Diyarbakır’ın yiğit annelerinden Ayşegül Biçer’i tanır mısınız?..
Oğlu Mustafa Biçer iki yıl önce 16 yaşında iken HDP Diyarbakır transfer merkezi tarafından dağa kaçırılmıştı.
Kanser tedavisi görmekte olan bu cesur yürek çocukları kaçırılan annelerin Diyarbakır HDP İl binası önünde başlattıkları eyleme katılmış, ölüm tehditlerine evladından ayrı kalmanın ölümden beter olduğunu söyleyerek aldırış etmemiş ve eylemin ilk günlerinde parti bina kapısından; “o çocuk buraya gelecek” diye bağırarak inancını ve kararlılığını göstermişti.
HDP’liler Ayşegül BİÇER’e “”senin çocuğun gelsin biz de kulaklarımıza soğan takarak eşek gibi anırırız” diyerek akılları sıra dalga geçmişlerdi.
Kasetçi/masalcı amcaların, milliyetçi ablaların, geç keşfedilmiş bilgelerin, stratejik derinlikçilerin, damdaki kemancıların, ihanet senaryolarının esas oğlanlarının ve göbekten ikiyüzlülerin görmedikleri daha doğrusu görmek istemedikleri Ayşegül Biçer ve onun gibi yiğit analar ve elbette eşlerinden oluşan 233 aile 695 gündür direnişlerini sürdürürlerken bugüne kadar bunlardan 31’i çocuklarına kavuşmanın mutluluğunu yaşadı.
Geri dönen her evlat; PKK’nın, HDP’nin ve onun gizli/açık ortaklarının yüzüne bir balyoz gibi iniyor.
PKK’nın siyasi uzantısından (yani dolaylı da olsa PKK’dan) medet umacak kadar gaflet ve delalet içindekilerin acizlikleri yanında bu ailelerin direnişleri/cesaretleri umut veriyor.
Korku salarak halkı yıldırdıkları günler gerilerde kaldı.
O yüzden şimdi güçleri ormanları yakmaya yetiyor.
Dağdakilerin Kürt halkı için mücadele etmediğini, kurdukları haremde uçkur sevdasıyla yaşadıklarını gören çocuklar birer ikişer devlete teslim oluyor.
Her teslim olan bir çuval pisliği ifşa ediyor.
Ve bu ifşalar sonucu MİT, APS hizmetlerinde PTT ile yarışıyor.
Haftada bir VİP Paket hizmeti sunuyor.
Dağdaki ırz düşmanları korkularından saklandıkları deliklerden çıkamaz oldular.
Bakmayın siz birilerinin üç beş oy uğruna siyasi uzantıları ile gizli aşk yaşamalarına..
Bakmayın siz birilerinin kapıdan kovacak değiliz ya diyerek kahvaltı davetlerine evet dediklerine.
İlişkilerini resmiyete dökemeyecek kadar korkak ve aciz mandacılar görmese de yiğit Diyarbakır anneleri ikiyüzlülerin kirli maskelerini birer birer indirdi.
Artık kimlerin ne mal olduklarını, piyasa değerlerinin kaç para olduğunu biliyoruz.
Onlar görmek istemese de PKK’nın bağrına hançer gibi saplanan bir Diyarbakır anneleri gerçeği var.
Kanser hastası olmasına rağmen başından beri direnişi sürdüren ve umudunu hiç yitirmeyen Ayşegül ve Rauf Biçer çifti iki yıllık hasretin ardından teslim olan evlatları Mustafa Biçer’e kavuşmanın mutluluğunu yaşadılar.
Baba Rauf Biçer; “Biz onu Kandil’den PKK’dan söke söke aldık” derken anne Ayşegül Biçer; “Allah’ın izniyle zafer yaşıyorum. Demek ki anneler burada boşuna oturmuyormuş, yarın iki davul iki zurnayla HDP’nin kapsına gidiyorum, bu zaferi ilan edeceğiz diyerek sevincini paylaştı ve dediğini yaparak oğlunun gelişini davulla zurnayla kutladı.
Bununla da kalmadı götürdüğü soğanları partinin camına asarak “eğer sizde erkeklik, şeref ve gurur varsa ben buradayım gelip bu soğanları takıp eşek gibi anırırsınız” diyerek meydan okudu.
Eşeklerde şeref gurur ne arar Aşegül bacı, insan olanlar için söz namustur eşekler için değil.
Sen ve senin gibi çocuklarınızı söke söke ellerinden aldıkça onlar inlerinde anırıyorlar zaten.
Sadece onlar değil Tunceli’de 7 yıl önce PKK tarafından kaçırılan kızı Alev’e kavuşan Güllü Turan ve PKK tarafından kaçırılan kardeşi Ensari KARAŞAN’a kavuşan Hayriye AKYÜZ de büyük sevinç yaşadılar.
HDP tarafından PKK’ya teslim edilmek üzere kaçırılmak istenen evladını kurtarmak için HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde Hacire annenin başlattığı eylem bugün büyüyerek diğer illere de yayılıp birilerinin ödünü koparacak ve evlatların birer birer PKK’nın elinden kurtulmasını sağlayacak hale geldiyse bu; yüzde yüz haklı olmalarından ve cesaretlerinden kaynaklanmaktadır.
Keşke bu yürekli annelerdeki cesaret, azim ve kararlılığın onda biri PKK’nın siyasi uzantısıyla işbirliği yapmak için can atan ikiyüzlülerde de olsaydı.
Ölümden korkmayanlar müptezel şarlatanlardan mı korkacaklar?..
Hatırlanacağı üzere; İYİ Parti Tokat İl Başkan Yardımcısı Uğur Songül Sarıtaşlı, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, FETÖ'cü darbeci Semih Terzi'ye sahip çıkarak, Terzi'yi vurarak darbe girişiminin seyrini değiştiren ve daha sonra şehit düşen 15 Temmuz Kahramanı Astsubay Ömer Halisdemir'e "asıl darbeci" demişti.
Paylaşımının ardından Türk Ceza Kanunu'nun 215'nci maddesine göre suçu ve suçluyu övme suçundan gözaltına alınan Sarıtaşlı ilk ifadesinde, "2016 yılında darbe girişimi olduğundan beri yazılı ve görsel medyayı yakından takip ederek darbeyle ilgili her türlü haberi okudum. Bir sürü bilgi kirliliği olduğunu gördüğümden dolayı 'Semih Terzi'nin tersine asıl darbecinin Halis Demir olduğunu biliyorsunuz dimi' şeklindeki yorumu yaptım. Semih Terzi isimli şahsı da tanımam Halis Demir isimli şahsı da tanımam. Yaptığım yorumdan dolayı pişmanlık duyup önce yapmış olduğum tweet paylaşımımı sildim. Daha sonrada hesabımı kapattım. 24 yıldır aktif olarak siyaset yapıyorum, ilk defa böyle bir hata yaptım" demiş.
Milliyetçilik iddiasındaki bir partinin Tokat gibi milliyetçi yapısıyla bilinen bir İl’in başkan yardımcısı bu ülkenin yiğit evladı “Halis Demir’i tanımadığını” söylemiş.
Peki bu söylediklerine inandık mı?..
Tabii ki hayır.
24 yıl aktif siyaset yapan birisi gerçekten Fetö’cü darbeci Semih Terzi’yi ve onu vurarak darbenin seyrini değiştiren şerefli kahraman Ömer Halisdemir’i tanımıyor olabilir mi?..
Madem her ikisini de tanımıyor neden asıl darbecinin Ömer Halisdemir olduğunu söylüyor?..
Soruları uzatabiliriz ama profil tam bir darbeci ezik zihniyeti gösteriyor.
Yediği halt öylesine büyük ki partisi bile sahip çık(a)madı ve kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevkedildi ama sonucu bildiği için istifa etmek zorunda kaldı.
Önceki yazımızda sayın Genel Başkanın bu konuyla ilgili konuşması gerekmez mi diye sormuştuk, ama patates/soğan söz konusu olunca mangalda kül bırakmayan ve esnaf ziyaretlerini gazeteciye dayak programına çeviren sayın genel başkanın bu konudaki suskunluğu devam ediyor...
Songül Sarıştaşlı’yı partiye almak için çok mu aradılar, nasıl ve kimin aracılığı ile ulaştılar bilmiyoruz ama partideki darbe/darbeciseverler sadece Songül Sarıtaşlı’dan ibaret değil.
İyi Partili Bilecik Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Gürses 15 Temmuz Şehitler Parkında yapılacak anma törenini iptal etmek istedi ve bu talebini reddeden komisyon üyelerini; “ileride hükümet değişirse, orada fotoğraf çektirenler yargılanır” diyerek tehdit etti.
Bununla da kalmadı parktaki projektörleri çalıştırmadı.
AFAD’ın yardımıyla aydınlatma yapılarak programını gerçekleştirdi.
Ahmet GÜRSES tehdidi kimin adına yaptığını anlamadığımızı mı zannediyor.?.
Böyle ucuz tehditleri, ancak darbe yalakaları yapar.
Peki Fetö adına halkı tehdit eden bu adam hakkında partisi ne yaptı?..
Görmezden geldi.
Oysa yaptığının Songül Sarıtaşlı’nın yaptığından hiçbir farkı yok, ikisi de darbesever..
15 Temmuz’un yıldönümünü anarak parkta fotoğraf çektirmenin yargılanmak için bir gerekçe olduğunu söyleyecek kadar gafil/hain bir mensubu hakkında işlem yapmayan Genel Merkezin bu tiplerden pek te rahatsız olmadığı anlaşılıyor.
15 Temmuz direnişinin birilerinin kariyer(!) planlamalarını ve makam(!) beklentilerini suya düşürmesinin kuyruk acısıyla şimdilik ucuz karakterlerin ağzından milletin tepkisini ölçmeye çalışıyorlar.
Olup biteni sabırla izleyen millet, bir söze bakıyor, söz mü? diye bir söyleyene bakıyor, adam mı diye?
Ne söz söz, ne söyleyen adam olmayınca vakur sessizliğini muhafaza ediyor.
Ama bu sessizliği korkaklık olarak görüp parmak sallayan kontrollü müptezeller çok ciddi bir şekilde yanılıyorlar.
Bu milletin yüzbinlerce Ömer Halisdemir’i egemenliğine/iradesine (yani namusuna) göz diken darbeci şerefsizlerin hakkından gelme gücünden hiçbir şey yitirmemiştir.
Ölümden korkmayanlar bir sümüklüden medet uman müptezel şarlatanlardan mı korkacaklar?..
Tanju Özcan gibileri gaza getiren demokrat amcanın bu işte hiç kusuru yok mu?..
Seçildiği günden bu yana hizmetleri ile değil keyfi uygulamaları ile gündeme gelen ve hiçbir işçiyi çıkartmayacağına dair noter imzalı senet imzalayıp Kuran’ı Kerim-i öperek göreve başlayan Bolu Belediye Başkanı Tanju ÖZCAN’ın ilk icraatı işçi çıkartmak olmuştu.
Daha önce aldıkları karar doğrultusunda yabancı uyruklulara belediyeden yapılan yardımları kestiklerini hatırlatan Özcan, düzenlediği basın toplantısında şu ifadeleri kullandı:
"Yardımı kesiyorsun gitmiyorlar. İş yeri ruhsatı vermiyorsun gitmiyorlar. Bundan sonra yeni önlemler almaya karar verdik. Önümüzdeki hafta Belediye Meclisi var. Yabancı uyruklu kim varsa su fiyatlarına ve katı atık ücretlerine başta olmak üzere farklı kalemlerde 10 kat zam yapacağız. Türk vatandaşı ile yabancı uyruklu, aynı fiyattan suyu kullanamayacak. 10 kat suya, 10 kat da katı atık vergisine zam yapacağız."
Bu faşist söylemleri sonrası CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun; “Tanju Özcan'ın, mültecilerin su faturalarının 10 kat fazla artırılacağını söylemesiyle ilgili görüşlerinin kendisini bağladığını belirtip, "su gibi temel bir yaşam hakkının bırakınız engellenmesi, bu konunun tartışmaya açılması dahi, parti politikalarımız ile taban tabana zıttır" ifadelerini kullanarak tepki gösterse de Tanju Özcan söylediklerinin arkasında olduğunu belirterek geri adım atmadı.
Yabancı düşmanlığı yapan Özcan’ın; Avatif isimli Faslı bir kadını evinde bir yıl hizmetçi olarak çalıştırdığının ortaya çıkması ve 5 ay önce işine son verilen kadın Fas’a geri dönmesi başkanın utanç verici ikiyüzlülüğü olarak kayda geçti.
Bolu C. Başsavcılığı Özcan hakkında; Görevi kötüyle kullanma ve nefret ve ayırımcılık suçlarından soruşturma başlatarak faşist teatral gösteriye şimdilik noktayı koydu koymasına ama seçimi kazanmaları halinde ülkemizdeki yabancıların hepsini postalayacaklarını açıklayarak Özcan gibileri gaza getiren kasetçi amcanın ve besleme/fondaş medyanın bu işte hiç kusuru yok mu?..
Aşı karşıtlığının insanların ölmesini teşvik etmekten başka bir amacı olabilir mi?..
Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin KOCA’nın açıklamasına göre; hastaneye yatan hastaların % 95’i aşı vurulmayanlar, vak’aların % 87 si aşı olmayanlar, ölümlerin % 95 i aşı olmayanlar, entübe hastaların tümü aşı olmayanlar.
Tablo bu kadar net iken aşı karşıtlığı yapmak ihanettir.
Bu sorumsuzlar yüzünden alınmak zorunda kalınan kısıtlamalar/tedbirler eğitimden ticarete bir çok sektörde telafisi mümkün olmayan zararlara neden oldu olmaya da devam ediyor.
Deposunda bir kilo bulgur eksik olan memurdan bunun hesabı sorulurken yüzlerce can kaybına ve milyonlarca liralık mal kaybına neden olacak sorumsuzluk yapan aşı karşıtları için yapılacak bir işlem yok mu?.
Kişi aşı olmak istemeyebilir, zorla vurulacak hali yok, bunu anlıyoruz ama hiç kimsenin aşı olmak isteyenleri vazgeçirmek için aşı karşıtı propaganda yapmaya hakkı yok.
Bu; fikir özgürlüğü filan değil düpedüz ihanettir, provokasyondur.
Dün yeterli aşı gelmiyor diye sızlananlar bugün aşı karşıtlığı yapıyorlar.
Tıbbi bilgisi olmayan provokatörler insanların ölmesinden zevk alıyorlar, peki doktor oldukları halde aşı karşıtlığı yapanlara ne demeli?..
Tabipler Odası bu bilim düşmanlarıyla ilgili bir şeyler yapmayacak mı?..
Salgının önlemenin şimdilik en etkili yolunun aşı olduğu Sayın bakanın verdiği yukarıdaki rakamlardan anlaşıldığına göre aşı karşıtlığının bırakın insanlar ölsün demekten başka bir amacı olabilir mi?..
Özgürlüğümüzü kısıtlayan tedbirler yerine bu provokatörlerin kontrol altına alınmasının zamanı gelmiş geçmektedir.
Kısıtlanacaksa bunlar kısıtlanmalıdır.
Çünkü özgürlüklerimiz böyle provokatörlerin insafına bırakılmayacak kadar değerlidir.
Ormanlarımızı kimler yakıyor?
Sözü hiç eğip bükmeyelim.
Geçen sene ve önceki sene ormanları kim yaktı ve yaktıklarını kim açık açık söyledi?..
Ateşin Çocukları eliyle PKK.
Dün, ormanları yaktığını açık açık söyleyen PKK’ya tek laf edemeyip “niye söndüremiyorsunuz?” diye hükümete saldıranlar bugün de aynısını yapıyorlar.
Dahası bu sabotajdan kaos çıkarmayı hedefliyorlar.
Aynı anda 17 şehir ve 58 ayrı noktada yangın çıkmaz.
Bu çok açık bir sabotaj/katliamdır.
Geçen sene PKK elebaşısı Murat Karayılan’ın “2-3 genç bir araya gelerek eylem yapabilir. Silahımız yoktur diyebilirler. Silahları çakmak ve kibrittir” açıklamasının ardından birçok ilde orman yangınları çıkartılmış, yakalanan bazı PKK’lılar da suçlarını itiraf etmişlerdi.
Nitekim Türkiye Gazetesinde (31/07) yer alan bir habere göre; “Suriye İstihbaratı El Muhaberat’ın Türkiye’de faaliyet gösteren hücre yapılanması ile PKK, DHKP-C ve Acilciler militanları 17 gün önce Mersin’de Kundaklama faaliyetleri ile ilgili gizli bir toplantı yaptı. PKK’ya bağlı Ateşin Çocukları terör birimini temsilen iki militanın katıldığı toplantıda görev taksimi, lojistik ve kaçış gibi konular görüşüldü”.
Emniyet ve İstihbarat Birimlerimiz bu alçakların peşindedir.
İnlerindeki hainleri bulup hesabını soran iradenin bu yangınları çıkartanları da bulup yargı önüne çıkartacağından kuşkumuz yok.
Hakikat er ya da geç ortaya çıkar ama bu yangınların otel yapmak için kasten çıkartıldığı yalanlarıyla gerçeği saklamak birilerinin düştüğü çukurun derinliğini göstermekle kalmayıp başta PKK olmak üzere olağan suçluların değirmenine su taşımaktır.
Vatandaşın ihtiyacı olan iş makinalarına villasını yangından korumak için nöbet tutturan Manavgat Belediye başkanına söz söylemekten korkanların yangınlar nedeniyle Kültür Bakanlığını suçlamaları amacın üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu göstermektedir.
Son olarak THK’nun uçakları neden kullanılmıyor diyerek sanki Nuh Nebi’den kalma hurda üç uçak kullanılmış olsa sönecekmiş gibi 58 noktadaki yangını sıradan bir olay gibi göstermeye çalışanların, gerçek dışı bilgiler ve başka olaylara ait görüntüleri paylaşarak korku ve panik yaratmaya çalışan sosyal medya fahişelerinin bu yangını çıkartan sütü ve kanı bozuk alçaklardan hiç bir farkları yoktur.
Hatta bir elmanın yarısı gibidirler.
Bir yanda yangınları söndürmek için canla başla mücadele eden ve başta Şahin Akdemir olmak üzere hayatlarını kaybeden şehitlerimiz diğer yanda bu felaketi kaosa çevirmek isteyen ihanet şebekesinin içerideki ve dışarıdaki uzantıları.
Bu ülke tarihin hiçbir döneminde böyle bir ihanet görmedi.
Yazık gerçekten çok yazık..