Olaylar gözümüzün önünde yaşanmasa belki söylenenlere inanacağız.
Halbuki her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor.
Kimin ne niyet taşıdığını, kimin dilinin altında hangi baklanın saklı olduğunu ve asıl amacın ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Kendilerini dev aynasında gören haysiyet cücelerinin isimlerinin önünde kalabalık harflerden oluşan unvanlar bulunması, söyledikleri her şeyin doğru olduğu anlamına gelmiyor.
Lamı cimi yok.
Türkiye Cumhuriyeti açık bir saldırı ve benzeri görülmemiş ihanetle karşı karşıya..
Alçaklığın, ahlaksızlığın ve kalleşliğin her türlüsüne başvuran hainlerden oluşan cephe; kucaklarına oturdukları üst aklın ve kucaklarına aldıkları akıl yoksunu eziklerin can havliyle verdiği gazla bütün gücüyle saldırıyor.
Düne kadar birbirlerinin varlığına tahammül edemeyenlerin ve birbirlerinin kuyularını kazanların Türkiye Cumhuriyetini diz çöktürmek için birlikte verdikleri ölümüne mücadele gözlerden kaçmıyor.
Alçaklar, hainler, şerefsizler..
Dikkat ederseniz artık bu kelimelerin hiçbiri gözleri dönmüş PKK ve onların iç ve dış destekçilerini tanımlamaya yetmiyor.
Evet artık en ağır hakaret ifadesi bile bu terör örgütünün vahşeti karşısında yetersiz kalıyor.
Bir vahşeti kelimelerle bile anlatamıyorsak geriye bir tek şey kalıyor.
Bu vahşetin sorumlularını son ferdine kadar yok etmek, bu vahşetin gizli ve açık destekçilerini de insan içine çıkamaz hale getirmek.
Ötesi lafı güzaf..
Ağızlarından barış lafı düşmüyor.
Ama barışı yok etmek için akla gelen her türlü mel’aneti pervasızca yapıyorlar.
Sonra da pişmiş kelle gibi ille de barış diyorlar.
Onların ağızlarındaki barış ile fahişenin ağzındaki namus aynı şey oysa..
Ama haklarını yemeyelim. Fahişeler bile bu yaratıklarla kıyaslanamazlar...
Çünkü bunlar öldürmekten şehvani bir zevk alıyorlar.
Her cinayetten sonra da devleti ve hükümeti suçluyorlar.
Ne öldürmeye, ne suçlamaya ve ne de yalan söylemeye doymuyorlar.
Peygamberimiz (sav) asırlar öncesinden uyarmış.
“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak. Hainlere güvenilecek. İnsanlardan şahitlik etmeleri istenmediği halde şahitlik edecekler. Yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler”(TABERANİ)
İşte o zaman, bu zaman..
Sosyal medya denilen lağım hattından çaldıkları görüntülerle devlet sivilleri vuruyor yalanını sürüme sokuyorlar ve herkesten inanmasını istiyorlar.
Neredeyse ülke batsın ama sosyal medyaya dokunulmasın denilecek.
Hiç bir demokrasi onu yok etmeye çalışan araçlara fırsat vermez.
Ama ülkemizde sosyal medya en ahlaksız bir şekilde kullanılıyor. Yalanın iftiranın sınırı yok. Bu konuda yargının çok yavaş çalıştığını ve sonuçta bir Amerikan şirketinin ticari faaliyetinin özgürlüklerin korunması ve demokrasinin gereği gibi görülerek, Anayasa Mahkeme tarafından koruma altına alındığını da bir kenara not edelim.
Millete sadakatten ayrılmayacaklarına dair namus ve şerefleri üzerine yemin eden malum zihniyetin mensupları bu yalan görüntülerle utanmadan devleti suçlu ilan etmeye çalışırken, kuyruk acıları olan ve yargıyı araç olarak kullanırlarken suçüstü yakalanan prematüre darbeciler bu yalanlara mal bulmuş mağribi gibi saldırıyorlar.
Meclis'te bakan koltuğunu işgal eden malum partili bakanlar "Devlet Cizre'de sivil katlediyor" diyecek kadar pervasızlaşabiliyor.
Oysa sivilleri PKK ve onun kirli yandaşları vuruyor. Hem de şahitli ispatlı..
Tunceli’de markete giden Ayten GÜNHAN’ı PKK öldürüyor.
Şemdinli’de mal almaya giden esnaf Celal İNAN’ı PKK öldürüyor.
Diyarbakır’da görevine giden doktor Abdullah BİROĞUL’u PKK öldürüyor.
Şırnak’ta kırmızı ışıkta duran taksici Lokman BAYAR’ı PKK öldürüyor.
Diyarbakır’da ekmek almaya giden Fırat SİMPİL’i PKK öldürüyor.
Halbuki İstanbul’da ekmek almaya giderken vurulduğunu iddia ettikleri çocuk konusunda ne kadar da duyarlı idiler değil mi?
Demek ki Diyarbakır’da ekmek almaya giderken vurdukları kürt çocuğun bir değeri yok.
Nasıl olsa onlardan çok. İstediklerini dağa kaçırır, istediklerine tecavüz edip geri dönemez hale getirirler.
Erzincan Kemah yolunda bir araçta Makbule VURAL’ı PKK öldürüyor.
Yüksekova-Şemdinli arasındaki yolda Celal İNAN’ı PKK öldürüyor.
PKK’nın son iki ayda öldürdüğü sivil sayısı üçü çocuk olmak üzere 21 kişi.
Yetmiyor, Tunceli’de Polisimizi şehit eden ve sivil Ayten GÜNHAN’ı öldüren yaralı teröristi hastaneye bizzat milletvekili kaldırıyor.
Bir başka milletvekili örgüte erzak götürürken yakalanıyor.
Bir başkasının arabasının bagajında silahlar bulunuyor.
Hepsi görüntülerle sabit gerçekler olduğu halde, bunlar masum sivil fakat devlet suçlu oluyor?,,
Kadın kılığına girerek gösteren etekli militanları sivil oluyor.
Ellerinde keleş yüzleri kapalı zebaniler sivil oluyor.
Ne yapacaktı devlet.. etek giyenler sivil sayılır dokunmayım mı diyecekti?..
Ellerinde silah var ama belki müsamere yapıyorlardır, günahlarını almayayım mı diyecekti?.
Böyle bir durumda sesini çıkartmayan devlet devlet midir?..
Kimse topluma salak muamelesi yapmasın.
Bu yapılanların hak aramakla uzaktan yakından ilgisi yok.
Görevim nedeniyle ülkenin her tarafına gidiyorum. Devlet doğuya ve güneydoğuya çok daha fazla hizmet götürmüş. Emin olun Çankırı’ya yapılanlar oralara götürülenlerin yanında devede kulak kalır.
Yolları kapanan, elektrikleri kesilen, telefonları çalışmayan, dükkanlarını açamayan, mal getiremeyen, mal satamayan ve sokağa çıkmaktan korkar hale gelen bölgedeki kürtlerin bu kirli savaştan ne karları var?..
Baraj olmasın, havaalanı olmasın, okul olmasın, bu yamyamlar milleti koyun gibi yönetsin.
Yani tam bir Kuzey Kore’deki gibi Kim Jong modeli..
İşte o bu yüzden yapılanların kendi hayatlarını da kararttığının gören bölgedeki kürtler yüksek sesle “yeter artık” demeye başladılar.
Bölgeyi temsil eden 120 aşiret reisi “ yeter ülkemizi terk edin” çağrısı yaptılar. Bunun üzerine Kandilden cesaretlerini kırın gerekirse vurun talimatı verildi.
İşte bu yüzden Şırnak’ta eşiyle birlikte kaçırılmak istenilen askerimizi bölge halkı PKK’ya teslim etmedi.
Bu “yeter artık” tepkisi biraz daha büyürse ve sesler biraz daha gür çıkarsa halk adına eylem yaptığı palavrasını sıkanlar bozguna uğrayabilir.
Gerçek serhildan böyle başlayabilir.
Batıda bağlama çalıp türkü söyleme, Brüksel’de devleti gammazlama ve güneydoğuda kandile biatın en sefil hali rolleriyle arzı endam edenlerin boyaları çoktan döküldü.
Orta yerde bir gerçek var.
Bir yanda; taşeronluğunu yaptıkları güçler için bu ülkeyi bölmeye çalışan ve bu uğurda her yolu mübah gören kan içicilerle, perde önünden ve gerisinden ellerini ovuşturarak, kuyruk acıları ya da siyasi ve ikbal hesaplarıyla bu ahlaksızlığa madden ve manen destek verenler..
Diğer yanda; bu alçaklığa razı olmayan, bu kan içicilere meydanı bırakmayan ve bu uğurda her türlü mücadeleyi yapan ve canlarını veren ülke sevdalıları.
Bir de; Ortada da “du bakali nol’cek” diyerek devletin yürüttüğü savaşta bırakın desteği söz ve davranışlarıyla köstek ve gerçeklere karşı köstebek olup, PKK ile kapalı kapılar ardında kirli ittifaklar kurarak her türlü desteği veren, PKK’nın işlediği cinayetleri perdelemeye çalışan, sanki PKK cinayet işlemek istemiyormuş da birileri onları bu cinayetleri işlemeye mecbur bırakıyormuş gibi davranan, katile katil teröriste terörist diyemeyen ve neredeyse onları çevreci birer masum eylemci gibi sunarak, şehit cenazeleri üzerinden rant devşirmeye çalışan ahlaksızlıkta ihtisas yapmış kirli bir medya.
Hainliğin ve sorumsuzluğun bu kadar aleni yapıldığı yerde, delillerin kabak gibi ortada olduğu bir yerde yargıdaki yavaşlık ise umut kırıcıdır.
Bu bir hükümet meselesi değildir. Bu bir devlet meselesi hatta Türkiye Cumhuriyetinin bekası meselesidir.
Hiçbir hesap ve gerekçe bu meselede terörün ve teröristin yanında yer almayı haklı çıkartmaz.
Bu günler de bir şekilde geçer.
Ama tarih kimin nerde durduğunu yazıyor.
Dikkat ederseniz ağababalarının, ihanet medyasının ve tüm şer cephesinin her türlü yalan ve ahlaksızlığı yaparak halkı kışkırtmak istemesine rağmen PKK aradığı iç desteği bulamıyor.
Çünkü kötülüğü türk kürt demeden herkese yapıyorlar.
Onların bir tek derdi var.
Kendilerini parmaklarında oynatan dış güçlerin koynunda yatmanın karşılığında bu ülkenin tekerine çomak sokmak.
Ağababalarından alacakları bir aferin için gözlerini kırpmadan bin cana kıyabilirler.
Hangi hak güpegündüz karakol basmayı haklı çıkartır?
Hangi hak şehre hendekler kazıp halkı evlerine hapsetmeyi haklı çıkartır?
Hangi hak gece uykularındaki polisleri alınlarından vurup devlete meydan okumayı haklı çıkartır?
Hangi hak yangına giden itfaiyeyi engellemeyi ve hangi hak hastaya müdahaleye giden ambulansı kurşunlamayı haklı çıkartır?
Hangi hak 2000 çocuğa el koyup dağa çıkarmayı haklı çıkartır?
Hangi hak elektrik direklerini devirmeyi, GSM vericilerini imha etmeyi, havaalanı radarlarını çalışamaz hale getirmeyi, okulları ve sağlık ocaklarını yakmayı mazur gösterebilir?.
Hangi hak ekmeğinin peşindeki insanların arabalarını yakmayı, mazur gösterebilir?..
Savaşmak için kaçırdıkları kızlara tecavüz edip ailelerine dönüş yolunu kapatan sapıkların becerebilecekleri tek şey uşaklıktır. Böyle kirli bir yapılanmanın ilelebet var olması mümkün mü?.
İngiliz Vice News'in "Türkiye'de iç savaş çıkacak: Kürt direnişinin merkezine hoş geldiniz" başlığıyla sunduğu haberde Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret; ”Bir söz vardır barış olacaksa Cizre'den başlayacaktır ve savaş da olacaksa o da Cizre'den başlayacaktır, Türkiye'de bir iç savaş yürüttüğümüzü söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
Meydanı boş bulunca böyle öterler. Ama yarın yargı yakasına yapışınca Mezdeke yanlarında müsamere grubu gibi kalır. Devlete savaş ilan etmişsen bedelini ödersin.
Bu kadar açık ve bu kadar pervasız bir şekilde meydan okuyan bir haine meydanı boş mu bırakacak devlet.
"Halk karşısında bütün ordular çaresizdir. İşte sarayın ordusu ve polisi de. Yenildiler, yine yenilecekler." diyerek kendisini darı ambarında gören tavuk misali sallayan Brüksel güzeli de yaptıklarının hesabını verecektir. Türk ordusu bu milletin ordusudur. Türk polisi de bu milletin polisidir. Akılları sıra sarayın adamı diyerek orduyu da polisi de küçümsemek mücadelelerini hafife almak ve onları etkisizleştirmeye çalışmak klozet artıklarının haddine değildir.
Ayrıca saray kimsenin babasının mal değil, milletindir.
Orada kim seçilirse o oturur .
Siz seçilince halkın tercihi oluyor da Cumhurbaşkanı seçilince halkın tercihi olmuyor mu?..
Ne ordu ne de polis çaresiz değildir.
Kimlerin çaresiz oldukları iki de bir Brüksel yolculuğu yaparak ağababalarından yardım isteyenlerden, basın toplantılarında sahte gülücüklerle gizlemeye çalıştıkları boncuk boncuk ter dökenlerden kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Kandilde patlayan kanalizasyon borularından akan necasetten çıkan pis kokunun yoğunluğundan anlaşılmaktadır.
Kolay değil kandilde fırça, Brüksel’de fırça, içeride giderek yükselen bir kin ve nefretin muhatabı olunca ağzınızdan çıkanı kulağınız duymasa da biz duyuyoruz..
Sırtınızı kime ve nereye yaslarsanız yaslayın, askeriyle, polisiyle, siviliyle bu aziz devlet bu büyük devlet meydanı size bırakmayacaktır.
Kimin yenildiğini, kime diz çöktürüldüğünü göreceğiz
Devlet; köpekler evde beslenince kuduz olmaz diye düşündü ama yanıldı.
Bundan sonra kolay kolay yanılmaz.
Anlayacağınız dilden söylersek.
Bu vatanı Kandil-Brüksel hattının lağım farelerine ter-ket-mez.