes; hakem, teknik direktör.
Herkes her şeyi bildiği için mikrofonu gören uzman sıfatıyla görüş açıklıyor.
Dış politikadan iç politikaya, savunmadan güvenliğe, teknolojiden spora, dinden felsefeye, depremden teröre, sosyolojiden psikolojiye, sağlıktan turizme her konuda her şeyi bilen nadide(!) uzmanlarımız var.
Bazı TV ekranlarında, mahalle kahvehanesi seviyesine bile çıkamayan programlara konuk olabilmek ve görüş açıklayabilmek için bilgiye filan gerek yok, sadece ağız olması yeterli.
Ağzın yanına havalı bir de unvan eklediniz mi gerisi kolay.
Duruma/konuya göre; siyasi analist, ekonomi direktörü, strateji uzmanı, bilim insanı, ilahiyatçı, tarihçi, araştırmacı gazeteci (popüler ve saygın kuruluşlardan olmak kaydıyla) emekli bilmem ne sıfatlarıyla ekrana sürülen uzmanlara(!) ne söylerseler söylesinler inanan ve başkalarını da inandırmak için kendilerini parçalayan zehirlenmiş bir sosyoloji var.
Sonrası malum.
Ebu Cehil’in güncel sürümleri cehalete altın yıllarını yaşatırken hakkı/hakikatı savunanlar linç ediliyor.
Cehalet neredeyse madalya ile ödüllendirilecek hale geldi.
Amaca ulaşmak için her yol mubah.
Bu gidişle diplomalısını yetiştirmek için yalancılık, iftira, küfür ve hakaret bilimleri yüksek okulları açılırsa şaşmamak gerek.
Çünkü ne kadar büyük yalan söylenirse ne kadar ağır iftira atılırsa ve ne kadar çok küfür ve hakaret edilirse o kadar çok takdir görüyor.
Yalan yalan olalı, küfür küfür olalı, iftira iftira olalı ve küfür küfür olalı böyle itibar görmedi, böyle sevilmedi, böyle değer verilmedi.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ve varlıklarını cehaletten aldıkları güçle “karşıta” duyulan nefretle sürdürenler kendileri gibi düşünmeyen ve davranmayanları yaşamalarına gerek olmayan fazlalık gibi görerek itibarsızlaştırmak için akla gelen her şeyi yapar oldular.
Misal, kendileri gibi düşünmeyen birisi hastalandığında büyük bir sevinçle “gebersin”, trafik kazası geçirdiğinde “oh” diyorlar.
Sanki ölüm sonlara gelmeyecekmiş gibi, ölen kendilerinden değilse arkasından her türlü hakareti zevkle yapıyorlar...
Her gün yeni bir yalan, yeni bir iftira ve yeni bir hakaret dolaşıma sokuluyor.
Ve ilginçtir bunlara en büyük destek, “dağdaki çobanla aynı oy hakkına sahip olmaktan rahatsız” okumuş cahiller tarafından veriliyor.
Metrekareye düşen okumuş cahil, yalancı, küfürbaz miktarı metrekareye düşen yağmurdan fazla.
Geçenlerde yalanlara doyamayan ve yalana atlamakta sazanlara rahmet okutan meşhur(!) Gülnaz Şırınga’nın program yaptığı bir TV kanalında tam kapanma sürecinde alkol satış yasağını eleştiren Gazete Duvar yazarı (başörtülü) Berrin Sönmez, içkinin Kur'an-ı Kerim'de haram olarak geçmediğini iddia ederek; "İçki öteden beri haram derler. Kur'an'da haram olarak geçmez. Üç şey haram olarak geçer: Kan, insan eti ve domuz eti. Üçünden başkasına kimse haram demesin diye de bir açıklama vardır. Bunlar dışındakilere haram diyenlere, Allah tarafından ilahi mesaj iletilmiş ama herkes her şeye haram demeye çok meraklı. Bugün Diyanet de aynı şeyi yapıyor." ifadelerini kullandı.
Alın size altın madalyalık(!) bir cehalet örneği daha.
Oysa Maide Suresi 90. ayette; “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”
91. Ayette; “Şüphesiz şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister” Buyurulmak suretiyle içkinin haram olduğu, bir kuş kadar beyni olan herkesin anlayabileceği kadar net bir şekilde vurgulanmıştır.
“Haram, fıkıh terimi olarak mükelleften yapılmaması kesin ve bağlayıcı tarzda istenen fiili ifade eder. Genel olarak İslâm hukukçuları bir fiilin can, akıl, din, ırz ve malı koruma şeklinde formüle edilen dinin temel amaçlarına açıkça zarar vermesini, onun haram kılınmasının temel sebebi ve açıklaması (illeti ve hikmeti) olarak kabul etmişlerdir.
Bir fiilin haram olduğu şu şekillerde bildirilebilir:
a) Bizzat haram (hurmet) lafzı veya türevleri ile: “Allah size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanları haram kıldı” (en-Nahl 16/115) ve “Muhakkak ki Allah annelere saygısızlık yapmayı size haram kıldı” (Buhârî, “Edeb”, 6; Müslim, “Aḳżıye”, 12, 14) ifadelerinde olduğu gibi,
b) Câiz veya helâl olmadığının açıkça belirtilmesi suretiyle: “Kadınlara verdiklerinizden -boşanma esnasında- bir şey almanız size helâl olmaz” (el-Bakara 2/229) âyetinde olduğu gibi, c) Haram kılma anlamını iptal edici bir delil bulunmaksızın mutlak olarak gelen nehiy sîgası ile; bunlar “yapmayınız, yaklaşmayınız, öldürmeyiniz” şeklindeki nehiy kalıplardır. “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz” (el-En‘âm 6/151) âyetinde olduğu gibi,
d) Herhangi bir fiilden sakınmanın kesin bir görev olduğunu ifade eden sakınma (içtinap) lafızları ile: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz” (el-Mâide 5/90) ayetinde olduğu gibi (Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi cilt 16. sayfa 100-104 İstanbul 1997).
Allah’ın hükmüne inanıp inanmamak hesabını vereceğiniz bireysel tercihiniz olur.
Ama inkarla kalmayıp ısrarla yalan söylemeye devam etmek, Allah’ın emir ve yasaklarını hafife alarak, dini sulandırmak, Fetö’nün diyalog zırvalarıyla içini boşaltıp dünyevi çıkar ve zevklere aracı yaptığı gibi ilahi niteliği yok edilmiş “light bir İslamiyet” anlayışının yerleştirilmesine hizmet etmekten öte bir anlam taşımaz.
Dünyevi/siyasi konulardaki zırvalara alıştık ama dini konulardaki ısrarlı cehalet artık çok olmaya başladı.
Öyle ki içki içmenin günah değil, sosyal bir aktivite olduğunu, iki dublenin günah sayılmayacağı fetvaları veren üstelik milletvekili hocalarımız (!) bile var.
Kimi kurban kesmeye gerek olmadığını, kimi horozdan da kurban olabileceğini, kimi Kur’an’da örtünme ile ilgili bir emir olmadığını, kimi sünnet kılmaya gerek olmadığını, kimi kadınlarla erkeklerin yan yana namaz kılabileceklerini, kimi kadın imamın arkasında erkeklerin namaz kılabileceklerini söylerken, ilahiyat profesörü “Kur’an-ı Kerim Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olamaz” diyecek kadar şeytan ağzıyla konuşuyor, soytarının biri porno filmleri aratmayan sahnelerde dansöz oynatarak irşat(!) hizmetlerinde bulunuyor Diyanet İşleri Başkanı Allah’ın hüküm ve emirlerini tekrarladığı için şikayet ediliyor ama yüzde doksanbeşinin Müslüman olduğu iddia edilen bu ülkede üç beş cılız sesten başka doğru dürüst tepki gösterilmiyor....
Ebu Cehil’in güncel sürümleri şeytanla halay çekiyor, gafil Müslümanlar alkış tutuyor.
Elbette dinde zorlama yoktur ve elbette kimse inandığı ya da inanmadığı için kul tarafından sorgulanamaz/cezalandırılamaz.
Hatta isteyen kafasına/hayat anlayışına göre temel şartı içki içmek/dansöz oynatmak olan bir din bile ilan edebilir.
Ama hiç kimsenin tartışmasız Allah’ın hükmü olan İslam Dininin emir ve yasaklarını, kafasına göre yorumlayarak pazarlamaya/dayatmaya da hakkı yoktur.
Allah’ın emir ve yasaklarını hafife alanlar fazla mesai yaparken gevşek Müslümanlar “yav konuşsunlar, kim inanır onlara” diyerek gaflet uykusunda uyumaya devam ediyor.
Birbirinden süslü cümle ve görüntülerle “Cuma mesajları” gönderirken gösterdiğiniz hassasiyeti bu cahillere neden göster(e)miyorsunuz?..
Bu fitneci cahillerin sanatçı kılıklılarının oynadıkları dizileri, filmleri seyrederek, söyledikleri şarkıları, türküleri dinleyerek ceplerini doldurmalarına ve size hakaret etmelerine neden izin veriyorsunuz?..
Sosyal medyada harcadığınız saatlerden birkaç dakikayı neden bu cahil/dayatmacılara (hukuk içinde) tepki göstermek için ayırmıyorsunuz?..
Kaynağı belirsiz, yalan yanlış ayet ve hadis oldukları iddia edilerek gönderilen, “en az 10 kişiyle paylaşmazsanız başınıza bir felaket gelecek denilerek” dolaşıma sokulan zırvaları paylaşmak için gösterdiğiniz gayreti neden Allah’ın kitabındaki hakikatleri ısrarla ve inatla yaymıyor ve savun(a)muyorsunuz?...
Hocalara sahurda/imsakta yıllardır sorulan soruları tekrar sormakla, ilahi dinlemekle, oruç tutmak, fitre vermekle, sakal bırakmak, sarık takmak, cüppe giymekle, çekilip bir köşeye içten dua etmek yerine başkalarının yaptıkları dualara amin diyerek sorumluluğunuzu yerine getirdiğinizi mi düşünüyorsunuz?..
Hicr Suresi 9. Ayette; “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” Buyurulmak suretiyle Yüce Kitabımızın elbette kıyamete kadar koruma altında olacağı belirtilmiştir.
Ama hesap gününde; “ey kulum benim emir ve yasaklarım inkar edilip, benim adımla hüküm verilirken sen ne yaptın?” diye sorulduğunda ne cevap vereceğiz?..
****
18 günlük tam kapanma sürecinde alkol satış yasağı ile ilgili olarak TBMM Genel Kurulu’nda konuşan (ismi lazım değil) bir milletvekili;
“Maliye Bakanlığı Müsteşarı diyor ki; bizim esas amacımız alkolü bütün Türkiye’de yasaklamak” diyor. Sizin zihniyetiniz bu. Sizin amacınız bu. Bu yasağı getirenleri Allah’a havale ediyorum” diyerek iki satırlık bir açıklamada 3 kez zırvalama rekoru(!) kırarak adını tarihe altın(!) harflerle yazdırdı.
Birinci rekor; Cumhurbaşkanlığı sisteminde Bakanlıklarda Müsteşar diye bir kadro yok, dolayısıyla olmayan bir Müsteşar açıklama yapamaz. Sayın vekilin ne yazık ki bu Anayasal düzenlemeden haberi yok.
İkinci rekor; Alkolün bütün Türkiye’de yasaklanması isteseniz de mümkün değil. Çünkü ucuz olduğu için ölümü bile göze alarak sahtesini içecek kadar bağımlılarını yasakla engelleyemezsiniz.
Üçüncüsü ve en trajikomiği ise;18 günlük alkol satış yasağı getirenleri; “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” Buyurarak alkolü kesin bir şekilde yasaklayan” Allah’a havale etmesidir.”
Şimdi diyeceksiniz ki “vardır sayın vekilin bir bildiği”.
Haklısınız(!).
Einstein boşuna söylememiş;
“Cahillik ne güzel şey her şeyi biliyorsun”.
Perşembe’nin gelişi….
HDP'nin sözde soykırım bildirisine tepki gösteren CHP sözcüsü Faik Öztrak; "Unutulmasın emperyalistlerin gölgesinde yapılan ezik siyaset anlayışı hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu toprakların siyasetçilerinin emperyalist tezlerin peşine takılması hiçbir şekilde kabul edilemez." Diyerek doğru bir söz söyledi.
"HDP Sözcüsü Ebru Günay, Twitter hesabından CHP Sözcüsü Öztrak'a cevap vererek; "Sadece insanın değil, siyasetin de bir dengesi vardır. Konforlu alanlardan akıl dağıtmanın, ilkesel erozyonun, iktidara koşar adım yanaşmanın da bir sınırı ve dengesi vardır. Anti-emperyalist olmayı sizden öğrenecek değiliz. Haddinizi bilin!" uyarısı yapması üzerine Öztrak; "Biz sözlerimizin arkasındayız. Emperyalistlerin ağa babaları partimize had mad bildiremedi. Geçsinler bunları" diye konuştu.
İYİ Parti Sözcüsü Ağıralioğlu, HDP'nin Türk halkını 'soykırım' ile suçlayan bildirisine altına imzamızı atacağımız; “Soykırım iftirası atan HDP. Eğer soykırımla yüzleşin diye ahlâksız bir teklif yapıyorsanız; size mevcut isimleriniz değil, Antranik, Tehliryan gibi Taşnakçı isimleri yakışır. Eğer yüzleşmeden bahsedecekseniz önce PKK denilen alçaklıkla yüzleşeceksiniz!” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Bu sözlerden alınan HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu önce "Yavuz it havlamış yine...' paylaşımında bulundu, ifadelerinin tepki çekmesi üzerine yeni bir paylaşım daha yaparak;
"Yavuz İt bir kavramdır. Türkçeyi Türk Atasözlerini bilenler bunu bilir. Bir kişiyi değil bir tanımı ifade eder. Bu tanıma uyduğunu düşünen herkes üzerine alınabilir.” Sözleriyle geri adım atmadığı gibi bir de tüy dikti.
Yaşanan bu küçük sarsıntılar büyük depremin yakın olduğunu ve tahmin edilenden uzun süren zoraki nikahın daha fazla devam etmeyeceğini gösteriyor.
Önce kimin evi terk edeceğini, boşanmanın anlaşmalı mı çekişmeli mi olacağını yaşayarak göreceğiz.
“ Artık ABD’nin gücünün sınırlı olduğu” gerçeğini içerideki dostları(!) kabul eder mi?...
Amerika’da yayımlanan National Interest Dergisinde yer alan bir yorum/analizde ABD'nin agresif tutumunun kaynağı olarak, Washington'ın Türkiye'nin eylemlerini yönetememesi gösterildi.
Joe Biden’in soykırım açıklamasına kendilerine yönelik iktidar vaadi nedeniyle doğru dürüst tepki koymadıkları bir yana bunun izlenen yanlış politikalardan kaynaklandığı iddiasında bulunan siyasi figüranların gerçekler karşısında üç maymunu oynadıklarını dergideki açıklamalar ile daha iyi anlaşılıyor.
Makaleye göre; “Mevcut ABD-Türkiye ilişkisindeki atılan adımları, S-400'lere bağlamak da yanlış bir yargı. Geleneksel olarak, Amerika'nın algılanan çıkarları ile Türkiye'nin Orta Doğu'daki güvenlik endişeleri çatıştı. Washington'ın Türkiye'nin eylemlerini yönetememesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan hayal kırıklığı, Washington'ın cezalandırıcı bir yaklaşım benimseme arzusunu artırdı.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de, Libya'da, Suriye içinde hatta Irak ve Kafkasya'da düşüş gösteren Amerika ve dünya düzenine karşı istikrarlı tutumu göz önünde. Biden yönetiminin Türkiye'yi "evcilleştirme" girişimlerinde bulunmasının ana nedeni bu. Ama bu adımlara rağmen Türkiye, büyük olasılıkla Washington'ın istediği sonuçları yine vermeyecektir.
Biden'ın Türkiye'ye zarar vermek için geriye kalan tek kurşunu olan "soykırım"ı tanıması da Türkiye'deki Amerikan karşıtı duyarlılığın artmasına hizmet edecek ve ABD'ye bundan başka hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Çin, ekonomik ve siyasi refahını tehdit eden küresel hegemon olarak Amerika'nın yerini almaya hazırken, belki de Washington'daki politika yapıcıların; Türkiye gibi müttefiklere karşı artık Amerikan gücünün sınırları olduğunu kabul etmesi gerekiyor.”
Dengesi bozuk, başkanı bunak, kongresi ahmak, senatosu dangalak ABD’den demokratik(!) katkı bekleyenler için ne büyük bir hayal kırıklığı?...
Sizce, Washington’daki politika yapıcılara büyük umut bağlayıp iktidar hayalleri kuran ve Biden’ın seçilmesiyle de gün saymaya başlayanlar kendileri için tam bir siyasi ötanazi olan “artık ABD’nin gücünün sınırlı olduğu” gerçeğini kolay kolay kabul ederler mi?..
Keşke National Interest bu kadar açık yazmasaydı da umutla yaşamayla devam etselerdi..