Üniversite öğrencisi Pınar GÜLTEKİN geçtiğimiz yıl Muğla’da vahşi bir cinayete kurban gitmişti.
Bu olayla ilgili olarak bir milletvekilinin maktulün babasını arayarak davadan vazgeçmesini istediği, çok sayıda kişinin davadan vazgeçmesi için üzüntülü babayı baskı altına almaya çalıştıkları iddialarının medyaya yansımasından sonra Baba Sıddık Gültekin, kendisini arayan ismin CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin olduğunu açıklayarak şunları söylemişti:
"Ayın 23’ünde Muğla milletvekili Süleyman Girgin olduğunu söyledi. Taziye dileklerini iletti. Taziye kelimesinden sonra 'davadan vazgeç' dedi bana. Kamu davası devam eder. Biz senin yanındayız ne gerekiyorsa yapacağız dediler.
Karşı tarafın annesinin de CHP ilçe başkanlığında olduğunu biliyorum. Aynı partideler. Söylediğim kelimeler, harfi harfine doğrudur. Aksi ispat edilirse intihar ederim demişim. Kızınız olursa siz kabul eder misiniz? Ben kabul etmedim. Telefonu da olayı da kapattım. Kızımın taziyesi bitti. 20 gün sonra CHP ilçe başkanı Aydın Sadık beyefendi arkadaşlarımı, akrabalarımı devreye soktu. Neyse geldiler. İnanmadım ilk önce.
Daha sonra Veli Ağbaba beni aradı. Ağbaba'ya da aynı şeyi söyledim. Özgür Özel bey aradı. Aynısını ona da söyledim. 4 Ocak'ta açıklama yapacaktım. Baktım çok yalan haberler var. Ben mecbur kaldım. Bugün açıklama yaptım.
Haber çıkmadan Hizan'da CHP ilçe başkanını görevden alıyorlar. Çünkü Özgür Özel bey 'gerekeni yapacağız.' dediler. Özel bana dedi ki, sonuna kadar yanındayız, davayı da takip edeceğiz.
Beni arayan kişinin de bu olduğunu söylediler. Diyelim ki ben yalan atıyorum. Bir ilçe başkanı neden yalan atsın? Neden 10 sefer arasın? Bazı insanlar parasına malına güveniyor. Benim kızım satılık değil arkadaşlar. Muğla'da diri diri yakıldı. Bu kabul edilecek bir şey değil. Bir insanı öldüreceksin, parayla insanları bağlayacaksın. Böyle bir şey kabul edilemez. Artık Pınar'lar ölmesin. Türkiye'de kadın cinayeti yaşanmasın."
Bu sözleri ile ilgili olarak Recep Girgin tarafından Sıddık Gültekin hakkında hakaret ve iftira iddiaları ile suç duyurusunda bulunulmuştu.
Savcılıkça yapılan inceleme sonucunda; tarafların birisinin milletvekili olması diğer tarafın ise kamuoyunda takip edilen bir kadın cinayeti vahşetinde maktulün babası olması nedeniyle haber içeriğinin kamuoyunu ilgilendirdiğini, bu nedenle sarf edilen sözlerin haber vasfı kazandığı belirtilerek Sıddık Gültekin'in Süleyman Girgin'in kendisini arayarak davadan vazgeçmesi için aradığını söylemesinin herhangi bir suç isnadı olmadığını bu nedenle Hakaret ve İftira suçunu oluşturacak herhangi bir eylemin bulunmadığına kanaat getirerek kovuşturmaya dair yer olmadığına, yani Sıddık Gültekin’in iddialarının iftira olmadığına karar verdi.
Buradan da anlaşılacağı üzere yaşattığı iddia edilen İstanbul Sözleşmesi, Pınar Gültekin’in vahşice öldürülmesini önleyemediği gibi acılı babanın davadan vazgeçmesi için baskı altına alınmasını bile önleyemiyor.
Daha da kötüsü; babanın “para verelim davadan vazgeç” gibi -katili korumak amaçlı olduğuna kuşku bulunmayan- utanç verici bir seçeneği kabule zorlanmasına göz yumuyor.
Bir taraftan İstanbul Sözleşmesine ölümüne sahip çıkıp diğer yandan Pınar Gültekin’i vahşice öldürülen bir katili korumak için para teklif edecek kadar ısrarlı çabalara bakılınca meselenin kadın haklarını korumak olmadığı anlaşılmaktadır.
Hani İstanbul Sözleşmesi yaşatıyordu?..
İstanbul Sözleşmesi değil vicdan, ahlak ve merhamet yaşatır.
Nitekim Euronews Türkçe’nin (son güncelleme tarihi 04/04/2019) Cinsiyet eşitliğinde zirvedeki İskandinav ülkelerinde tecavüz oranları korkutucu seviyede başlıklı aşağıdaki haberini okuduğunuzda İstanbul Sözleşmesinin iddia edildiği gibi kadını yaşatmadığını ama nasıl süründürdüğünü görürsünüz..
“Cinsiyet eşitliği açısından dünyanın en üst sıralarında yer almalarına rağmen dört İskandinav ülkesi Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İsveç'te cinsel saldırı ve tecavüz oranlarının yüksek olması dikkat çekiyor. Uluslararası Af Örgütü'nün (Amnesty International) 3 Nisan'da yayınlanan raporuna göre mağdurlar adalet sisteminden de bekledikleri desteği bulamıyor.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından güçlü istatistiklere sahip olan İskandinav ülkelerindeki, cinsel şiddet suçu oranının yüksek olmasını paradoks olarak niteliyor.
Sosyal damgalanma endişesi ve adalet sistemine karşı olan güvensizlik kadınların seslerini yükseltmesine engel oluyor.”
Son bir not; Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre cinayetlerin % 85’i, tecavüzlerin % 50’si, kadına şiddet olaylarının %70’i, alkolden kaynaklanıyor.
Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az..
Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma (Şeyh Edebali)
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, katıldığı televizyon programında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma yetkisi olmadığını, bu yüzden İstanbul Sözleşmesinin halen geçerli olduğunu öne sürdü.
Bunun üzerine Barış Pehlivan, “Peki çıkmadıysak neden Danıştay’a gidiyorsunuz?” diye sordu ancak Sayın Özel bu soruya cevap veremedi.
Veremezdi, çünkü sözleşmeden çıkmanın hukuki dayanağı; 9 sayılı “Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 3. Maddesinde açıklanmış. Buna göre;
“Milletlerarası andlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri yapma, milletlerarası andlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur”.
Nitekim usulüne uygun bu fesih bildirimi Avrupa Konseyi Sekreteryasına ulaştı ve Avrupa Konseyi Anlaşmalar Bürosu da Sözleşmenin 1 Temmuz itibarıyla ülkemiz bakımından yürürlükten kalkacağını teyit etti.
Sayın Özel’in Milletlerarası sözleşmelerden nasıl çıkılacağından bilgisinin olmaması temsil ettiği makamın ağırlığı ile de bağdaşmamaktadır.
Bilgiye dayanmayan eleştirinin ciddiye alınmayacağını, eleştireyim derken eleştirilecek hale geleceklerini anlamak çok mu zor?..
Oysa yakın geçmişte bile Cumhurbaşkanı imzası ile sona erdirilen milletlerarası sözleşmeler var. Mesela; 20 Ocak tarihli, “Türkiye ile Romanya arasındaki serbest Ticaret Anlaşması’nın 31 Ocak 2006 itibariyle sona erdirilmesi” kararı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in imzasıyla alınmıştı.
Türkiye ile Hırvatistan Cumhuriyeti arasındaki serbest ticaret anlaşmasının 1 Temmuz 2018 tarihinden itibaren sona erdirilmesi kararı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün imzasıyla 25 Temmuz 2013 tarihinde yürürlüğe girmişti.
Daha da ilginci Anayasa Mahkemesi, CHP’nin cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili 9 No’lu kararnameyle ilgili itirazlarını “sistem değiştiği” gerekçesiyle reddediyor.
Ancak Uluslararası sözleşmelerin iptaliyle ilgili 3. maddeye CHP’nin itiraz başvurusu olmadığından Anayasa Mahkemesi görüşmeye bile gerek görmüyor.
Benim gibi sıradan bir Türk vatandaşının kolaylıkla ulaşabildiği açık bilgilere sorumluluk taşıyan siyasetçilerin ulaşamamalarını anlamak zor.
Şeyh Edebali ne güzel söylemiş;
“Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma”
Kokainci bir tıfıl nasıl bu kadar hızla yükseldi, zengin oldu ve neden fark edilemedi?..
Lüks bir araç içinde kokain çeken ancak bunun pudra şekeri olduğunu söylediği için önce serbest bırakılıp daha sonra tanık beyanlarından uyuşturucu kullandığı ve temin ettiği anlaşılan AK Parti Genel Merkezi'nde büro elemanı Kürşat Ayvatoğlu tutuklandı.
Gazeteci Süleyman ÖZIŞIK 29/03 tarihli Türkiye Gazetesindeki yazısında Ayvatoğlu'nun AK Parti'deki yükseliş ve zenginleşme hikâyesini şöyle anlatıyor.
“Kürşat Ayvatoğlu 2014’ten önce araba pazarında 5 lira karşılığında otomobil fotoğrafları çeken bir genç. 2014’te ise AK Parti Kastamonu Belediye Başkan Adayı olan Tahsin Babaş’ın seçim ofisinde grafiker olarak çalışıyor. Photoshop’ta seçim çalışmaları yapan Ayvatoğlu, bir milletvekilinin önerisiyle Babaş’la çalışmaya başlıyor. Eski ve bozuk arabası olan Ayvatoğlu’nun hayatı Tahsin Babaş’ın seçimi kazanmasının ardından belediyede işe girmesiyle değişiyor. Kastamonu Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü olarak görev veriliyor kendisine. Burada bağladığı işler üzerinden kendine pay ayırmayı unutmuyor!
Sonra şaşırtıcı bir şekilde şirket kurarak belediyeden takvim, ajanda, hediyelik anahtarlık gibi promosyon ihaleleri almaya başlıyor. Daha sonra yeme içme sektöründeki birçok firmaya ortak olmaya başlıyor. Sonra bir anda Başkan'ın özel kalem müdürü oluveriyor.
Ortak olduğu bir çekme helva firması belediyeye her gün helva satıyor. Bir süre sonra lüks araçlar almaya başlıyor. Şehirdeki bir alışveriş merkezinde pizzacı dükkânı açıyor. Seçimin kaybedilmesinin ardından Ankara’ya taşınarak lüks bir rezidansa yerleşiyor. Ardından bağlantılarını kullanarak AK Parti Genel Merkezi’ne personel olarak giriyor.
Ve kokain olayından sonra bir araba satış sitesinde milyon dolarlık araçlarını satılığa çıkarmasıyla biliniyor”
Ayvatoğlu olayın ortaya çıkmasıyla hem işten hem de partiden atıldı ama yetmez.
Çünkü bu kadar hızlı yükseliş ve zenginleşme sadece kendi emek(!) ve yeteneği(!) ile açıklanamaz.
Hiçbir özelliği olmayan bir tıfılın partiye emek veren milyonlarca gencin arasından bir anda sıyrılıp milyonluk servete kavuşması normal değildir...
Yaşı henüz 30'u bulmayan; geçmişinde böylesine hızlı bir yükselme ve zenginleşmeyi makul gösterecek hiçbir başarı öyküsü bulunmayan bir uyuşturucu bağımlısının referanslarının ve bağlantılarının kimler olduğu ortaya çıkartılmalıdır.
Kendi ifadesiyle uyuşturucunun bir gramı için 500 TL veriyorsa bu değirmenin suyunun geldiği bir Bakü- Ceyhan boru hattı gibi devasa bir rant hattı olması lazımdır.
Bu rant hattının çalışması için hangi belediye ve devlet kurumlarının hortumlandığı, kimlerin nasıl haraca bağlandığı ve kimler soyup soğana çevrildiği, bu tezgaha kimlerin destek olduğu, kimlerin ortak olduğu, kimlerin göz yumduğunun ortaya çıkartılması bir namus borcudur.
Anayasa Mahkemesi güvenlik soruşturmasını iptal etti diye eleştirirken neden böyle vurguncu tipler için güvenlik soruşturması yapılmadan partide görev verildi?..
Ayvatoğlu bulunduğu konumunu kullanarak maddeyi nereden ve kimden temin ediyordu? torbacılık yapıyor muydu? Ona madde sağlayanlara güvence veriliyor muydu?
İktidar partisinin genel merkezinde görev yapmasına aldırmadan lüks bir aracın içinde kokain çekecek kadar rahat davranacak cesareti nereden ve kimlerden alıyordu?..
Yaptığı işe göre aldığı ücretle kıyaslanmayacak lüks araç merakı sosyal medyaya yansımasına rağmen neden kayıtsız kalındı?
Bu sorular mutlaka aydınlatılarak hukukun sınırları içinde en ağır biçimde hesap sorulmalı, ortalığa saçılan ve her biri diğerinden utanç verici taciz-tecavüz skandallarının çürük elmalarına sahip çıkarak pişkin pişkin ahlak ve fazilet nutku çekenlerle aynı zihniyette olunmadığı cümle aleme gösterilmelidir.
Kendilerine İYİ geliyorsa bizim için sorun yok..
Bir televizyon programına katılan İYİ Parti İzmir Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın "Türkiye'de şu ana kadar 14 milyon dozdan fazla aşı uygulandı." şeklindeki sözlerini eleştirerek "60-65 yaş üstü Türkiye'de nüfus 7 milyon, sen 14 milyon aşıyı nasıl yaptın?" diye sordu.
Oysa aşının iki doz halinde uygulandığını ilkokul öğrencileri, hatta huzurevlerindeki dedeler nineler bile biliyor.
Ama sayın Başdanışman bilmiyor (mu acaba?).
Sosyal medya yalanlarıyla siyaset yapmanın, eleştirmiş olmak için eleştirmenin, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkmanın sonucu gülünç olmaktır.
Kendilerine İYİ geliyorsa bizim için sorun yok..