HDP İzmir Binasını basarak çaycılık yapan annesinin yerine göreve gelen Deniz POYRAZ’ı katleden Onur Gencer (27), Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ndeki sorgusunun ardından çıkarıldığı nöbetçi sulh ceza hâkimliğince tutuklandı.
Saldırı için binanın bulunduğu yere taksiyle geldiği, elindeki çantada 2 bıçak ve 200 TL. olduğu, saldırıyı Amerikan yapımı olan Ruger marka 9 mm tabancayla yaparak şarjördeki 10 mermiyi de ateşlediği öğrenilen Gencer ifadesinde, “Hiç kimseyi tanımıyorum. Kimseyle de bağlantı kurmadım. Terör örgütü PKK’dan nefret ettiğim için böyle bir şey yapmak istedim. Binaya girdim ve rastgele ateş ettim, ardından da teslim oldum. Buraya PKK’lıların geldiğini düşündüğümden herhangi bir ayrım yapmıyorum. Başka kişiler de olsaydı onlara da ateş edecektim” dedi.
Yapılan ilk incelemede Gencer’in saldırıyı uzun zaman önce planladığı, bu amaç doğrultusunda dikkati çekmemek için HDP İl Başkanlığı’nın bulunduğu binada bulunan yabancı dil kursuna kaydını yaptırdığı, böylece binada rahatlıkla keşif yaptığı kaydedildi.
Asıl hedefinin HDP il yöneticilerinin de içinde bulunduğu parti binasındaki herkesi öldürmek olduğunu belirten katil poligonda atış denemeleri de yapmış.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar olay sonrası yaptığı açıklamada; “……..Bugün İzmir İl Örgütümüzde saldırının gerçekleştiği saatlerde yaklaşık 40 kişilik yönetici grubumuzun toplantısı vardı. Eğer daha önce planlanmış yaklaşık 40 kişilik toplantımız ertelenmemiş olsaydı sadece Deniz kardeşimizi değil, bugün bu ülkeyi, derin acılara, halkımızı derin acılara boğacak, geleceğimizi boğacak daha büyük bir katliam yaşanabilirdi” derken katilin daha büyük bir katliam planı yaptığını da doğrulamış oldu.
Toplantının iptal edilmesiyle hiç kimsenin kalmadığı binada neden sadece Deniz POYRAZ’ın bulunduğu sorusuna anlamlı bir cevap verilememesi “yoksa Deniz Poyraz kurban olarak mı seçildi?” kuşkularına neden oldu.
Onur Gencer en son görev yaptığı Kemalpaşa Devlet Hastanesi’nde gerekçesiz olarak işe gitmediği için meslekten ihraç edilmesi istemiyle hazırlanan dosya Nisan ayında Sağlık Bakanlığı’na gönderilmiş.
Seksenli, doksanlı yıllarda örneklerini sık örneklerini gördüğümüz, ülkeyi kaosa sürükleyerek siyasi iradeye ayar vermek için gerçekleştirilen cinayetlerin birebir kopyası olan bu kanlı eylem, gerek zamanı ve gerekse yaratmak istediği algı itibariyle, tek kişinin planlayıp işlediği bir cinayete benzemiyor.
Biz bu filmi daha önce gördük, kimse bize masal okumasın.
HDP’nin kapatılması istemli İddianamenin Anayasa Mahkemesine sunulduğu gün gerçekleştirilen ve sokağa davetiye niteliği taşıyan bu eylemin hemen ardından başta okyanus ötesi olmak üzere ne mal olduklarını artık çok iyi bildiğimiz beslemelerin, Kandil ve uzantılarının; Hükümet, İçişleri Bakanlığı ve MHP’ye yönelik suçlamalarının aslında onlara pek de yabancı olmayan azmettiricileri perdelemek olduğunu anlamamak için saf olmak lazım.
İşaretleri, BAE’nin kucağındaki mafya artığı tarafından verilen provokasyon ile ilgili olarak merhum Mahir KAYNAK’ın ifadesiyle; “Bir olayın failinin kim olduğunu anlamak için öncelikle ‘Bu olay kimin işine yarıyor?’ sorusunu sormak gerekir.
“Bu olay kime yaramaktadır” ya da “kime yaraması” amaçlanmıştır?...
HDP hakkında kapatma davası açılarak yasal süreç başlatılmış ve artık söz yargıda iken bu işin arkasında devletin olduğunu iddia etmek PKK’ya sözcülük yapmaktır.
Yurt içinde ve yurt dışında sözde lider kadrosunun birer birer yok edildiği, kalanların da korkudan saklandıkları deliklerinden burunlarını çıkaramayacak hale getirildiği, hergün örgütten kaçan üç beş teröristin devlete sığındığı ve çok güvendikleri ağababalarının da onları kurtaramadığı bir süreçte devletin parti binasında görevli bir masumu öldürebileceğini ancak PKK, Fetö ve uzantıları söyleyebilir.
Bu eylem hiç kuşkunuz olmasın ki PKK’nın, Fetö’nün, içeride ve dışarıda bu ikisine ayakçılık yapanların çıkarlarına hizmet için gerçekleştirilmiştir.
Çünkü; Kandil de siyasi uzantısı da işbirlikçileri de zordadır.
Suruç, Diyarbakır ve Ankara Garı katliamları hangi amaçla yapıldı ise bu cinayet te o amaçla yapılmıştır.
Sahneye konuş biçimi ise neredeyse birebir Hırant DİNK cinayeti gibidir.
Sözde bir vatansever Ermenilere kızıyor ve bu ülkenin vatandaşı bir Gazeteci olan Hırant DİNK’i katlediyor, sonrasında Türk Bayrağı önünde fotoğrafları servis edilerek milliyetçi masallarla cinayet meşrulaştırılmaya çalışılıyordu,
Katil Ogün Samast; “Türklüğe hakaret ettiği için öldürdüm” demesine rağmen daha sonra Dink’in tek bir yazısını bile okumadığını itiraf ederken aslında nasıl kullanıldığını da göstermişti.
Yıllar sonra bu cinayetin Fetö kurgusu olduğu ortaya çıktı.
Şimdiki numara da aynı.
Katil; “Terör örgütü PKK’dan nefret ettiği için böyle bir şey yapmak istemişmiş, binaya PKK’lıların geldiğini düşündüğü için herhangi bir ayrım yapmıyormuşmuş, başka kişiler de olsaydı onlara da ateş edecekmişmiş.
Geçin bunları, artık bu ucuz vatanseverlik numaralarını yemiyoruz.
PKK’dan nefret eden milyonlar var ama nefret öldürme hakkı vermez.
Çünkü nefret bir duygudur, oysa öldürmek suçtur..
Suç, cezası yargı tarafından verilen eylemdir.
Hukuk devletinde kimsenin kafasına göre ceza kesme hakkı yoktur.
Aksi takdirde yapılanın PKK’nın yaptığından bir farkı kalmaz.
Kaldı ki bir sivili katlederek PKK’ya zarar verilmez, aksine ekmeğine yağ sürülür, yanında da kaymaklı kadayıf ikram edilmiş olur.
Hiç bir hukuk devletinin Onur GENCER gibi tasmasını birilerinin tuttuğu aşağılık provokatörlerin yardımına ihtiyacı yoktur.
Şimdi bütün bu yazdıklarımız burada bir dursun.
Gelelim madalyonun öbür yüzüne...
PKK adına faaliyet yürüten Mezopotamya Haber Ajansı’na röportaj veren Deniz Poyraz’ın anne ve babası, devleti hedef göstererek alenen PKK propagandası yaptılar.
"Biz ne kadar bedel ödesek dağda tankların tüfeklerin karşısında olan aslanların (PKK’lı teröristler) hakkını ödeyemeyiz" diyen Deniz Poyraz’ın babası Abdülilah Poyraz, aşağıdaki açıklamalarından da görüleceği üzere; evladını kaybeden bir babanın acısını bir yana bırakıp evladının ölümü üzerinden PKK’ye methiyeler düzdü.
"Onların (PKK’lı teröristler), partinin, HDP’nin, namuslu, şerefli, elini vicdanına koyan Kürt milletinin başı sağ olsun. Benim Deniz’im tek değil. Kızım kimyasalla öldürülenlerden farklı değil. Kızım Sêvêlerden, Pakizelerden farklı değil. Lokman Birlik panzer arkasında sürüklendi. Kızım onlardan farklı değil. Mehmet Tunç şehit oldu. Deniz ondan farklı değil. Birbirinizin elini tutun, birbirinizi sevin.
Hangi Kürdistan şehrinden olursanız olun biz birbirimiziniz. Tayyip (Cumhurbaşkanı Erdoğan) ve ekibinin yapmaya çalıştığı; Osmanlı dönemi gibi tüm Kürdistan’a, Suriye’den, Irak’a saldırmak. İnsan bunları göz önüne getirir. Allah dağdakilere (teröristlere), gerillaya güç kuvvet versin. Allah onların mertebesini yükseltsin. Onları gökyüzüne ulaştırsın. Onların başı sağ olsun…." (20/06 Yeni Akit)
Yukarıda da ifade ettik.
Ama’sız fakat’sız Deniz POYRAZ’ın öldürülmesi alçaklıktır.
Hiçbir gerekçe bu cinayeti haklı ve makul gösteremez.
Ancak Mardin Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk’ün, müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın’ın, sınıf öğretmeni Necmettin Yılmaz’ın öldürülmeleri de 24 Haziran 2018 seçimlerinde sandık müşahitliği yapan Mevlit Bengi’nin Ağrı Doğubayazıt’ta başından vurularak infaz edildikten sonra boynunda bir not ile elektrik direğine bağlanması da alçaklıktır.
16 yaşındaki Eren Bülbül ve Yasin Börü, 8 ve 4 yaşlarındaki Ayaz ve Nupelda kardeşler, 11 aylık Bedirhan Karakaya gibi çocuk ve bebeklerin şehit edildiği saldırılar da PKK tarafından kaçırılıp beş yıldır alıkonulan 13 vatandaşımızın 10 Şubat günü Kuzey Irak’ın Gara bölgesinde bir mağarada kafalarına kurşun sıkılarak katledilmeleri de ekmeğinin peşindeki işçiler, tarlasında çalışan çiftçiler de analarının kucaklarındaki bebeler de dahil olmak üzere binlerce masumun katledilmeleri de birer alçaklıktır.
Bu alçakça cinayetleri işleyen katillere aslanlar demek açık bir PKK destekçiliği olup asla acılı bir babanın masum ifadeleri olarak değerlendirilemez.
PKK’lı katilleri “aslanlar” diyerek yücelten herkes PKK’nın işlediği cinayetlerin sorumluluğuna ortaktır.
“Allah dağdakilere (teröristlere), gerillaya güç kuvvet versin. Allah onların mertebesini yükseltsin. Onları gökyüzüne ulaştırsın. Onların başı sağ olsun”….diyerek buram buram ihanet kokan ifadeleriyle PKK’ya açık destek veren Abdülilah Poyraz’ın, zihniyet olarak kızını katleden katilden hiç bir farkı yoktur.
PKK’lı katillerin haklarının ödenmeyeceğini söyleyen bir babanın, kızının katiline de söz söylemeye hakkı yoktur.
Sonuçta katil katildir, iyisi kötüsü yoktur.
Kuran-ı Kerim’de; “Bir mü’mini kasten öldürenin cezası ise, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır”. (Nisa 93) buyurularak kasten insan öldürenin çok büyük bir azaba uğrayacağı vurgulanmışken, PKK’nın elleri kanlı katillerinin haklarının ödenmeyeceğini, Allah’ın onlara güç vermesini, mertebelerini yükseltmesini isteyen Abdulillah Poyraz sadece suç işlemekle kalmayıp Allah’ın emirleri ile de dalga geçmektedir.
Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi; “Deniz Poyraz’ın katiline selam göndermeye kalkışacak olanın, insanlığını ve vicdanını nasıl sorgulayacaksak...
Aybüke öğretmenin katillerine selam gönderenin de insanlığını ve vicdanını sorgulamak zorundayız”(Hürriyet 20/06).
Sorguladık ve gördük ki insanlık ta ve vicdan da yerlerde sürünüyor.
Kızının ölümünü PKK propagandasına alet edecek kadar vicdan yoksunu babanın(!) domuzları aslan gibi görmesi, sadece gözlerinin değil niyetinin de bozuk olduğunu göstermektedir.
SBK’nın kafakola aldığı gazeteciler ve kime hangi kanalı kurdurduklarının listesi ABD’de açılan davanın iddianamesinde yazıyor( Yılmaz Özdil).
Kara para akladığı gerekçesiyle yakalanması için hakkında Türkiye ve ABD tarafından kırmızı bülten çıkartılan Sezgin Baran KORKMAZ’ın kaçtığı Avusturya’da gözaltına alınıp geçici tutuklanmasıyla birlikte birbirinden ilginç haberler/açıklamalar/itiraflar yazılı, görsel ve sosyal medyada yer almaya başlamıştı ki Sözcü Gazetesi Yazarı Yılmaz ÖZDİL bombayı patlattı.
Yılmaz Özdil; kurucuları arasında bir zamanlar aralarında su sızmayan gazeteci Uğur Dündar'ın da olduğu Artı 1 TV ile ilgili çarpıcı bir iddiada bulunarak; "Dürüst ve güvenilir (!) araştırmacı gazetecilerin SBK (Sezgin Baran Korkmaz'ın bazı gazeteciler üzerinden televizyon kurdurduğunu söylüyor) aşına su katmak istemem ama SBK’nın kafakola aldığı gazetecilerin listesi ABD’de açılan davanın iddianamesinde yazıyor... Kimlere televizyon kanalı kurdurdukları bile orada yazıyor! SBK’nın kafakola aldığı gazetecileri, kime hangi televizyonu kurdurduklarını biliyorum ama söylemem demedim, aksine açık açık söylüyorum, ABD’deki iddianamede yazıyor... Dürüst ve güvenilir (!) araştırmacı gazeteciler niye bu mevzudan hiç bahsetmiyor diye soruyorum?" paylaşımında bulundu.
İsim verilmediği halde üstüne alınarak iddialara canlı yayında çok sert ifadelerle cevap veren Uğur Dündar, “Yazıklar olsun sana, o Tweeti nasıl paylaştın. Beni sırtımdan hançerledin, cenazeme bile gelmeyeceksin. Karşıma çıkarsan çok fena yaparım” diyerek tehdit etti.
Tele 1'deki yayın sürerken Özdil, “SBK iddianamesinde yazılanları sordum, Tele1’de değerli ağabeyim Uğur Dündar’la Tuncay Mollaveisoğlu beni eleştiriyor, sormayayım o halde...” paylaşımı yaptı.
Ancak ertesi gün arkadaşlarıyla yaptığı görüşmelerin ardından kendisinin kastedilmediğini anladığını(!) vurgulayan Dündar; “o anda bana gelen mesajlarda cevap vermem gerektiği söylenmişti. Ben bu durumda o tweeti gördüm. Arkadaşlarım değerli kardeşim Yılmaz’la konuşmuş. Anlıyorum ki bir yanlış anlama var. Benim bunun üstüne söyleyecek lafım olmaz. Mesele benim için bitmiştir. Yılmaz bundan sonra da benim için kardeşim olacaktır. Canlı yayın kazası için özür dilerim” diyerek çark etse de bu hızlı geri dönüş (atları tepişirken karambole gitmekten korkan hangi taylar araya girdi bilinmez) durum Yılmaz Özdil’in dile getirdiği “SBK’nın kafakola aldığı gazetecilerin listesi ABD’de açılan davanın iddianamesinde yazıyor... Kimlere televizyon kanalı kurdurdukları bile orada yazıyor!” gerçeğini değiştirmemektedir.
Onların kardeş olup olmadıkları, yanlış anlama olup olmadığı, meselenin kapanıp kapanmadığı ve cenazelerine gidip gitmeyecekleri bizi ilgilendirmiyor.
Mesele sanıldığından daha derin, yani yük havaleli..
Tartışmalara dahil olan gazeteci Can Ataklı, kanalın kurulması için toplanan 40 milyon liranın kim olduğunu açıklamadığı CHP'li bir yönetici tarafından buharlaştırıldığını iddia etti..
CHP'li eski Maltepe Belediye Başkanı Mustafa Zengin de iddiaları doğrulayarak, gezi kalkışmasından sonra kanal kurmak için, CHP'li belediyelerden 300 bin dolar talep edildiğini, ancak kendisinden istenilen 300 bin doları vermediğini anlattı.
Dönemin CHP'li Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, Erdoğan Toprak'ın Levent'teki ofisine gittiğini belirterek; "Param yoktu, oğlumun düğünündeki altınlarını kuruş kuruş hesap ederek, bir kâğıda yazarak Erdoğan Toprak'a bürosunda verdim ve para yetmedi. Üzerine 48 milyar verdim" dedi.
İddiaya göre kanal, ABD'de kara para aklamasıyla tutuklanan Sezgin Baran Korkmaz'ın parasıyla kuruldu. Toplanan 40 milyon lira ise hiçbir zaman kanala gitmedi. Kanal battı, 40 milyon lira ise sırra kadem bastı. Toprak, olayı yalanlayarak; "Tüm iddialar, aday olamayan bazı kişilerin intikam çabalarının sonucu" diyerek eski belediye başkanlarını suçladı.(24/06 Sabah Gazetesi)
Bu yazılanlar sosyal medya palavraları değil, Partinin etkili isimlerinin son derece ciddi iddiaları.
Bir mafya babasının iddialarına kutsal metin muamelesi yapılıp, “derhal araştırılmalıdır” diye ortalığı velveleye verenlerin kendi mensuplarının bu çok ağır iddialarını görmezden gelmeleri garip değil mi?....
Yalan olduğu bizzat haberi veren sitenin özür dilemesiyle ortaya çıkmasınca rağmen utanmadan ve yüzleri kızarmadan Katarlı’lara sınavsız Tıp Eğitimi yalanında ısrar edenlerin, buhar olan 40 milyon liradan söz etmemeleri normal mi?
Bu kurşun gibi ağır iddiaların mafya babasının yıllardır söylene söylene yala solmuş iddiaları kadar değeri yok mu ?..
Bırakın mutfakta hamur açma şovlarını, Z kuşağına güzellemeler yapmayı, 7X24 yalan söylemeyi de da çıkın cevaplayın, 40 milyon lirayı da Katarlılar mı götürdü?..
Yeniçağ yazarı Murat Ağırel Halk TV’de katıldığı programda, Sevilay Yılman’ın ortaya attığı ses kaydına ilişkin araştırma yaptığını belirterek, Korkmaz’ın 12 gazetecinin kendisi tarafından maaşa bağlandığını söylediğini öğrendiğini ifade etti.
“Bu konuyla ilgili birkaç kişiyi aradım. Konuşulan 2 dakikalık ses kaydı 12 dakikalıkmış. 10 milyon avrodan bahsediliyor ama 14 milyon avrodan bahsediliyor” diyen Ağırel, “Sezgin Baran Korkmaz 12 tane gazetecinin ismini veriyor. 12 gazetecinin kendisi tarafından maaşa bağlandığını söylüyor. Bu konuşmada şöyle geçiyor: Bu işler halledildikten sonra - neyse o iş- Korkmaz’ın dosyası halledildikten sonra, kimlerle hallediliyorsa, hukukla mı, İçişleri Bakanlığı’yla mı, istihbaratla mı, X bir kişiyle mi, herkes zan altında, bu iş halledildikten sonra, medya ayağı da konuşma yapılıyor, burada ‘Benim maaş verdiğim 12 gazeteci var, biz medya ayağını hallederiz’ gibi bir konuşma var.” ifadelerini kullandı”(16/06 cumhuriyet.com.tr).
Patron; kara para aklayan bir dolandırıcı olacak ama kurduğu kanal hem muhalif hem de özgür yayımcılık yapacak ve biz de buna inanacağız öyle mi?....
Ajans nasıl olsa bir kılıf uydurur diye düşünüyorsunuz yanılıyorsunuz çünkü mızrak çuvala sığmıyor, bu iş ajansın boyunu aşar.
Ayrıca ajansın kapsama alanı Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıkları.
40 milyon liranın nereye gittiğine halkı inandırmak zor.
Çünkü iddia sahipleri evin içinden..
Cin şişeden çıktı bir kere, bundan sonrasını onlar düşünsün.
“İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum” (Jonathan Swift)
Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin KOCA; “yaz döneminde 18 yaş üstü herkes aşılanabilir” (8.5.2021) paylaşımında bulunduğunda, kendisi de bir doktor(!) olan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu; "Yaz bitiminde bu sözü hatırlatılınca da yüzü kızarmayacak nasıl olsa. Bir hekimin göz göre göre bu derece yalan söyleyebilmesi, gerçekleri perdelemesi, yeri geldiğinde bilimi çarpıtması benim ağrıma gidiyor. Değer mi? Mesleğinden, vatandaştan utanmıyorsa kendinden utanır insan." sözleriyle Sayın Bakanın bunu başaramayacağından emin bir şekilde kendince “utanma edebiyatı” yapmıştı.
Aşılama programında 18 yaş üstünün tanımlanmasıyla günlük birbuçuk milyonun üzerinde aşı uygulanması yapılarak dünyada bir günde en fazla aşı yapılan ülke olmamız üzerine Sayın Bakan 25.06 20121 yaptığı paylaşımda; "Yaz döneminde 18 yaş üstü herkes aşılanabilir dediğimizde, yaz bitiminde nasıl olsa yüzü kızarmayacak diyenler, umarız bugünlerde sık sık güneşe çıkıyorlar." Diyerek kimin göz göre göre yalan söylediğini, kimin yüzü olmadığı için kızarmayacağını, kimin gerçekleri ve bilimi çarpıttığını ve kimin mesleğinden, vatandaştan ve kendisinden utanmadığını lafı gediğine koyarak gösterdi ama utanmayı teferruat olarak görenlerin yüzünü kızartmaya güneşin bile yetmeyeceğini biliyoruz.
Jonathan Swift; “İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç şaşırtmıyor fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum” demiş.
Oysa biz organize ve sistematik kötülüklerine alıştığımız kötü insanların utanmamalarına şaşırmıyor ve hayretler içinde kalmıyoruz.
Çünkü bir yandan; ‘Silahlı terör örgütü propagandası yapmak’, ‘kamu görevlisine alenen hakaret etmek’, ‘Cumhurbaşkanına alenen hakaret etmek’, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletini alenen aşağılamak’, ‘Halkı din ve düşmanlığa alenen tahrik etmek’ suçlarını işleyip, öbür yandan utanma dersi vermeye kalkanların yaşadığı ülkenin adı Türkiye’dir.