Kutsal topraklarda yolculuğa devam ediyoruz.
Medine’de Mescid’i Nebi’de vakit namazlarımızı kılarak, Sevgili Peygamberimizi (sav), Hz Ebubekir (r.a) ve Hz Ömer’i (r.a) ziyaret ederek, fırsat bulunca Ravza-i Mutahhara’da namaz kılıp dua ederek iki doyumsuz gün geçirdik.
Önceki gidişlerimde de mescidin temizliğine özel bir önem verildiğini görmüştüm ama bu kez daha titiz bir temizlik yapıldığını, içerisiyle avlusuyla çok temiz bir mescit gördüğümü ifade etmeliyim.
Mescid içindeki sütunlar tek tek siliniyor, temizleniyordu.
Medine denilince Cennet’ül Baki mezarlığından da bahsetmek gerek.
Mescid-i Nebevi‘nin doğu tarafında kalan El Baki Mezarlığı, yüksek ve kalın demir korkuluklarla çevrili.
Burada medfun bulunanların isimlerinin (Türkiye’de olduğu gibi) yazılı olduğu bir kabir taşı, daha doğrusu bizdeki gibi biz mezar yok.
Onbinlerce sahabenin defnedildiği Cennet’ül Bâki Mezarlığı, sabah namazından sonra ve ikindi ve akşam arası ziyarete açılıyor.
Arabistan’da kadınların kabirlerin olduğu bölgeyi ziyareti yasak olduğundan, kadın ziyaretçiler kabri çevreleyen dış duvarın ardından ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar.
Diyanet Ansiklopedisindeki bilgilere göre; Hz. Peygamber tarafından mezarlık olarak kullanılmasına karar verilmeden önce Bakı “garkad” adı verilen bir tür çalılıkla kaplı bir yerdi. Resûl-i Ekrem ashabından vefat edenlerin defnedilmesi için bir yer arayarak Bakı‘ mevkiini mezarlık olarak kararlaştırdı.
Türkler arasında daha çok Cennetü’l-bakī‘ adıyla meşhur olan bu mezarlığa muhacirlerden ilk defnedilen Osman b. Maz‘ûn’dur.
Hz. Peygamber onun baş ve ayak uçlarına kendi getirdiği iki taşı koyduktan sonra, “Bu âhirete ilk gidenimizdir” diyerek buraya Revhâ adını verdi. Daha sonra vefat eden bir kimsenin nereye defnedileceği sorulduğu zaman Hz. Peygamber, “Ahirete ilk gidenimiz olan Osman b. Maz‘ûn’un yanına” buyururdu.
1806 yılında Suûd b. Abdülazîz Medîne-i Münevvere’yi istilâ edince Cennetü’l-bakī‘daki mezar taşlarını ve türbeleri yıktırdı; II. Abdülhamid bunları yeniden yaptırmışsa da 1926’da Suûdîler’den Abdülazîz b. Suûd türbe ve mezarları yeniden yıktırmıştır. Bugün hiçbir türbe ve mezar taşının bulunmadığı Bakı yine mezarlık olarak kullanılmaktadır.
Mutad olduğu üzere hurmalarımızı hurma diyarı Medine’den aldık.
Grup üyelerimizden bazıları hurma bahçesini tercih ettiler ben dâhil bazılarımız da Mescid’i Nebi’nin hemen yakınındaki hurma pazarını tercih ettik.
Bahçeye gittiğiniz zaman orada size gösterilenler içinden tercih yapmak zorunda kalıyor ve fiyatlar konusunda bilginiz de yok ise bahçe sahibinin verdiği fiyatlar üzerinden pazarlığa başlıyorsunuz.
Oysa hurma pazarında her dükkânı gezerek hurma çeşitleri ve fiyatları konusunda bir fikir sahibi olduktan sonra pazarlık yaparak daha ucuz fiyata hurma alabiliyorsunuz.
Kilosu 8 Riyal karşılığı (1 TL= 0,67 SR) hurmayı Türkiye’ye kargo ile göndermek mümkün.
Diyanet Kargo hurma pazarının içinde, ancak talep edilmesi halinde gelip otellerden de kargolar alınıyor.
Kargo bedeli de dahil edildiğinde cinsine göre alınan hurma Türkiye fiyatlarının hemen hemen yarısı kadar.
Kargo bir hafta içinde teslim ediliyor ve bu da Medine’den hurma alımını cazip hale getiriyor.
Bu arada bir uyarıda bulunayım, eğer hurmanızı Mescid’i Nebi’nin etrafındaki gösterişli mağazalardan almaya kalkarsanız yüksek rakamlar ödemek zorunda kalabilirsiniz.
Nitekim otelimizin altındaki hurma mağazasında benim aldığım hurmanın aynısı kargo bedeli dahil ödediğim ücretin iki katı kadardı.
Gittiğimizin ertesi günü Mescid’i Nebi’de yatsı namazını beklerden yanıma yaklaşan birisi kendisinin Filistinli olduğunu söyleyerek “Türkiye’den mi geldiniz?..” diye sordu.
Ben de “evet Türkiye’den geldim” dedim.
Zaten boynumuzda asılı kartlardan Türk olduğumuz anlaşılıyordu.
Sonra yarım yamalak bir Türkçe ile “Medine’de parasının bittiğini” söyleyerek benden para istedi.
Önceki gidişlerdim de de aynı olayı yaşadığım için üzerimde ancak bana yetecek kadar para olduğunu ve bu nedenle kendisine ancak 5 Riyal verebileceğimi söyledim.
Parayı verdim, bir iki dakika kadar oyalandıktan sonra yanımdan ayrıldı.
Muhtemelen aynı sözleri söyleyeceği başta bir Türk Umreci bulmaya gitti.
Neden böyle söylüyorum.?..
Türklerin Filistinlilere karşı bir sevgi ve merhamet beslediğini bildikleri için bunu istismar ediyorlar.
Bir de kendilerini Pakistanlı olarak tanıtıp “Pakistan Türkiye kardeş” diye söze başlayarak para isteyen dolandırıcılar var.
Topraklar kutsal ama insanlar değil.
Umre ya da hac için gidecek dostlarımız bu konuda dikkatli olmalılar.
22 Ekim 2019 günü öğle namazını kıldıktan sonra ihramlarımızı giyerek Medine’den ayrıldık.
Medine’ye 11 km mesafede Medine-Mekke yolunun sağ tarafında kalan Mescid-i Zülhuleyfe’de ihram namazlarımızı kılıp Umreye niyetlenerek Mekke’ye doğru yola çıktık.
Peygamber efendimize (sav) olan misafirliğimiz bitmiş, Rahman’a (CC) misafirliğimiz başlıyordu.
Otobüsümüzde telbiye getirerek, Kuran’ı Kerim okuyarak, ilahiler söyleyerek Mekke’ye doğru ilerlerken önce yağmura sonra kısa süreli bir doluya yakalandık.
Büyüklüğünü göremedik ama otobüse vurduktan sonra çıkan seslere bakıldığında iri taneli olduğunu tahmin ettiğimiz dolu yağışı bizi korkutmadı dersem yalan olur.
Allahtan uzun sürmedi ama yağmur epey bir süre devam etti.
Mekke’ye yağmurla gitmek ayrı bir güzellikti.
Yatsı namazından sonra vardığımız Mekke’de eşyalarımızı bırakıp yemeklerimizi yedikten sonra Umremizin tavafı için telbiye getirerek Kabe’ye doğru ilerlemeye başladık.
Çeşitli bölümlerinde inşaatın devam ettiği ve tahminen 2-3 yıl kadar daha devam edeceği Kabe’yi gördüğümüzde yaşadığımız sevincin tarifi yok.
Kabe bütün ihtişamıyla karşımızdaydı.
Öylesine huzur verici bir andı ki anlatılamaz ve müsaadenizle o andaki duygular bende kalsın.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisindeki bilgilere göre; Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka‘b (كعب) kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye (el-Mâide 5/95, 97) bir kısmı yine Kur’an’da yer alan Beyt (el-Bakara 2/125, 127, 158; Al-i İmrân 3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş 106/3), Beytullah, el-Beytü’l-atîk (el-Hac 22/29, 33), el-Beytü’l-harâm (el-Mâide 5/2, 97), el-Beytü’l-muharrem (İbrâhîm 14/37), el-Mescidü’l-harâm (el-Bakara 2/144, 149, 150; el-Mâide 5/2; et-Tevbe 9/7, 19, 28), el-Beytü’l-ma‘mûr (et-Tûr 52/4), el-Meş‘arü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kādis, Kıble, Hamsâ, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir; halk arasında daha çok Kâ‘be-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.
Mescid-i Harâm’ın ortasında bulunan Kâbe yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilmiştir. Dıştan dışa 10,70 × 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde olan duvarlar 1,25 m. kalınlığındadır). Temeller, tavaf alanı (metâf) yüzeyinden 22-27 cm. arasında değişen yükseklikte yukarı çıkmış ve duvarlar 25 cm. kadar içeriden başlatılarak temellerin dışarıda kalan kısmının üzeri 45° meyilli mermer levhalarla kaplanıp duvarlarla birleştirilmiştir. Yanları da mermer kaplama olan ve “şâzervân” adı verilen bu kısma Kâbe örtüsünü tutturmak için bakır halkalar konulmuştur. Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilmiş bazalt parçalarıyla yapılan duvarların dış yüzlerinde değişik boyutlarda 1614 taş yer almaktadır.
Hayrullah hocamızın kıldırdığı yatsı namazının ardından tavafımızı yaptık ve tavaf namazlarımızı kıldık.
Sonra Sefa ve Merve tepeleri arasındaki sa’yimizi yaptık.
Sözlükte “çalışmak; yürümek, koşmak” gibi anlamlara gelen sa‘y, fıkıh terimi olarak hac ve umre tavaflarından sonra Safâ tepesinden başlayarak dördü gidiş, üçü dönüş olmak üzere Safâ ile Merve tepeleri arasında toplam yedi defa gidip gelmeyi ifade eder.
Gidiş ve gelişlerden her birine şavt, sa‘yin yapıldığı yere mes‘â denilir. Bu tepeler arasındaki sa‘y yerinin uzunluğu 394,5 metredir.
Tavafta terleyen umreci arkadaşlarımız sa’y alanındaki klimalardan etkilenmemeleri için dikkatli olmalılar.
Bir de hiçbir şekilde soğuk zemzem içilmemesi gerekiyor.
Aksi takdirde hastalanıp vaktinizi otel odasında geçirmek zorunda kalabilirsiniz.
Zemzem bidonlarının arasında bulunan ve mavi renkle “not cold” yazılı bidonlardan soğuk olmayan zemzem içebilirsiniz.
Sonrasında otelimize dönerek tıraş olarak ihramlarımızdan çıktık ve böylece (Allah’a şükürler olsun) umremizi tamamlamış olduk.
İki gün sonra bu kez Arafat’ta ihrama girerek bir Umre yapmak nasip oldu.
Her şeyin çok güzel olduğu Kabe’de tavaf yapılırken cep telefonu ile konuşanlar, görüntü kaydedenler ve ülkelerine canlı yayın yapanların saygısızlıkları o güzel mekanın asaletine yakışmıyor.
Ve böyle bir saygısızlığa engel olunmuyor.
Cep telefonu çıktı mertlik bozuldu ne yazık ki..
Bir ibadet olan tavafta duayı bir kenara bırakıp kamerayı izleyerek el sallayanlar dikkatinizi dağıtmakla kalmıyor ibadetinizi huşu içinde yapmanıza engel oluyor.
Tavaf, namaz ve dua bittikten sonra isteyen fotoğraf çektirsin, isteyen görüntülü konuşsun ama tavaf esnasında bunların yapılması ibadet ciddiyeti ile bağdaşmıyor.
Her zaman olduğu gibi Hacer’ül Esved önündeki aşırı izdiham ne yazık ki sadece fizik olarak güçlü olanların Hacer’ül Esved’e dokunmalarına imkan sağlıyor.
Aynı zorluk; Hz. Aişe, Kabe'ye girip namaz kılmak istediğini söylediğinde Hz. Peygamber'in onu elinden tutarak soktuğu. "Kabe'ye girmek istersen burada namaz kıl, çünkü o Kabe'den bir parçadır" buyurduğu (Tirmizi. "Hac", 48; Nesai. "Hac", 128). Kabe'nin kuzeybatı duvarının önünde iki ucu Rüknüşşamı ile Rüknülıraki'den 2 m. kadar mesafede olan ve "hatim" adı verilen yarım daire şeklinde duvarla çevrili olan ve Kabe'den ayrılmış olmakla birlikte onun bir parçası olan "Hicru İsmail" adı verilen bölümde namaz kılmak için de geçerli.
Burada namaz kılabilmek için itilmeyi, kakılmayı hatta ezilmeyi göze almanız gerekli.
Halbuki ibadet huzur içinde yapılmalı ve bu hak sadece güçlü olana tanınmamalı.
İki eli ve dizlerinin üzerinde sürüklenerek tavaf yaparken gördüğüm ve bu azmine hayran olduğum bir Müslüman kadının da o mübarek alanda namaz kılmak hakkı olmalıdır.
Suud yönetimi yıllardır göz yumduğu bu konuda hiçbir çözüm getirmeyerek ne yazık ki kaba kuvvete destek vermeye devam ediyor.
İşte bu nedenle Hacca ya da umreye gönderdikleri yakınlarına; Hacerül Esved’i öpmeden, Hicru İsmail’de namaz kılmadan gelme diye tembihte bulunanlar doğru bir tavsiyede bulunmuyorlar.
Bu iş zannedildiği kadar kolay değil, yaralanmak, sakat kalmak hatta ölmek riski var.
Ayrıca başkalarına eza verilerek ibadet yapılamayacağını da unutmamak gerek.
Mekke’deki üç günümüzde vakit namazlarımızı Kabe’de kılarak, tavaf yaparak, dua, tesbihat ve Kabe’yi seyrederek Rahman’ın (CC) misafiri olduk.
Peygamber Efendimiz’in (sav); "Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz, onun dışındaki mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha fazîletlidir." ( Ahmed; hadis no: 14284. İbn-i Mâce; hadis no: 1406) hadisindeki müjdesi nedeniyle Mekke’de yaşayarak her vakit namazlarını Kabe’de kılanlara imrendim.
Bence gıpta edilmesi gereken gerçek zengin onlar.
Efendimizin (sav); “Şu Beyt'e her gün 120 rahmet iner. 60'ı tavaf edenlere, 40'ı namaz kılanlara, 20'si de Kabe'ye bakanlara verilir.” müjdesi de Kabe’de geçirilen her anın ne kadar bereketli olduğunu gösteriyor.
Süremiz kısa ve sınırlı olduğu için dünyevi değerlerle ölçülemeyecek kadar büyük “zenginliklere” doyamadan Mekke’den Cidde’ye doğru yola çıkarken gözümüz arkada kaldı.
Modernize edilmiş Cidde Havalimanında bagaj teslim ve pasaport kontrol işlemlerimiz son derece hızlı bir şekilde yapıldı.
Türk Havayollarının konforlu uçağı, mükemmel ikramları ve güler yüzlü kabin ekibi ile dönüş yolculuğumuzu tamamlayarak evimize geldiğimizde bitmesini istemediğimiz bir rüyadan uyanmış gibiydik.
Yolculuğumuzun başından sonuna incitmeden ve incinmeden tamamlanması da ayrı bir güzellikti.
Rabbimden; gönlünden geçiren her kardeşimize o mübarek yerlere gitmelerini ve müjdelenen zenginliklerden nasiplenmelerini diliyorum.