Geçenlerde bir TV kanalında Somaliland ile ilgili bir haber/röportaj izlemiştim.
Haber; son derece uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra varılan bir mülteci kampındaki insanların hayatlarını (aslında dramlarını) anlatıyordu.
Kampta kalanların üçte ikisini, eşlerinin terk ettiği kadınlar ve çocukları oluşturuyordu.
Ağaç dalları ve otlardan yapılmış derme çatma barakalarda eşya diyebileceğimiz tek şey kullanmaktan hurdaya dönmüş yemek pişirme kapları ve su bidonları idi.
Yoksulluğun kol gezdiği kampta gazetecinin konuştuğu kadınlar güne namazlarını kılarak başladıklarını ve Allah’tan hiçbir zaman umut kesmediklerini söylüyorlardı.
İçecekleri suyu her gün kilometrelerce uzaktan getiriyorlar ve yine kilometrelerce uzaklıktaki bulanık sulu gölcüklerde çamaşırlarını yıkıyorlardı.
Dışarıdan gelen yardımların son derece yetersiz olduğunu ancak Türkiye’nin kendilerini hiç unutmadığını gözleri parlayarak ifade ediyorlardı.
Gazeteci bir ara ne yediklerini daha doğrusu en çok hangi yiyeceği yediklerini sorduğunda; bir yemek tercihlerinin söz konusu olmadığını, tercih yapabilmeleri için çeşit olması gerektiğini oysa kampta bulurlarsa ya da getirirlerse yediklerini bulamazlarsa aç öğün geçirdiklerini, ancak kimde ne varsa onu mutlaka paylaştıklarını söylediler.
Yokluktan ağaç kökleri ve kabuklarını kaynatarak yiyen o insanların içinde bulundukları zorluklara rağmen hallerine şükretmeleri beni çok etkiledi.
Yiyeceğimiz, suyumuz kıt ama en azından can güvenliğimiz var diyorlardı.
Her gün yüzbinlerce ekmeğin çöpe atıldığı, artan yemeğin ikinci gün yenmediği ülkemizdeki israfla bu yoksul Müslüman kardeşlerimizin ihtiyaçları karşılanabilirdi.
Yani bizim beğenmediklerimiz onların lüksü idi.
Çok istesem de benim ya da benim gibi düşünenlerin kendi başlarına bu insanlara yardım yapmaları mümkün olmadığına göre bunu kim yapacak?
Elbette örgütlü yapılar.
Başını Kızılay ve Diyanet Vakfı’nın çektiği çok sayıda sivil toplum kuruluşu duyarlı insanların katkılarını toplayıp götürerek coğrafyalarındaki muhtaç insanlara yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Bu davranışlarından ötürü hepsi de teşekkürü hak ediyor.
İster fert olarak isterse kurum olarak yardımlara aracılık eden ve yerine ulaştıran insanlara saygı duyup takdir etmek varken onlara eleştiri getirilmesi normal mi?..
İyilik yapan, iyiliğe aracılık eden ve iyiliğe aracılık etmesine imkan verdiği için Allah’a şükreden bir insanı eleştirmek dengeli bir insanın yapacağı bir şeyi mi?..
Elbette değil.
Yapılan yanlış işlemlere ilişkin haklı ve olumlu eleştirileri kastetmiyoruz.
Bizim sözümüz laf olsan torba dolsun türü eleştirilere
Ama bu ülkede ne yazık ki dikili ağacı olmayanlar eserleri yapanları, kendisi bir garibin derdine derman olmadığı halde garibe/muhtaca hizmet edenleri eleştirenler var.
Bir televizyon programına katılan oyuncu Selda Alkor; dünyanın bir ucuna giderek öncülük ettiği iyilik uygulamalarıyla mazlumların sesi olan Gamze Özçelik'e, "Müslümanlıkta bir şey vardır önce aile sonra arkadaş, çevre, vatan ondan sonra gidersin. Kendi vatanında bu kadar açta açıkta insan varken, keşke Gamzeciğim buralara el atsaydı ben daha mutlu olurdum" dedi.
Selda ALKOR mutlu olmak istiyorsa kendisi ülkesindeki muhtaçlara bir el atsın.
Başkanlığını Gamze Özçelik’in yaptığı Umuda Koşanlar Derneği üyeleri, ‘Umut Pınarı Su Kuyuları projesi’ kapsamında yardım faaliyetlerinde bulunmak üzere Afrika’da bölge halkıyla birlikte şehitlerimizin isimlerinin verildiği dört tane su kuyusunun açılışını yaptı.
Suyla tanışmanın heyecanını yaşayan çocukların mutluluklarını yayımlayan Gamze Özçelik, “Şükür… Yaşadığımız duyguları anlatmanın tarifi yok” dedi.
Halen yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda muhtaç insana destek olan ve yardımda bulunan Derneğin faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmadan hüküm yürüten 76 yaşındaki Selda ALKOR’un açıklamaları doğal olarak tepki çekti.
İlginç olan şu ki son zamanlarda bazı sanatçılarda (ya da sanatçı zannettiğimiz figürlerde) oral diyare vak’alarında ciddi bir artış var.
Bu artışa yaşlılarda daha sık rastlanması üzerinde düşünmeye değer.
Bazıları yaşlandıkça olgunlaşacağı yerde çenesi düşüyor.
Gamze ÖZÇELİK; sefaya dalmak, magazin malzemesi olmak yerine kurduğu bir dernek aracılığı ile yurt içinde ve yurt dışında yardım ve iyilik faaliyetlerinde bulunuyor ve hayatını muhtaçlara yardıma adıyorsa bundan Selda ALKOR’a ne?..
Selda AKOR Müslümanlıktan örnek verdiğine göre önce kendisi Müslümanlığın ilkelerine uysun ve bilmediği bir konuda kulaktan dolma bilgiler ve dedikodularla hareket etmesin, kul hakkı almasın.
Müslüman; başkalarının iyilik yapması ve iyiliğe aracılık etmelerinden rahatsız olmaz.
Allah’a şükür bugün ülkemizde suya hasret insan yok.
Ama Afrika’da insanlar suya hasret.
Hani bizim arabalarımızı yıkayacak kadar hor kullandığımız su var ya..
İşte o su, oralarda yok...
Olanı çıkartmak için de mali güçleri yok.
Ne yapsın insanlar, susuzluktan kırılsınlar mı?..
İki saat su kesilince homurdanıyoruz..
Musluktan akan suyu beğenmiyor, ozonlanmış mineral katkılı sular içiyoruz.
Dakikalarca akan suyun altında yıkanıyoruz.
Onlar bırakın yıkanmayı, içmeye su bulamıyor.
Oturdukları yerden ahkam kesenler o insanların yerine kendilerini koyabildiler mi?..
Gamze ÖZÇELİK ekibi ile birlikte bu susuz beldede su kuyuları açılmasını sağlayarak insanlık görevini yapıyor ve bunun için de dünyevi bir karşılık beklemiyor.
Bir köpeğe su verdiği için bir fahişenin dahi affa mazhar olduğu düşünüldüğünde insanların su ihtiyacının gidermeye çalışan bir iyilik insanına eleştiri yapmak akıl karımı dır?..
GAMZE ÖZÇELİK;“Bilmeden, incelemeden, okumadan konuşanlara ilk ve son kez toplu cevap olması ümidiyle; Öncelikle bilinmesini isterim ki yardımları yapan şahsım değil kurucusu ve başkanı olduğum Türkiye ve birçok mazlum coğrafyada faaliyet gösteren Umuda Koşanlar Derneği’nin bağışçılarıdırlar. Bizim görevimiz bu yardımları hakkıyla yerine ulaştırmaktır. Yapılacak yardımların ulaştırılacağı yeri yine bağışçılarımız belirlemektedir……..”sözleriyle yapılan saygısızlığa karşı son derece mütevazi ve edepli bir üslupla cevap vermiş.
“Bu böyle bilinsin ki Allah bize kuvvet ve ömür verdikçe ülkemiz başta olmak üzere açlığın, susuzluğun, savaşların ve yokluğun olduğu, milyonlarca yetimin başıboş kaldığı topraklarda elimizden geldiği kadar umuda koşmaya, şanlı Türk Bayrağını dalgalandırmaya devam edeceğiz”diyerek kararlılığını açıkça ortaya koyan Gamze ÖZÇELİK ve tüm iyilik sevdalıları saygıyı hak etmektedir.
Hepsinin başımızın üzerinde yerleri var.
Onlara gıpta ile bakarız.
Önemli olan iyiliğin kime yapıldığı değil ihtiyacı olana yapılmasıdır.
İşte bu yüzden PubliliusSyrus’un; “İhtiyacı olana çabucak iyilik eden, iki kez iyilik eder” sözü önemli ve oturdukları yerden başkalarının yaptıkları iyilikleri eleştirenlere kapak olacak kadar anlamlıdır.
(*) SamuelSmiles