Korona süreciyle ilgili olarak Karatekin Üniversitesi neler yapıyor diyerek internet sitelerini ziyaret ettiğimde Psikoloji Bölümü Öğretim üyelerinin topluma destek amacıyla “psikoloji günlükleri” uygulamasını hayata geçirildiğini öğrendim.
Alanında uzman akademisyenler; öğrenciler, ebeveynler, çocuklar ve ileri yaşlardaki insanlara destek olma hedefiyle karantina sürecinde yaşanan psikolojik sorunlar ve çözüm önerilerini anlatmak için videolar çekmişler.
Her gün farklı bir konunun paylaşıldığı Psikoloji Günlüklerinde;
Uzaktan eğitim.
Bilgi kaynaklarını izleme ve kaçınılması gereken tutumlar.
Zorlayıcı duyguları tanıma ve kabul etme.
Felaketleştirici düşünceleri kontrol etme.
Korona günlerinde ramazan ayı boyunca dikkat edilmesi gereken konular.
Sosyal bağları canlı tutma.
Günlük rutinleri devam ettirme.
Bedensel iyilik halini arttıran egzersizlerden yararlanma.
Pozitif bireysel gelişim olasılıklarını değerlendirme.
Korona ve ruh sağlığına yönelik olumsuz etkiler ile psikolojik yardım almak.
Korona günlerinde çocuklarda ve ergenlerde kaygı.
Ebeveynler nasıl yaklaşmalı ve korona günlerinde çocuklar ile ergenlerin ruh sağlığını korumaya yönelik önlemler.
Aile içi etkinlik önerileri.
Korona günlerinde uygun teknoloji kullanımı için ailelere öneriler.
Uzaktan eğitim sürecine uyum konusunda ailelere öneriler.
Korona günlerinde çocuğun psikolojik yardıma ihtiyacı olduğu nasıl anlaşılır ?
Özel gereksinimi olan çocuklar için öneriler.
Korona günlerinde aile içi bağları güçlü tutma.
Gibi, her biri başlı başına önemli konulara değiniliyor.
Çankırı Karatekin Üniversitesi’nin başlattığı ve Türkiye’de bir ilk teşkil eden Psikoloji Günlükleri uygulamasına üniversitenin resmî facebook, instagram ve twitter hesaplarından ulaşılabiliyor.
Sonrasında sayın Rektör Prof. Dr. Hasan AYRANCI’nın Neşe Radyo’da yaptığı konuşma metnini okudum.
COVID-19 salgını ile mücadelede risk grubunda olan sağlık çalışanlarının maske ve siperlik ihtiyacını karşılayan Çankırı Karatekin Üniversitesi (ÇAKÜ), sağlık kurumlarının yanı sıra diğer kurumların ihtiyaçlarını da karşılamaya başlamış.
İlk olarak Çankırı’daki sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle üretime geçen ve Çankırı Sağlık İl Müdürlüğü’ne ürettiği maske ile siperlikleri teslim eden ÇAKÜ, Çankırı Devlet Hastanesi ile Özel Karatekin Hastanesi’ne verdiği koruyucu ekipmanların ardından Çankırı’nın birçok kurumuna koruyucu ekipman temin etmeye devam ediyormuş. Üniversite tarafından sterilize kumaştan üretilen maskeler ve antibakteriyel polikarbonat pleksiglas malzemeden lazer kesim yöntemi ile üretilen koruyucu siperlikler; Valilik, Belediye Başkanlığı, Mekanize Tugay Komutanlığı, Emniyet Müdürlüğü, Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi gibi siperlik ve maske ihtiyacının oldukça fazla olduğu Çankırı’daki kurumlara teslim edilmiş.
Kurumlardan gelen talepler doğrultusunda maske ve siperlik üretiminin hız kesmeden devam ettiğini belirten ÇAKÜ Rektörü Prof. Dr. Hasan Ayrancı, şunları söylemiş:
“İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde gece gündüz demeden çalışan değerli sağlık çalışanlarımız için üniversitemizin ürettiği maske ve siperliklerin büyük bir kısmını daha önce İl Sağlık Müdürlüğümüze teslim etmiştik. Sağlık çalışanlarımızın yanı sıra, görevi gereği maske ve siperlik ihtiyacı olan diğer kurumlarımızın çalışanlarına da gelen talep doğrultusunda standartlara uygun olarak üretmiş olduğumuz ürünlerinin teslimini gerçekleştirdik. Çankırı Valiliği, Çankırı Belediyesi, Mekanize Tugay Komutanlığı, İl Emniyet Müdürlüğü, Çankırı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Çankırı Devlet Hastanesi ve Çankırı`da bir özel hastaneye ürettiğimiz maske ve siperlikleri teslim ettik. Ayrıca kendi personelimize de ürettiğimiz bu maske ve siperliklerden verdik. Üniversitemiz Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü Atölyesi ile İç Mekân Tasarımı Bölümü Atölyesinde maske ve siperlik üretimimiz devam ediyor. Talepleri doğrultusunda ihtiyacı olan her kuruma elimizden geldiği ölçüde maske ve siperlik yetiştirmeye çalışıyoruz.
Bunlarla birlikte Güzel Sanatlar Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarım Bölümünde devam eden İl Sağlık Müdürlüğü çile senkronize bir şekilde yürüttüğümüz maske projemiz var.
Proje ile Çankırı Devlet Hastanesinin zorunlu ihtiyacını hemen ertesi gün sağlayabildik.
Vakit kaybetmeden ikinci bir proje olarak önce Güzel Sanatlar Fakültesinde ve sonrasında ise
Çankırı Meslek Yüksek Okulu Mobilya Tasarım Bölümünde siperlik üretimine başladık.
Bunlarla birlikte tıbbi önlük ve cerrahi box üretimi üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. Son olarak tıbbi atıkların toplanması için başka bir projede çalışıyoruz”.
Doğrusunu isterseniz bu kadarını beklemiyordum.
Okuyunca mutlu oldum.
Üniversiteler bulundukları kentin itici gücü değil iseler, sıradan birer okuldurlar.
Üniversiteler; sadece bulundukları kentin değil ülkemizin ihtiyaçları için de çözüm üreten ve özellikle içinde bulunduğumuz kriz süreçlerinde toplumun beklenti ve ihtiyaçlarının en kısa yoldan ve en ekonomik şartlarda karşılanması için dönüşebilecek esnek/dinamik bir yapılanma içinde olmalıdırlar.
Bu; aynı zamanda aidiyet kültürünü de güçlendirerek kentin üniversiteye üniversitenin de kente sahip çıkmasını sağlar.
İşte o yüzden üniversiteler sadece mezun ettikleri öğrencilerin işe girme oranlarıyla değil öncelikle ait oldukları kentin ve sonrasında ülkenin beklenti ve ihtiyaçlarının karşılanmasında üstlendikleri etkin rollerle de iyi üniversite olurlar.
Bu arada Çankırı Karatekin Üniversitesinin Kanal İstanbul Projesinin teknik-bilimsel inceleme safhasında yedi üniversite içinde yer alması, Üniversitenin akademik çapı/prestiji hakkında fikir veren olumlu bir gelişmedir.
Pandemi sürecinde Karatekin Üniversitesinin üstlendiği etkin/öncü rol bu nedeniyle başta Sayın Rektör Hasan AYRANCI olmak üzere emeği geçen akademik ve idari personel teşekkür ve alkışı hak ediyor.
Çankırı ve Çankırılıya hizmet eden herkesin başımızın üstünde yeri var.
Çankırı’da bir Üniversite değil, Çankırı’nın bir Üniversitesi olarak Karatekin Üniversitesinin doğal görevi olan eğitim faaliyetleri yanı sıra; şehrimize ve ülkemize katkı, destek, motivasyon sağlayacak olumlu çabalarının pandemi sonrasında da çeşitlendirilerek devam etmesini diliyoruz.
Eğer ar kaldıysa bu utanç değil midir?..
Pandemi sürecinde Türkiye’nin çok sayıda ülkeye koruyucu tıbbi malzeme yardımında bulunması övünülecek bir uygulama olmasına rağmen nedense bazılarına fena halde battı.
Kimi siyasetçilerin “hiçbir doğruyu kabullenmemek” gibi bir özellikleri nedeniyle bu batmanın acısıyla duvara konuşmalarını anlayabiliyoruz.
Bu zorlu günlerde bile Türkiye’ye çekilen ekonomik operasyonun merkezi olan İngiltere’deki malum medya, Türkiye’nin yaptığı yardımı küçümsemek içinden gelen malzemelerin standartlara uygun olmadığı yalanını üfürdü.
Onları bir yere kadar anlamak mümkün.
Çünkü; sürü bağışıklığı uygulamasıyla Covid 19’u ciddiye almayan Başbakanlarının virüse yakalanmasıyla tehlikenin farkına vardılar.
Ancak bu ihmal sebebiyle hazırlıksız yakalandıkları salgında, koruyucu önlük bulamayan doktorlarının çöp poşetleri kullandıkları, bir maskeyi üç gün kullandıklarına dair utanç verici görüntülerle karizması fena halde çizilen burnundan kıl aldırmayan İngiltere’nin bir de Türkiye’den yardım alacak hale düşmesi, onlar için kabul edelim ki kolay değil.
Ama bu ülkenin vatandaşı olan gazetecilerin hazımsızlıklarına ve bu yalandan “ar” ve “utanç” dersleri çıkaracak kadar millet düşmanlığı yapmalarına ne demeli?..
İngiliz medyasının Türkiye'yi itibarsızlaştıran yalan haberini, Cumhuriyet gazetesi ve yazarları başta olmak üzere yalandan medet uman bir sürü gazete ve gazeteci hiç tereddüt etmeden alıp paylaştılar.
Küçücük bir araştırma ile gerçeğin öğrenilmesi mümkün iken yalan habere balıklama atlayıp ülkesini suçlamak gazetecilik değil olsa olsa aşağılık kompleksinden kaynaklanan ezikliktir.
Gazeteci; görüş ve kanaatı ne olursa olsun doğruyu yazmak, dahası doğruyu araştırmak zorundadır.
O nedenle haber kutsal yorum hürdür.
Doğru hoşuna gitmiyorsa en azından bağrına taş basıp susabilirsin.
Hem doğruyu yazmayan/yazamayan, hem de gazeteciliğin temel doğrulama kuralına uymadan yalan habere balıklama atlayarak ülkesini aşağılayanlardan gazeteci kılıklı birisi, yalan haberi sosyal medyadan şu sözlerle okurlarına duyurdu.
'Dünyaya yardım ediyoruz' masalının sonu: Türkiye'nin sattığı kalitesiz malzeme İngiltere'de tartışma yarattı..."
Yalanın şehvetiyle kendinden geçerek öldürücü darbeyi indirdi.
"İyi bakın, eğer ar kaldıysa bu utançtır..."
Yalancının mumu eskiden yatsıya kadar yanıyordu ama günümüzde sadece iki dakika yanıyor ve gerçekler yalancıların suratlarına tokat gibi çarpılsa da onlar da utanma olmadığından hiçbir şey olmamış gibi davranıp yeni yalanların peşine düşüyorlar.
Dışişleri Bakanlığımız ve Sağlık Bakanlığımız anında haberi yalanladılar.
Ancak bunların “ecnebi aşkı” kendi ülkelerinin Bakanlarına inanmalarına engel olduğundan itibar etmiyorlar.
Ar’a utanç’a hassasiyetleri göz yaşartan bu gazeteci kılıklıya cevap İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’tan geldi.
"Türkiye'den yollanan 400 bin adet kişisel koruyucu ekipmanın kullanılamaz halde olduğuyla ilgili Birleşik Krallık medyasında yer alan haberler doğru değildir."
Utanmaları olmadığından özür dilemeyen bu gazeteci kılıklı tiplere kendi ifadeleriyle bu kez biz soralım.
“Eğer ar kaldıysa bu utanç..." değil midir?..
Eğer siyaset buysa lanet olsun siyasete!..
İBB Basın Sözcüsü sosyal medya hesabından 29 Mart’ta şunları yazmıştı.
“Senaryo şöyle gerçekleşiyor, salgının hızla yayılmasıyla, tüm toplu taşıma kullanımının %90 oranında düştüğü bir zamanda, pazar sabahı daha önce hiç yaşanmamış bir hareketlilik yaşanıyor. Pazar 06:00’da birkaç duraktan, yapılan uyarılara rağmen kasten toplu binişler gerçekleşiyor. Salgına karşı hep birlikte mücadele ederken, sırf İBB Başkanını karalamak için yapılan bu organize kötülüğü şiddetle kınıyoruz. Bu işin arkasında olan ve işe dahil olan herkesle delil toplama süreçlerinin ardından yargı önünde hesaplaşacağız.”
Sonrasında İBB Hukuk Müşavirliği, korona günlerinde otobüsün dolu olduğunu gösteren fotoğrafı paylaştıkları gerekçesiyle Önder Duman ve Mücahit Birinci hakkında 30 Mart'ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu.
Şikayet üzerine soruşturma başlatan Savcılık, takipsizlik kararı verdi.
Kararda; "gönderilen yazı ekleri, yolcu ifadeleri ve tüm dosya kapsamında göre İBB Başkanlığı'nın şikayetinin ve basın açıklamalarının gerçeği yansıtmadığı ve atılı suçun unsurlarının oluşmadığı" belirtilerek sonuç kısmında, "30 duraklı 62 Nolu Kağıthane-Kabatas hattında ve 72 duraklı 146 no'lu Boğazköy-Bakırköy hattında, 29 Mart Pazar günü yaşandığı iddia edilen yoğunluğun yolcular veya 3. kişiler tarafından organize ve bilinçli bir şekilde oluşturulduğuna ilişkin herhangi bir veri elde edilemediği, bu kapsamda şikayet dilekçesi ve basın açıklamalarında ifade edilen bilgilerin gerçek verilerle uyuşmadığı" kaydedildi.
"Pandemi nedeniyle gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünün bu işle ilgilenen yöneticilere ait olduğu, şayet toplu taşıma araçlarında bir yoğunluk yaşanmış ise vatandaşların söz konusu yoğunluğu sosyal medya veya diğer yayın organlarında paylaşım konusu yapmalarının demokratik bir toplumda beklenen bir davranış olduğu, yöneticilerin de bu tür paylaşımlara veya yayınlara katlanma ve imkanları ölçüsünde gerekli tedbirleri alma yükümlülüklerinin bulunduğu" ifade edilen kararda, suçun yasal unsurlarının oluşmadığı vurgulandı.
İfadesi alınan 90 yolcudan bir kısmı kamu ve özel sektörde çalışan işçi ve esnaf, büyük bir kısmı vardiyalı olarak çalışan kişiler ve işe gidip gelmek için bu hattı kullanıyorlar. Yolcuların ikamet ve iş adresleri otobüse bindikleri ve indikleri duraklarla uyumlu. Ayrıca incelenen telefon kayıtları da yolcuların birbirleriyle irtibat ve ilişkisi olmadığını ortaya koyuyor.
Oysa Sayın Başkan konuyla ilgili açıklama yaparken, “Görüntüleri izlerken kanım dondu. Maça gitmiyorlar, sabah namazına gitmiyorlar, pazar günü iş güç de yok. Eğer siyaset buysa lanet olsun siyasete! Dünya değişti ama kafalar değişmedi” açıklamasında bulunmuştu.
Bu durumda ortada Sayın Başkanın “kanını donduracak bir görüntü” olmadığı anlaşılıyor.
Peki olmayan bir görüntüden “kan nasıl donuyor?” onu da bilmiyorum.
Ama ortaya çıkan bazı gerçekler var.
İBB Basın sözcüsü inceleme ve araştırma yapmadan ortaya attığı organize kötülük icadıyla kendisine inanan ve takip edenleri kandırmıştır.
En önemlisi kendisine inanan Sayın Başkanı kandırmıştır.
İşlerine giden çalışanlara organize kötülük yaptıkları iftirası atılmıştır.
Bazı gazeteciler ve siyasiler de gerçeği araştırmak için en küçük bir çaba göstermeden “hoşlarına giden” bu yalan üzerinde günlerce tepinmişlerdir.
Halbu ki; kamera, İstanbulkart, HTS kayıtlarına dayalı basit bir araştırma ile organize bir kötülük olup olmadığı kolayca anlaşılabilirdi.
Bütün bunlar yapılmadan, bir de suç bastırmak için davacı olununca yargı kararıyla da görüldü ki ortada organize bir kötülük yok ama Sayın Nedim ŞENER’in de yazdığı gibi (13.05 Hürriyet) organize bir aptallık var.
Aptallık bireysel tercih olabilir, buna itirazımız olmaz.
Ama demokrasilerde toplumu aptal yerine koymanın bedeli sandıkta ödenir.
Sayın Başkan doğru söylüyor;
“Eğer siyaset buysa lanet olsun siyasete! Dünya değişti ama (bazı) kafalar (hiç) değişmedi.”