Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, ülkedeki Kur'an Kurslarının laiklik ilkesine karşı olduğu gerekçesiyle kapatılmasına karar vererek din ve inanç özgürlüğüne telafisi zor bir darbe vurdu.
İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un ifade ettiği üzere; "Laiklik, din özgürlüğünü teminat altına alır, din eğitimini yasaklama aracı olarak kullanılamaz. Ancak jakobenler, laikliği dini değerleri ve kültürel zenginliklerimizi baskılamak için kullanırlar."
Jakobenizm, ideolojisini genel kitle ideolojisinden daha yeğ gören ve dikte yolu ile bu ideolojiyi kabullendirmeyi amaçlayan politik akımdır. Jakobenizm bir ideoloji değil yöntemdir. İdeolojisini topluma benimsetmek isteyen herkes Jakobendir.
Ancak Kıbrıs Anayasa Mahkemesinin aldığı bu karar sadece jakobenlikle açıklanırsa eksik kalır.
Zira bu karar bir jakobenizm/jüristokrasi ortak yapımıdır.
Jüristokrasi, yargıçlar yönetimi demektir ve demokrasinin aksine, yargıçların oligarşik bir yönetim oluşturmasını tanımlar.
Jüristokraside yargı kurumunun başında bulunan kimselerin yorum kabiliyetleri, şahsi içtihatları ön plana çıkar ve yargıçların öznel yorumları ile şekillenen yasalar ile ülke yönetilmeye çalışılır.
En önemlisi Jüristokraside halka hesap verilmez .
Bu kararı verenlere sormak lazım.
Kuran’ı Kerim öğrenilmeden İslamiyet nasıl yaşanacak? ibadet nasıl yapılacak?..
Bu kurslarda suç niteliği taşıyan davranışlar yapılıyorsa hukuk içinde hesabı sorularak din ve inanç hürriyetinin korunması mümkün iken kapatılması kararı tam bir jüristokratik / jakoben dayatmadır.
Bunun bir adım sonrası camiler kapatılarak namaz kılınmasının, oruç tutulmasının da yasaklanmasıdır.
Bu kararı veren mahkemenin Ortaçağ’da akla mantığa sığmayacak yöntemlerle uyguladıkları işkencelerle hafızalarda derin izler bırakan engizisyon mahkemelerinden, önyargıları hüküm olarak dayatmaları açısından hiç bir farkı yoktur.
Bir sürü Hristiyan ülkede dahi Kur’an Kurslarının faaliyet göstermesi laikliğe aykırı olarak görülmezken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesince laikliğe aykırı bulunarak özellikle de mübarek Ramazan ayında kapatılmalarının istenmesi hukuki bir karar değil ideolojik bir dayatmadır.
Garip olan bu dayatmayı yapanların laiklikten haberlerinin olmamasıdır.
Onların da anlayabilecekleri sadelikte anlatacak olursak; “Dinle devlet işlerinin ayrılığını esas alan siyasî-hukukî ilke olan Laiklik (laïcisme) terimi ilk defa İngiltere’de XVI. yüzyılda papaz olmayanların da kiliseleri yönetebilmelerini isteyen fikir akımını ifade için kullanılmıştır. Etimolojisi itibariyle “ruhban sınıfına mensup olmayan, halktan olan” anlamında Yunanca laikos kelimesinden türetilmiştir.
Çağdaş laiklik kavramı açısından en etken olan görüşe göre dinin mi siyasete, siyasetin mi dine bağlı olması gerektiği sorusu anlamsızdır. Zira bu konuda iki tarafın da birbirine nazaran tam bir bağımsızlığı söz konusu olacaktır. Bu görüş, her iki alanın birbiri karşısındaki özerkliğinin herhangi bir vesâyete ihtiyaç duyulmayacak şekilde temellendirilmesini savunan bakış açısıdır”.( TDV Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 2003/Ankara cilt 27 sayfa 62)
Bu karar din ve inanç özgürlüğünü yok saymaktır.
Hindistan’da ineklere gösterilen saygının Müslümanlara gösterilmemesi bu kararı alanların alınlarına yapışan karar bir leke olmuştur.
Ve bu kararı verenler günün birinde musallaya getirildiklerinde; din görevlisinin “bu namazı kıldırmak İslamiyet’e aykırıdır” deme hakkı olduğunu da kabul etmişlerdir.
Mesele’nin Montrö olmadığını Ergün Mengi itiraf etti, ötesini sazanlar düşünsün..
Emekli amiraller bildirisini hazırlayan Ergün Mengi; Savcılığın tutuklanma talebine esas olan, “Admek-2” isimli WhatsApp grubunda yapılması istenen değişiklikleri bildiri metnine ekleyerek son halini verdiği ve Ali Yüksel Önel’e gönderdiği mesajda şu ifadeleri kullanmış.
“Komutanım çok sağolun. Esas tepki takunyalı amiral harp okulu giriş şartlarında irticaya karışılmasının çıkarılması ve subay astsubay kurslarından Atatürk ilke ve inkılapları derslerinin çıkarılmaması üzerine olacaktır. Ama grupta uzlaşı çok zordu. Bu nedenle Montrö bahanesiyle son paragraftaki mesajları veren hedef kitle DzKK (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) olmayan bir bildiri hazırlayayım dedi.
Çok haklısınız ama burada Montrö’yü araç olarak kullandık. Esas endişemiz son üç paragrafta anlarlarsa eğer çok teşekkür eder saygılarımı sunarım”.
Takunyalı amiral hakkında zaten soruşturma açılarak yasal süreç başlatıldığı, subay ve astsubay kurslarından Atatürk İlke ve İnkılapları dersinin çıkartıldığının da kuyruklu bir yalan olduğu ortaya çıktığından tekaüt amiralleri ikna etmek için Montrö yem olarak kullanılmış.
Emekli tümamiral İlker Güven, bildiriye darbe ve muhtıra metinlerinin dilini yansıtan “Yüce Türk Milleti” ifadesini yerleştirmiş. 3 Nisan günü hazır olunca, öğleden sonra bildirinin gecikmeden yayınlanması tartışmaya açılmış.
Önceden mutabık kaldıkları 6 Nisan tarihi beklenmeden bildirinin yayınlanmasına karar verilince Emekli Amiral Mustafa Özbey, “Ben bunu Veryansın TV’de yayınlatırım. “Zaten sarıklı amiral haberini de ilk olarak Veryansın TV vermişti” diyor ve önerisi kabul görüyor.
Hani bildiriyi birileri habersiz olarak sızdırmıştı?..
Kimse masumiyet numarası çekmesin, komik oluyor.
Ortada demokratik bir hakkın kullanımından çok darbe ruhuyla kaleme alınmış iktidara parmak sallayan ve gece yarısı yayımlatılmış bir bildiri var.
Vatan sevgisi böyle ifade edilmez.
Ergun Mengi’nin açıkça itiraf ettiği üzere mesele Montrö değilmiş.
Aslı astarı olmayan uyduruk bir protesto için Montrö kurban edilmiş ve tekaüt amirallerimiz de bu numarayı yemişler.
Aldandıklarına mı yansınlar?
Aldatıldıklarına mı yansınlar?..
Lojmandan, korumadan olduklarına mı yansınlar?
Evde torun torbayla oyalanmak varken, mahkemede hesap vermek zorunda kaldıklarına mı yansınlar?
Arkadaşlarının kumpasına geldiklerine mi yansınlar?..
Bence en çok taşıdıkları kurmay aklına rağmen nasıl bu kadar kolay gaza getirildiklerine yansınlar.
Bağdat’ta hurma yiyenler sonuçlarına da katlanırlar.
Akla mantığa baktık yanlış bir şey göremedik..
“Sen patates üreticilerine soğan üreticilerine para verip o ürünü aldın fakir fukaraya dağıttın diye biz karşı mı çıktık? (Kemal Kılıçdaroğlu 09.04.2021 Grup Toplantısı.)
“Vatandaşa soğan dağıtıyor, şimdi patates dağıtıyor şu akla bakın şu mantığa bakın” (Kemal Kılıçdaroğlu 13.04.2021 Grup toplantısı).
Yerel seçimler öncesi piyasaya sürülmeyerek fiyatı arttırılan soğan ve patates üzerinden muhalefet yaparak sonuç alanların, son derece doğru ve isabetli olan uygulamaya önce destek verip sonra karşı çıkmaları ucuz bir siyasi tiyatrodan ibaret olup eğer bir akıl ve mantık sorgulaması yapılacaksa dört gün arayla gerçekleşen bu keskin U dönüşün nedeni ile ilgili olarak yapılmalıdır.
Bilgisizlikten gelen güce cehalet denir.
Halk TV'nin eski Genel Müdürü gazeteci Şaban Sevinç eski Halk Tv çalışanı Oya Lale Özan ile sosyal medya üzerinden yaptıkları canlı yayında olağanüstü bir cahil cesareti sergileyerek Koronavirüs salgını nedeniyle Ramazan ayının ertelenmesi gerektiği gibi bir saçmalığı savunurken bazı ilahiyatçıların da böyle düşündüğünü iddia etti.
Bununla da hızını alamadı Ramazan ayında teravih namazı kılınmadan oruç tutulamayacağını söyleyerek cehaletine taç giydirdi.
Bu sınırsız cehalet gösterisinden rahatsız olan CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu haklı olarak 'Her şeyi bilmeyin Arkadaş... bi susun yahu!' diyerek tepki gösterdi.
Bu haklı eleştiriye kulak tıkayan Şaban Sevinç; 'Bu bizim Mustafa Kemal Atatürk'ümüze Kefere Kemal diyen yeni CHP'li Mehmet değil mi? Şimdi de trollüğe mi soyunmuş' diyerek pişkinliğini sürdürdü.
Aklı başında hiçbir Müslüman bu zırvalara itibar etmez ama sorulması gereken soru şu;
Beyefendi bu gücü nereden alıyor?..
Cevabı Amos Bronson Alcott veriyor..
“Akıldan gelen güce cesaret, bilgisizlikten gelen güce cehalet denir.”