Türkiye Akdeniz’deki hamleleri ve Libya’daki ateşkeste öncü rolüyle inisiyatifi ele alırken Yunanistan’ın açıkta kalması onunla aynı ağzı konuşan ve olup bitenden habersiz siyasi fantezilerle vakit öldüren siyasi miyopların da iyot gibi açığa çıkmasını sağlamıştır.
Akdeniz’deki jeopolitiğin hızla değiştiğine dikkat çeken Avrupalı siyasetçiler, uzmanlar ve medya, “Türkiye bölgesel süper güç statüsü kazandı” yorumunu yapıyorlar.
Libya’da gayrı meşru Hafter çetesinin yanında saf tutan Yunanistan, Berlin’de 19 Ocak Pazar günü düzenlenen Libya Konferansı’na davet edilmedi. Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, bu duruma şaşırdıklarını belirterek “Yunanistan’ın neden bu sürecin parçası olmadığını anlamıyoruz” dedi.
Oysa bizdeki kankalarına sorsalardı anlarlardı.
Ülkenin ana muhalefeti olan sol koalisyon ise Atina’nın düştüğü durumu şöyle eleştirdi: “Konferansa Kongo bile çağrıldı ama Yunanistan davet edilmedi. Hükümet, Türkiye’nin uluslararası alanda tek başına kaldığını söylüyor, ama pek öyle olmadığı görülüyor.”
Yunanistan’ın eski ekonomi bakanı ve mecliste temsil edilen Mera25 isimli Parti'nin lideri Varufakis Yunanistan Meclisinde yaptığı konuşmada; Yunanistan'ın Libya sorununa bulaşarak ve yanlış tarafı tutarak son yılların en büyük diplomatik fiyaskosu ile karşılaştığını söyledi.
Hafter’in bir ‘savaş ağası’ olduğunu söyleyen Varufakis, Hafter’in desteklenmesinin Yunanistan'ın 1990'larda Bosna Savaşı'nda Sırp Savaş suçlularını desteklemesine benzediğini, hükümetin İsrail ve büyük Petrol şirketleri ile yaptığı anlaşmanın Türkiye’nin işine geldiği ve Türkiye’ye yaradığını anlattı. Bu sayede Türk lider Erdoğan’ın bölgede daha fazla güç kazandığı ve iç kamuoyunu bir arada tutabildiğini söyleyen Varufakis Yunanistan'ın Libya'ya karışarak beklenmedik ölçüde kompleks bir oyuna girdiği ve yanlış tarafı tuttuğunu vurguladı.
Yunanistan’ın etkili gazetelerinden Ekathimerini son analizinde, Libya ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin Atina’nın istediği gibi gitmediğini ve Türkiye’nin bölgedeki gücünü Rusya ile birlikte konsolide ettiğini yazdı. Yunanistan’ın kendi çıkarları yerine genellikle iç kamuoyuna dönük, yetersiz adımlar attığını belirten gazete, “Basitçe ifade etmek gerekirse, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik değişimler arasında Erdoğan önemli bir oyuncu haline gelerek, Türkiye’ye bir bölgesel süper güç statüsü kazandırdı” itirafında bulundu
Analizin devamında Ekathimerini, “Daha da kötüsü, ABD ve Avrupa Birliği Yunanistan’ın Avrupa’ya değil, Ortadoğu’ya ait olduğu izlenimini yaratıyor. Ve böylece Yunanistan Ankara’nın insafına bırakılıyor” diye yazdı.
“Erdoğan bir şekilde her şeye müdahil olmayı başarıyor” diyen Yunan gazetesi, Erdoğan’ın attığı adımlarla Libya’da kritik jeopolitik bir güç elde ettiği ve bölgede etkisini genişlettiği tespitini yaptı. Gazete “Muhtemelen yakın gelecekte Erdoğan’ın koruduğu Serrac ayakta kalacak ve bu da deniz sınır anlaşmasının yürürlükte kalacağı anlamına geliyor” ifadesini kullandı.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Strazburg’daki genel kurul oturumunda Libya krizine ilişkin yaptığı açıklamada; Türkiye’nin rolüne dikkat çekti.
Berlin sürecine destek veren Borrell, “6 ay öncesine kadar bu iki aktör (Türkiye ve Rusya) orta Akdeniz’de yoklardı, şimdi önderliği almış durumdalar” dedi. Gayrimeşrû silahlı güçlerin lideri Halife Hafter’in Moskova’dan ateşkesi imzalamadan ayrıldığını hatırlatan Borell, “Libya’da ateşkesin sağlanacağını garanti edebilirim” iddiasında bulundu.
Bir diğer mesaj ise Avrupa Ekonomik İşler Komiseri ve İtalya eski Başbakanı Paolo Gentiloni’den geldi.
La Republica’ya konuşan Gentiloni, Libya krizini ‘sürüncemede bıraktığı’ için ABD ve AB’yi eleştirirken, oluşan güç boşluğunu diğer aktörlerin (Rusya ve Türkiye) doldurduğunu söyledi.
Fransızlar da Türkiye’nin rolünün artmasından duyduğu rahatsızlığı gizlemiyor. La Figaro gazetesinde yayınlanan bir analizin satır aralarında; Türkiye ve Rusya’dan ‘stratejik düellonun iki kahramanı’ olarak bahsedilirken ABD ve Avrupa eleştirildi. ABD’nin Ortadoğu’ya eskisi gibi ilgi duymadığı, Avrupa’nın da etkisiz kaldığı vurgulanarak, Türkiye’nin bölgenin ağabeyliğine soyunduğu iddia edildi.
Öte yandan; Türkiye'nin Berlin'de düzenlenen Libya Konferansı öncesi attığı sondaj hamlesi 3 ülkeyi rahatsız etti. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'e Yavuz sondaj gemisini göndermesinin ardından Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi peş peşe açıklamalarda bulundu. EastMed Boru Hattı Anlaşması'na imza atan 3 ülke Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına son vermesi için Avrupa Birliği'nden yardım istedi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Yavuz sondaj gemisinin KKTC tarafından verilen lisanla Ada'nın güneyinde yer alan "G" ruhsat sahası içerisinde kazıya başlamasıyla ilgili olarak; "KKTC olarak geçmişte TPAO'ya verdiğimiz tüm lisans alanlarında tabii ki kazı yapacağız.
Bu lisansları laf olsun diye vermedik, bahse konu alanlar içerisinde Kıbrıs Türk halkının da hakkı olduğunu kimse inkar etmiyor, edemiyor.
O halde nasıl ki Kıbrıs Rum tarafı şirketlere verdiği lisans ile kazı yaptırıyorsa biz de bir şirket olan TPAO'ya verdiğimiz lisanslar kanalıyla kazı yaptıracağız." diye konuştu.
Özersay, Doğu Akdeniz'de en erken zamanda doğal gaz konusunda ilgili bütün tarafların iş birliği yapmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs'ta ne yönetimi ne de zenginliği paylaşmak istediğini belirten Özersay, Rumların siyasi eşitliği reddetmesinin yönetimi paylaşmak, doğal kaynakları tek yanlı gasbetmek istemesinin ise zenginliği paylaşmak istememesinin bir kanıtı olduğuna dikkati çekti.
Bakan Özersay, Rumların, Kıbrıslı Türklerin haklarını yok sayarak, tek yanlı ve çözümü beklemeden kazı çalışmaları yapabildiğinin altını çizerek, bu hakkın Kıbrıslı Türkler için de geçerli olduğunu söyleyerek, "Rumlar, aklımızla dalga geçmeye kalkmasın." dedi.
Kıbrıs adasının batısında çalışmalarını tamamlayan Yavuz sondaj gemisi, Kıbrıslı Rumların 13 parsele ayırarak İtalyan ENI ve Fransız Total ortaklığına kiraladığı 8 numaralı parselle kesişen bölgede kazı yapacak. Yavuz’un Rumların kiraladığı parselde çalışma başlatması Rum yönetiminin, “Türkiye el koyuyor, burnumuzun dibini kazacaklar” paniğine yol açtı. Yavuz, Ada’nın güneyinde KKTC’nin verdiği ruhsat çerçevesinde çalışma yürütecek.
Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in geçen hafta ilan ettiği Yavuz’un yeni görev yeri olan “Lefkoşa-1” parseli, Rumların adanın güneyini 13 parsele ayırdığı bölgenin tam orta yerinde yer alan ve İtalyan ENI ve Fransız Total’in bu yıl sondaj yapmayı planladığı 8 numaralı parsel ile üst üste geliyor.
Rumların tek yanlı parsellemesine tepki olarak KKTC’nin de parsellediği ve ‘G’ bölgesinde yer alan Lefkoşa -1 parseli, Limasol kentinin yaklaşık 180 kilometre güneyinde yer alıyor. KKTC’nin parseli, Rumların 8 numaralı parselinin yaklaşık 3’te 2’si ile kesişiyor. Yavuz, 24 Mayıs’a kadar sondaj yapacak.
Demek ki Doğu Akdeniz’de varmışız.
Hayata “tiyatrodan bakanların” bile görmezden gelemeyecekleri ve Türkiye düşmanlarının yüreklerini ağızlarına getirecek kadar güçlü bir varlık.
Sondaj ve araştırma gemileri, görevli teknik ve akademik ekibi ve onları koruyan silahlı kuvvetleriyle, diplomatik ve siyasi iradeyle “işte ben buradayım” diyen gurur veren bir varlık, dışımızdaki İrlandalıları bile paniğe sokacak kadar net ve tartışmasız iken “Doğu Akdeniz’de bir tek bir yokuz” demek ne anlama gelir ?..
Cevabı Eddi ANTER versin.
“Gerçeği görmek istemeyen yalanların içinde kalır”..
Demokritos’un ifadesiyle; “Yalancılar ve ikiyüzlüler, her şeyi sözle yapan yani hiçbir şey yapmayan kişilerdir.”
Nokta..
Dolandırılınca içlerine kapanıyorlarmış...
Geçtiğimiz günlerde UBER şoförlüğü yaptığı haberleriyle gündeme gelen firari FETÖ'cü Hakan Şükür, YouTube'da yayınladığı videoda özel yaşantısıyla ilgili yaptığı açıklamada güvendiği dostları tarafından dolandırıldığını ve tüm varlığını kaybettiğini öne sürmüştü.
Basına yansıyan rakamlara göre dolandırıcılığın boyutu 2 milyon dolardan fazlaymış. Bu konuda açıklamayı da şöyle yapmış: “Amerika'da yaşarken çok güvendiğiniz arkadaşlarınızla dolandırılmaya varan şeyler yaşadım ben. Bunun ismi onlar adına dolandırma mı? Onlar ticaret diyorlar, ben dolandırma diyorum. Yani bir işi bilmemek veya bir işin sıkıştığı anda parasını kullanmak dolandırıcılıktır. Tüm birikimimizi kaybettik. Bunları yaşamak beni ve ailemi tabi çok yıprattı. Kimseyle görüşmüyoruz, içe kapandık”.
İçe kapanmaya gerek yok birader, onlar darbe yapacak kadar gözü kararmış birlikte devleti dinamitlediğiniz yol arkadaşlarınız değil mi?..
Himmet diye diye hizmet diye devletin bütün imkanlarını kullanarak yapmadıkları soygun bırakmadılar.
Para vermeyenin gözünün yaşına bakmadılar, mahkemelerde süründürdüler..
İtibarlarını beş paralık ettiler.
Atmadıkları iftira söylemedikleri yalan bırakmadılar.
Kontrollerindeki piyonlarla (gaza getirmek için şakirt diyorlardı) ahtapot gibi içinde para olan her şeye saldırdılar.
Ama artık devleti ve himmet adı altında saf Müslümanları soyma güçleri kalmadığı için birbirlerini soymaya başlamışlar.
Atalarımız boşa söylememiş “aç köpek fırın deler” diye.
Zehirlenmiş sosyolojileri için ticaret olarak nitelenen dolandırıcılık demek ki Hakan ŞÜKÜR gibi üst takım isimlerine kadar bulaşmış.
Beter olsunlar.
Hakan ŞÜKÜR gibi kendilerine kayıtsız şartsız biat eden birini dahi dolandıracak hale gelmişseler zeval yakındır.
Bir sümüklü mendile ödedikleri binlerce liranın (yani söğüşün) himmet/hayır olduğunu zannederek cennete köşk hayali kuranların dolandırıldıklarını anladıklarında iş işten geçmiş oluyor.
Ama yedikleri kazık akıllarını başlarına getirip te pişman olmuşsalar o bile yeter..