Yaklaşık birbuçuk yıl kadar önce görevim gereği Doğu Anadolu’da bir büyükşehire bir ay ara ile iki kez gitmiştim. Caddelerdeki çok sayıdaki lüks ama o ile ait olmayan plakalı araçlardan, hemen hemen her işlek yerdeki AVM’lerden, çok sayıda lokantadan, ünlü giyim mağazalarının şubelerinin dizili olduğu caddelerden zenginliğin hissedildiği şehirde çok sayıda yerli ve yabancı turist bulunmaktaydı.
Kaldığımız otelin müşterilerinin çoğunluğu da İranlılar/Ermeni kökenli Fransızlar başta olmak üzere yabancılardan oluşuyordu.
Geldiğim gece 23.00 den 24.00 e kadar bir saat süreyle; bir düğünde havai fişek gösterisi ve arada atılan silahlardan çıktığını sandığım sesler nedeniyle uyuyamadığım için sabah bizi almaya gelen şoförümüze; “ dün gece hangi zenginin düğünü vardı bir saat silah atıldı havai fişek patladı” diye sordum.
Şoförümüz gece düğün olmadığını otelimize yakın bir mahallede silahlı çatışma olduğunu, kendi evlerinin de çatışma bölgesinin yakınında bulunduğunu söyledi.
Bir saate yakın süren çatışma neredeyse şehrin tam göbeğinde idi. Gündüz gördüğüm canlılıktan etkilenen olumlu düşüncelerim ertesi gün karamsarlığa dönmüştü. Sonraki günler akşamları mümkün olduğu kadar dışarı çıkmamaya, yemek için çıkmak zorunda kaldığımda da mümkün mertebe merkezi ve yakın yerlere gitmeye gayret ettim.
Bazen uzaklardan bazen yakınlardan gelen ama her akşam 15-20 dakikayı geçmeyen silah sesleri duydum.
Oradaki insanlar alışmıştı belki ama bu, benim için alışılacak bir durum değildi.
Sonuçta o büyükşehirde bir şekilde her akşam çatışma yaşanıyordu.
Şoförümüzün söylediğine göre; bir bahane bulup yapılan izinsiz gösterilerle birlikte göstermelik trafik kazaları, mahalle kavgaları ya da koca şiddeti ihbarlarıyla çağırılan polislerin üzerlerine ateş açılıyor polisin de karşılık vermesiyle çatışma yaşanıyordu. Demek ki terör örgütünün bugün başvurduğu kalleşliklerin bazıları dün de varmış.
O İl’in Valilik binasının girişinde çelik yelekli polisler nöbet tutuyor, zırhlı araçlar bekliyordu.
Elbette bu görüntü de tedirginlik yaratıyordu.
Sivil bir binadan çok sanki bir güvenlik birimine giriyor gibiydik.
İl’in valisiyle işimizin gereği olarak görüşmeye gittiğimizde (bir yıl kadar önce merkeze alındı) hiç güven vermeyen ve sorumsuz bir insan portresi ile karşılaşmıştım.
Kendisinin imzaladığı bir yazıyla Bakanlığımızdan Müfettiş talep edilmiş ve o talep üzerine de ben gelmiştim.
İnceleme konusu ile ilgili olarak kendisine bilgi verirken, “ siz o konu ile ilgili olarak mı geldiniz” diye sordu.
“Evet” dedim.
“Bunun için müfettişe gerek yoktu ki. Zaten bana göre bu olayda bir suç ta yok. Bakanlık neden böyle basit bir olay için müfettiş gönderdi anlamadım” deyince şaşırdım.
Oysa Müfettiş istek yazısının altında bizzat valinin imzası vardı.
Bir büyük İl’in valisinin böylesine tutarsız davranması beni rahatsız ettiğinden imzasının bulunduğu yazıyı çıkartarak” Sayın valim bakın yazının altında sizin isminiz ve imzanız var” dedim.
Yazıyı aldı. Baktı, evirdi çevirdi ve “ben bunu imzaladığımı hatırlamıyorum” dedi.
Büyükşehir statüsündeki, özellikle ilçelerindeki terörist faaliyetler ve kaçakçılık gibi olaylar nedeniyle özel ve önemli bir ilde; kararlı, tutarlı ve güven verici olması gereken bir vali kendi imzasının bulunduğu yazıyı imzaladığını hatırlamadığını söylüyordu.
İnceleme konusu; İl Müdürünün mevzuat gereği almaması gereken bir ödemeyi ayrıca Bakanlığa sorulması üzerine yazılı olarak ta alamayacağının bildirilmesine rağmen alması ile ilgiliydi.
Belli ki vali bey rahatsız olmuştu.
“ Müdürün çalışmalarından çok memnunum. Bu para da onun hakkı, ben bu parayı almasında bir sorun görmüyorum. Ben sordum araştırdım bu para onun hakkı imiş. Ayrıca müdürün deprem zamanında da çok başarılı çalışmaları olmuş” dedi.
Kendisine; “sayın valim siz müdürünüzün çalışmalarından memnun olabilirsiniz. Zaten bana verilen görev de müdür beyin deprem dönemindeki çalışmaları ile ilgili değil. Almaması gereken bir parayı, bakanlıktan da olumsuz görüş gelmesine rağmen alması ile ilgili. Sadece bu konuya bakacağım. Ama madem bu para onun hakkı neden müfettiş talebinde bulundunuz”? diye sordum.
Arkasından da mevzuattaki hükümleri belirterek söz konusu parayı almaması gerektiği kanaatinde olduğumu ve bunun hem adli, hem mali ve hem de disiplin yönünden sonuçlar doğurabileceğini ifade ettim.
Vali bey; mızıkçılık yapan bir öğrenci havasında “ bunları sizden önce gelen müfettişiniz …….. bey karıştırdı” diyerek rahatsızlığını açığa vurdu.
Müfettişin tespit ettiği bir husus var ise bunu bildirmekle yükümlü olduğunu, eğer ortada bir yanlışlık yok ise müfettiş talebinde bulunmaması gerektiğini, yazının özel kaleminden kayıt aldığını ve yapacak bir şey olmadığını söyleyince dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkarttı.
“Devlet önce bu adamlarla çalışın diye bize talimat veriyor, sonra da bu adamlarla niye çalıştın diye hesap soruyor?..
“Bu adamlar” dediği kimler miydi?..
Şu malum dikdörtgen (!) meselesi..
Yoksa bilemediniz mi?..
İşin o kısmı beni ilgilendirmiyordu. Varsa bir derdi onu kendisi halledecekti.
Ayrıca da iddia ettiği gibi devlet o adamlarla niçin çalıştın diye değil niçin haksız para aldı diye beni görevlendirmişti.
Yani açıkça konuyu saptırıyordu ve kimlerin valilik yaptıkları konusunda da bir fikir veriyordu.
“Sayın valim bu beni ilgilendirmiyor” dedim.
Baktım ki görüşme tatsız bir noktaya doğru gidiyor, ayağa kalkarak “ sayın valim, ben en kısa sürede raporumu yazıp size sunarım, sonrasında soruşturma izni verilsin ya da verilmesin kararını siz vereceksiniz, müdürünüzün suçlu olmadığına inanıyor iseniz izin vermezsiniz” diyerek odasından çıktım. (Bu arada suçsuz olduğuna inandığını söylediği müdür hakkında raporuma istinaden soruşturma izni verdiği gibi aldığı fazla ödeme tutarının iadesi için de hakkında tazmin süreci başlattı.)
Amacım kimseyi kötülemek değil.
İşini başarıyla ve kararlılıkla yapan kamu görevlileri olduğu gibi yetersiz, başarısız ve oturduğu koltuğu başkalarının yardımıyla dolduran kamu görevlileri de vardır.
Bu her dönem için geçerli bir uygulamadır.
Bir müdürlük, bir başkanlık, bir genel müdürlük uğruna ne savaşlar verildiğini, bir koltuk uğruna en yakın arkadaşların birbirlerini nasıl ezip geçtiklerini, birbirleri aleyhinde nasıl yalanlar söylediklerini ve nasıl iftiralar attıklarını -bir yerlere yaranmak için yalakalık yapan ve üstelik liseden dönem arkadaşım olan bir hemşehrimizin ihanetine uğramış birisi olarak-yakından biliyorum.
Bu ayrı bir yazı konusu..
Ama doğuda; güvenlik açısından çok özel ve önemli bir konumda bulunan, atılan her adımın saniye saniye takip edilmesi gereken bir ilin valisi bu kadar basiretsiz olamazdı, olmamalıydı..
İl’e yeni atanan müdürün hafta tatili olan Cumartesi- Pazar günlerinde izin kullanmak için bu valiyle görüşmek için tam iki gün uğraştığını biliyorum. Bu kadar basit bir yetkiyi dahi yardımcısına vermemişti.
Sıradan bir tatil izni vermek için bile yardımcısına yetki veremeyen ya da güvenemeyen birisi terörist faaliyetlerin titizlikle izlenmesi gereken bir ilde valilik yaparsa ne olur?..
Medyada yer alan görüntülerden de anlaşılacağı üzere gibi o il silah deposu olur.
Sıradan bir yazıdan haberiniz olmaz ise; insanları düzmece mahkemelere çağırıp yargılayan, tehditle vergi toplayan, vermeyenlerin dükkanlarını, evlerini, arabalarını kundaklayan ve şehri adeta bir silah deposu haline getiren hainlerden nasıl haberiniz olacak?..
Bazı illerde/ilçelerde yaşanan olaylardan sonra, herkes soruyor PKK bu kadar silahı bu kadar patlayıcıyı buralara nasıl taşıdı?.
Nasıl fark edilmediler ve nasıl yakalanamadılar?
O zaman ben de size sorayım. Bu kafadaki ve bu anlayıştaki bir yönetici ile bu anlayışa uygun davranmak zorunda kalan bürokratlar neyi fark edebilir?..
Önceliği kendi güvenliği olan bir kamu görevlisinden ne bekleyebilirsiniz?..
Basit bir idari konudaki tavrı bu kadar çelişkili ve korkak olan bir üst yöneticinin terörle mücadele konusunda aktif bir çalışma yapması mümkün mü?..
Astlarına güven vermesi/onları motive etmesi mümkün mü?
Elbette değil,.
Samimiyetimize inanan bazı esnaflar haraç verdiklerini, sık sık sorgulanmak üzere dağa çağırıldıklarını, bir anlaşmazlık olduğunda mahkemelere değil, terör örgütüne başvurmalarını, gitmemeleri halinde dükkanlarına, mallarına arabalarına zarar verildiğini, çocuklarına zarar vermekle tehdit edildiklerini korku içinde yaşadıklarını söylemişlerdi.
Hatta bir tanesi kendisinden vergi vermesi için yazılan ve uyduruktan da olsa mühür bulunan bir kağıt parçası göstermişti.
Kendi birimimizin çalışanları da bunları teyit ederek terör örgütünün emirlerine karşı gelenlere büyük baskılar ve tehditler uygulandığını söylemişlerdi.
O il,uyuşturucu konusunda sabıkalı bir İl’di.
Zaten sık sık haber bültenlerinde yakalanan uyuşturucu haberleri yer alıyordu.
Adım başı kaçak sigara satılan tablalar vardı. Bilinen markalı sigaraların paketi üçbuçuk liradan satılıyordu. İki liraya kadar sigara vardı. Orada bulunduğum süre içinde bu kaçak sigara satanlara müdahale edildiğini görmedim. Daha da vahimi ucuz olduğu için bu sigaraları içen devlet memurları vardı.
Sizce bu sigaralardan elde edilen gelir kime gidiyordu?...
Kızılay’a gitmediği kesin.
Sadece sigara değil. Adım başı kaçak çay da bulunuyordu.
Hatta şehrin merkezi bir yerinde “kaçak çay kafe” tabelası bulunan bir de kafe vardı.
Bu yazdıklarım yaklaşık birbuçuk öncesinde yaşanılanlar.
Ortada çözüm ya da barış her neyse bir süreç olabilir.
Süreç var diye teröre/ teröriste/ terör faaliyetlerine göz yumulur mu?..
Ayrıca böyle barış olur mu?..
Terör örgütü ellerini kollarını sallayarak silah taşır ve yığarken, adım başı geliri terör örgütüne giden kaçak mallar satılırken, düzmece mahkemelerde militanlar yargılama yaparken, vergi adı altında haraç toplanırken o ilin en büyük mülki amiri olarak siz ne yapıyordunuz?..
Fıkrayı biliyorsunuzdur.
O tarihlerde otobüs çalışmadığı için Trabzon’a gitmek isteyen Erzurumlu kamyon şoförüne yaklaşarak; “bak dadaş der, hemi şöför mahline binirem, hemi beş kuruş verirem hemi de Kop Dağından geçeriken halami görürem, işiye gelirse”..
Yukarıdaki fıkra ama anlattığım gerçek.
Hem görevini yapma, hem koltuğu bırakma, hem de şikayet et …
Son günlerde her yerden tonlarca bomba ve orduyu donatacak silahlar çıktığında bu vali aklıma geldi.
Elbette canını dişine takarak çalışan valiler/yöneticiler/kamu görevlileri de var. İyi ki de varlar. Allah onlardan razı olsun.
Ancak; Devletin çözüm zannettiği süreç; bazı ilgililerin, bazı yetkililerin ve bazı sorumluların (aslında sorumsuzların demek gerekiyor) uyumaları nedeniyle ne yazık ki yer yer çözülme ve örgütün silah depolama sürecine dönüşmüş..
Halbuki herkesin bildiği bir gerçek vardır.
Su uyur düşman uyumaz..
Dün uyuyan bazı görevliler de muhtemelen bugün yaşananları rüya zannediyorlardır.