Danıştay 10.Dairesi, Ayasofya’nın müze yapılmasına dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılan davada 02.07.2020 tarihinde karar almış ancak açıklamamıştı.
Kararın aynı gün açıklanmamasından cesaret alan Yunanistan kilisesinin lideri Atina Başpiskoposu Yeronimos, “bu da bir oyun Ayasofya'yı ibadete açmaya cesaret edemeyeceklerine inanıyorum” demişti.
Yunanistan’da yapılan Uluslararası Delphi Ekonomi Forumuna telekonferansla katılan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Ayasofya’nın ibadete açılması konusundaki görüşleri sorulduğunda; "Ayasofya'nın ibadete açılması gibi bir ihtiyacın bulunduğuna inanmıyorum. Türkiye'nin ve dünyanın başka sorunları var ve bu konunun iç siyaset malzemesi olarak kullanılmaması gerekiyor." sözleriyle cevap vermişti.
Sonrasında FOX TV'de sunucu İsmail Küçükkaya tarafından Yunan gazeteciye yaptığı Ayasofya açıklaması soruldu.
İmamoğlu soruya "Burada söylediğim benim çok net. Sorular soruldu, daha çok pandemi ve şehirler konuluydu. O arada, moderatör bunu sordu. Söylediğim şey şu; Türkiye'nin gündeminin buna ihtiyacı yok. Böyle bir konu yok, gündem yok. Cevabım çok net. Bu gündem değil, başka sorunlarımız var. Ayasofya, 1500 yıllık tarihi bir emanet. Orada ezan-ı şerifimiz okunuyor her vakitte. İslami eserlerin sunulduğu külliye tarafı var. Türkiye’nin gündemi değil." şeklinde cevap vererek Delphi Ekonomi Forumundaki açıklamalarını teyit etmişti.
HDP Milletvekili Hüda KAYA yaptığı açıklamada; “Ayasofya gibi işgal altında olan yüzlerce yapı var. Ayasofya hangi inanç erbabınca yapıldıysa ona ait olması gerekir” diyerek şaşırmadığımız bir değerlendirmede bulunmuştu.
CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu Meclis'te yaptığı konuşmada; "Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da müze olarak korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı hatta Sultanahmet de müze olmalı çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil, kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar" ifadelerini kullanmıştı.
Bu ülkede siyaset yapmalarına rağmen halkın bu büyük özlem ve beklentisini görmezden gelerek Yunanistan ağzı ile konuşanlara cevap Danıştay’dan geldi.
Nasıl ki TBMM; 27 Mayıs darbecilerine destek için adaleti katleden Yüksek Adalet Divanı kararlarını yok sayarak Türk Demokrasi Tarihine altın harflerle yazılacak bir karar aldıysa Danıştay 10. Dairesi de Türk Hukuk Tarihine altın harflerle yazılacak bir karara imza atmıştır.
02.07.2020 gün ve Esas No : 2016/16015 Karar No : 2020/2595 sayılı oy birliği ile alınan ve adeta ders niteliğindeki 19 sayfalık tarihi kararda özetle;
“Uluslararası Hukuk Yönünden Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme'nin 6. maddesi hükmü bağlamında, Sözleşmeye taraf devletlerin, Ayasofya kültürel ve doğal mirasının, toprakları üzerinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasalarının sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ettikleri açıktır. Buna göre, kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihi Alanları” başlığı altında Dünya Mirası Listesine dâhil edilen Ayasofya'nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesinin önünde engel teşkil eden herhangi bir kural Sözleşmede yer almamaktadır. Aksine, Ayasofya'nın kullanım şeklinin iç hukukumuzda yer alan “vakıf mülkiyet hukuku” çerçevesinde belirlenmesi, Sözleşmenin 6. maddesinde ifade edilen “egemenliğe tam olarak saygı gösterme” ve “ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeme” ilkeleri kapsamında Sözleşme'den kaynaklanan bir zorunluluktur. Sözleşme'nin asıl amacı Dünya Mirası Listesine alınan doğal veya kültürel mirasın korunması olup, kültürel mirasın kullanım alanı, kültürel mirasın bulunduğu ülkenin iç hukukuna göre tayin edilecektir. Nitekim, Dünya Mirası Listesinde yer verilen ve ülkemizde bulunan miras alanlarından, Ayasofya’nın da içinde yer aldığı “İstanbul’un Tarihi Alanları” ile diğer miras alanlarında, Selimiye Camii, Divriği Ulu Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii ve Zeyrek Camii gibi hâlen cami olarak kullanılan çok sayıda tarihi eser de bulunmaktadır. (ii) Ulusal Hukuk Yönünden Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır. Bu taşınmazlar, gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gerekse hâlen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca “ammenin istifadesine” terk edilmiştir. Dolayısıyla, bu taşınmazlar hakkında, esas itibarıyla özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz; hayrat taşınmazlar satılamaz, rehnedilemez, haczolunamaz; bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Zira bu mallar hiçbir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmiştir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 10. maddesi ile 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 15. ve 16. maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere, vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez. Belirtilen istisna hükümlere göre de, hayrat taşınmazlar mümkün mertebe gayece aynı diğer hayrata tahsis edilmek zorundadır. Vakıf hayrat taşınmazların temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlete karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devletin koruması altında olması, Devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, vakıf mallarının kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların, başka bir amaca özgülenmesi mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır. Türk Kanunu Medenisi'nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında uygulanacak mevzuatı belirleyen, 864 sayılı Kanun'un 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hadiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.” ve 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.” şeklinde son derece sarih hükümlerle; (i) vakfın kurucu belgesi olan vakfiyede yer alan kayıtların, vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra, vakfedeni, vakfı idare edenleri, vakıftan faydalanacakları, üçüncü kişileri ve Devleti bağladığı, (ii) vakfiye ile düzenlenen hususların hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği, (iii) vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, şeklinde formüle edilebilecek “eski vakıf statüsü” açıkça korunmuş olmasına rağmen, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı incelendiğinde, tapu kaydına göre mazbut bir vakıf olan Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfına (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindeki Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürüldüğü görülmektedir. Ayasofya Camii ve Türk Kanunu Medenisi'nin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan diğer vakıfların 864 sayılı Kanun'un 1. ve 8. maddeleri ile açıkça koruma altına alınmış olan eski vakıf statüsü, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının yürürlüğe konulduğu tarihten sonra yürürlüğe giren 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı (mülga) Vakıflar Kanunu, 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ve 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nda aynı esaslar çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir. Buna göre, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda alıntılanan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzuatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı Kanun'un 1. maddesine açıkça aykırıdır. Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda yer verilen mevzuat, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve AİHM kararları kapsamında değerlendirildiğinde; Ayasofya'nın, statüsü muhafaza edilerek hukuk düzenimizle güvence altına alınan, özel hukuk tüzel kişiliğini haiz mazbut vakıf niteliğindeki Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde olduğu, Ayasofya’nın, vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu, bedelsiz olarak kamunun istifadesine terk edilmesi yönüyle hayrat taşınmaz niteliği taşıdığı, tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu, Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği, bu hususun tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu, Devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu, kuşkusuzdur. Bu durumda, Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, bu hususlar dikkate alınmaksızın Ayasofya'nın cami olarak kullanımının sonlandırılarak müzeye çevrilmesi yönünde tesis edilen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka uygunluk görülmemiştir” denilerek Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararını İPTAL etmiştir.
Danıştay 10.Dairesinin tarihi kararında vurgulanan; “Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde olan Ayasofya’nın, vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu, bedelsiz olarak kamunun istifadesine terk edilmesi yönüyle hayrat taşınmaz niteliği taşıdığı, tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu” gerçeğini, iradelerini kiraladıkları merkezlerin beklentileri doğrultusunda göremeyen/göremeyenlerin işgalden bahsetmeleri, dertlerinin gerçeği bulmak, bu milletin değerlerine sahip çıkmak değil ihanetlerine ve yalanlarına dolgu malzemesi aramak olduğunu göstermektedir.
Yeronimos ve onun gibi düşünenler cesaret edemezler diyorlardı.
Gördüler mi cesareti?..
Oyun diyorlardı ..
Oyun muymuş? Gerçek miymiş? Gördüler mi?..
Türkiye’nin gündeminde böyle bir şey yok diyorlardı.
Türkiye’nin gündeminde var mıymış? yok muymuş?
Anladılar mı?
Bunlar bizim “şeyimiz” miymiş? değil miymiş?
Kendimize özgü müymüş? değil miymiş?
Dank etti mi kafalarına?..
Yargının Milletin özlem ve beklentisine uygun bir şekilde aldığı bu karar, Türkiye Cumhuriyetinin egemen bir hukuk devleti olduğunu dosta düşmana göstermiştir.
Bundan sonra vız gelip tırıs gidecek hariçten okunan gazellerin hiçbir kıymeti yoktur.
Birileri çok üzülecekler ama yanağından makas alınarak “n’aber lan ufaklık” muamelesi gören Avrupa başkentlerinden gelecek tepkilerden ödü koparak önceliği onların beğenisine veren eski Türkiye yoktur artık.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, doğru olduğuna inandığını başkalarının ne dediğine bakmadan cesaretle yapmaktadır.
Beyin taşımalarına rağmen anlamayanlar için bir kez daha tekrar edelim.
Biz buna EGEMENLİK diyoruz.