Kanada parlamentosu, ülkesindeki Müslüman azınlığa uygulanan soykırıma sessiz kalan Myanmar Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanlığından Sorumlu Devlet Bakanı Aung San Suu Çii'ye 2007'de verilen “onursal vatandaşlığı” iptal etti.
Böylece Suu Çii Kanada'da onursal vatandaşlığı geri alınan ilk kişi oldu.
Suu Çii, ülkesinde ev hapsinde tutulduğu dönemde verdiği demokrasi mücadelesiyle 1991 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görülürken Kanada hükümeti de 2007 yılında Suu Çii'ye onursal vatandaşlık vermişti.
Myanmar liderinin, üstlendiği devlet görevinin ardından yetkili biri olarak 2017 yılından bu yana 700 binden fazla Arakan’lı Müslümanın komşu Bangladeş'e sığınmasına yol açan, BM'nin "etnik temizlik" olarak nitelendirdiği şiddet dalgasına kayıtsız kalması ve Arakan’lı Müslümanlara yönelik vahşet düzeyindeki insan hakları ihlallerine karşı çıkmaması tepkilere yol açmış, hatırlanacağı üzere bu utanç verici uygulamaya ilk ve en sert tepkiyi her zaman olduğu gibi mazlumların yanında yer alan Türkiye göstermişti.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, onursal vatandaşlığın iptalinin, soykırıma maruz kalan Müslümanların acılarını hafifletmede yeterli olmayacağını belirtmişti.
Evet.. acıları hafiflemez belki ama yapanın yaptığının yanına kar kalmadığı da görülmüş olur.
O masum ve mazlum kardeşlerimiz de hallerinden anlayanlar bulunduğunu görerek umutlanırlar.
Dünyadaki zulümlere karşı gözlerini kapayan ve hiçbir işe yaramayan Birleşmiş Milletler’in aciz hali dikkate alındığında Kanada’nın attığı bu somut adımın önemi daha iyi anlaşılıyor.
Belki sembolik ama değerli bir adım.
Bu çerçevede; Suu Çii'ye verdikleri onur nişanlarını geri alan İngiltere'nin Oxford ve İrlanda'nın Dublin kentleri de takdiri hak ediyorlar.
Ancak Suu Çii'ye verilen Nobel Barış Ödülü'nün geri alınması için yapılan çağrılar karşılıksız kaldı ve etnik temizliğin baş sorumlusu Suu Çii'ye verilen Nobel Barış ödülü geri alınmadı/alınamadı.
Düşünebiliyor musunuz?.
Soykırımın baş sorumlusu Nobel Barış Ödülü sahibi.
Bu “utanç” Nobel ödül komisyonuna yeter diyeceğim ama maalesef diyemiyorum.
Çünkü; Amerikan CNN kanalının Yemen'deki yerel tanıklara ve uzmanlara dayandırdığı haberine göre, Suudi Arabistan/ABD işbirliği ile 9 Ağustos'ta Yemen'in Sana kentinde düzenlenen ve çoğu çocuk 50 kişinin hayatını kaybettiği, 77 kişinin yaralandığı saldırıda kullanılan bombanın ABD tarafından tedarik edildiği ortaya çıktı.
Haberde, 227 kilogramlık bombanın ABD tarafından Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona destek kapsamında verildiği ve Yemen'de çok sayıda çocuğun hayatına mal olan saldırıda kullanıldığı kaydedildi.
Müslüman, Müslümanı ve özellikle masum çocukları katlediyor ve bundan hiç utanmıyor.
Ve Kabe İmamı Sudeysi,"Bugün Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar" diyerek bu cinayetleri birlikte işledikleri ABD ile birlikte dünyayı yönettikleri için Allah’a hamdediyor.
Uzun sözün kısası; Müslümanın Müslümana ettiği zulüm ortada iken Nobel Ödül Komitesinin ödülü geri almadığı için utanıp utanmamasına söylenecek sözümüz yok..
Önemli olan; Suudi Arabistan’ın ne zaman utanacağı..
XXX
Hatırlarsanız; Geçtiğimiz Ağustos ayının başlarında Kanada Dışişleri Bakanı Chrystia Freeland’in Suudi Arabistan’da insan hakları alanında öne çıkan bazı aktivistlerin gözaltına alınması ile ilgili olarak bir twitter mesajı yayınlaması ve Kanada’nın Riyad Büyükelçisi Dennis Horak’ın yine aynı konuda bir açıklama yapması Suudi Arabistan Krallığı’nın şiddetli tepkisine neden olmuştu.
Suudi Arabistan yönetimi bu açıklamaların hemen ardından, Kanada’nın Riyad Büyükelçisini istenmeyen kişi ilan ederek 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini istedi.
Aynı zamanda Kanada’yla ticari ilişkilerini dondurarak yeni bir ticari anlaşma imzalanmayacağını açıkladı.
Suudi Krallığı’nın Kanada’ya tepkileri bununla da kalmayıp Kanada’da burslu öğrenim gören binlerce Suudi öğrenciyi başka ülkelere kaydırdı.
Bunca tepki ve gürültünün nedeni; Kanada Dışişleri Bakanı ile Riyad büyükelçisinin insan hakları alanında öne çıkan bazı aktivistlerin gözaltına alınmasına tepki göstermesi ve onların serbest bırakılmalarını istemeleriydi.
Haber tam da üstüne denk geldi.
Mississippi eyaletinde partisinin kongre ara seçimleri için düzenlediği seçim mitinginde konuşan Trump, "Kral Selman'ı severim, ama ona dedim ki, 'Bak Kral, biz seni koruyoruz. Biz olmazsak iki haftaya burada olmayabilirsin. Kendi ordunu kendin ödemelisin, ödemeye mecbursun'."dedi.
Yani adam (lafın gelişi) tam bir mafya babası gibi Kral Selman’ı tehdit etti ve gömdü..
Ama Kanada’ya esip gürleyen Suudi Krallığından tıss yok.
Haraç almak için hanedanı otele hapsettiren, Filistinlileri yurtlarından attırmak için Trump’un damadı Jared Kushner' gizli kapaklı dolaplar çeviren Veliaht Prens Muhammed bin Selman ise tam dut yemiş bülbül.
Sesi soluğu çıkmıyor.
Hadi gürlesenize..
Sıkar..
Çünkü elleri mahkum.
Müslümanlarla dayanışma içinde olacakları yerde gittiler kendilerini ABD’nin şefkatli (!) kollarına attılar.
Ne diyordu Sezen AKSU;
“Her şeyin bir bedeli var
Bir gün gelir ödenir,
Öde Firuze”..
Zalimle bir olup Müslüman kanı akıtılmasına göz yumarsan olacağı budur.
Sen Yemen’de masum bebeleri öldürürken, Filistinlilere yapılan zulmü görmezden gelirsen, İsrail’le seviyeli ilişkiler yaşar ve ABD uşağı Sisi’ye, PYD yani PKK’ye milyon dolarlık yardımları akıtıp, açlık çeken kardeşlerine sırtını dönersen, Arakan’da işkence gören kardeşlerine sahip çıkmazsan, halvet olduğun ABD de gelir gırtlağına çöker.
Ya paranı ya canını..
Hadi kurtar bakalım şimdi kendini..
Merak ediyorum; ABD ile birlikte dünyayı yönettikleri için Allah’a hamd ettiğini söyleyen Kabe İmamı bu olanlardan sonra tövbe etmiş midir?..