MHP Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk, TBMM’ne sosyal medya platformları ile ilgili önemli bir kanun teklifi sundu.
Teklife ilişkin açıklamalarda bulunan Halil Öztürk, Türkiye’nin “sahte habere en çok maruz kalan ülkeler” kategorisinde yüzde 49 ile ilk sırada yer aldığını vurguladı.
Kullanıcıların sosyal medyaya T.C. kimlik numarası ile giriş yapmaları durumunda sahte hesap açılmasının önüne geçilmesini amaçladıklarını belirterek; Türkiye’den günlük erişimi 500 binden fazla olan yurt içi veya yurt dışı merkezli sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de temsilcilik açma ve temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmekte, sunmuş oldukları hizmetten yararlanmak isteyenlerden T.C. kimlik numarası isteme zorunluluğu getirilerek Türkiye’de sahte hesap açılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Yaptırımlara uymayan sosyal ağ sağlayıcılarına ağır idari para cezaları uygulanması da teklifimizde yer almaktadır. Dolayısıyla Sosyal ağ sağlayıcıları, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasıyla eşleştirilmeyen hiçbir hesabı bulunduramayacak, sahte hesap kullandıramayacak. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla geçerli Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasıyla eşleşmeyen tüm hesaplar kapatılacak” dedi.
Ülkemiz ve kişilerle ilgili yalan, iftira ve kışkırtmaların hiçbir engelle karşılaşmadan serbestçe dolaşıma sokulduğu (ve bunun ifade özgürlüğü olarak değerlendirildiği) sosyal medya platformlarına bir çeki düzen verilmesinin zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir.
Açılan sahte hesaplarla her olumlu adımın ve verilen her büyük mücadelenin itibarsızlaştırılması, halkın korku ve ümitsizliğe kapılması için pervasızca kullanılan sosyal medya, sadece ülke güvenliği için değil kişisel güvenliğimiz içinde çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu sahte hesaplardan; yurt dışı askeri operasyonlarda, depremde, diğer doğal afetlerde ve nihayet koronavirüsle mücadele sürecinde nasıl ahlaksızca; gerçek dışı, halkı korku ve paniğe sevkedici, devlete duyulan güveni ve ekonomiyi sarsmaya yönelik paylaşımlar yapıldığını gördük.
Topla tüfekle yapamadıklarını, başıboş bırakıldığını keşfettiklerini sosyal medya denilen kanalizasyon hattından yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Mevcut kanunlarla sosyal medyadaki yalanları ve sahtekarlıkları engellemek mümkün değil.
Kimse bize ifade özgürlüğü palavrası sıkmasın.
İsimsiz hesaplardan yapılan yalan, iftira ve gerçek dışı içeriklerin hızlı şekilde engellenmesinde toplum yararı söz konusudur.
Nazi döneminin Propaganda Bakanı Gobbels’in ‘Bir yalanı inanılana kadar tekrar etmekten’ bahsettiği formül özellikle sahte hesaplarla uygulamaya konuluyor.
“Sosyal medyada yalanı yayan ‘pardon’ dese de gerçeğin alıcısı çıkmıyor, atı alan Üsküdar’ı geçtiği için yalan dalga dalga yayılmaya devam ediyor.
Nasıl ki gazetecilik faaliyeti kanunla düzenlenerek insanların haberdar edilmesi kanunla düzenlenmişse (ki orada bile gazetecilik kisvesi altında hakaretin, yalanın, iftiranın önü alınmış değil) sosyal medya için de aynı düzenlemenin yapılması zorunludur.
Toplumun yanlış bilgiyle direkt olarak hedef alındığı sosyal medyadaki provokasyona karşı hukuki düzenleme şarttır.
İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre son bir ayda asılsız ve provokatif koronavirüs paylaşımı yapan sosyal medya hesabı sayısı tam 5 bin 603.
765 ‘dijital’ provokatörün tespit edilmesi, yalan salgınının merkezi olan sosyal medyadaki tehlikenin hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Düğmeye basılmış gibi aynı merkezden yönetildiğine kuşku bulunmayan sahte hesaplardan yapılan provokatif paylaşımlara tanınan özgürlüğün ifade özgürlüğü ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur.
Türkiye’nin “sahte habere en çok maruz kalan ülkeler” kategorisinde yüzde 49 ile ilk sırada yer alması nasıl bir planlı saldırı ile karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır.
Hiçbir demokraside kişilere ve devlete yönelik yalan, iftira ve itibarsızlaştırma hoş görülemez.
Ve hiçbir demokraside “böylesine büyük ve ahlaksız bir saldırı” eli kolu bağlı seyredilemez.
Ama ülkemizde ne yazık ki bu konuda gerekli düzenlemeler zamanında yapılmadığı için sosyal medya platformlarındaki sahte hesaplardan hem devlete ve hem de kişilere yönelik yalan, iftira, kışkırtma ve provokasyonları yapanlar bir bakıma ödüllendirilmişler, onlar da bu ödüllendirmenin şehvetiyle kuduz köpekler gibi saldırmaya devam etmişlerdir.
Birileri sahte hesap açıp saldıracak siz yargıya gitseniz de hesap sahibine ulaşılamadığı için mağdur olduğunuzla kalacaksınız .
Türkiye’de ofis bile saçmayan ve vergi kaçıran ABD şirketlerinin keyfi olup adres verecek te siz de hakkınızı arayacaksınız.
Yani tam bir “ölme eşeğim ölme” hikayesi
Peki masum insanların haklarını kim koruyacak?...
Neden biz sahte hesabın kime ait olduğunu bulmak için uğraşıyoruz?...
Neden bu hesap açılırken kimliğinin bildirilmesi zorunlu değil?..
Yalan söylemek iftira atmak provokasyon yapmak serbest ama kimliğini açıklamak yasak.
Aktif görev hayatım boyunca sosyal medya platformlarındaki sahte hesaplardan maruz kaldığım yalan, hakaret ve iftiralarla ilgili olarak ne yazık ki hiçbir şey yapamadık ve bu dünyada alamadığım hakkımı ahirete bırakmak zorunda kaldım.
Bırakın sahte hesapları, iftira attığı ve hakaret ettiği için bizzat (Aile ve Sosyal Politikalar) Bakanlığımızın ya da benim şahsen suç duyurusunda bulunduğum müfterilerle ilgili olarak ifademiz dahi alınmadı.
Özellikle Anayasa Mahkemesinin polise sanal âlemde işlenen suçlarda internet abonelerini takip etme ve kimlik bilgilerine ulaşma yetkisini veren yasa maddesini iptal etmesinden sonra bu düzenlemenin acilen yapılması farz olmuştur.
Sosyal medyada ahlaksızca tehdide, hakarete, yalana, iftiraya karşı Polisin bunların takip ve tespitini yapamayacak olması hangi özgürlükle açıklanıyor bilemiyorum?...
Polisin takip ve kimlik bilgilerine ulaşma yetkisi olmayacaksa masum insanların ve devletin hukukunu kim koruyacak?.
Anayasa Mahkemesinin bu kararı ülke/toplum gerçekleri ile uyuşmuyor ve ne yazık ki bu yoldan suç işleme niyeti olanları cesaretlendiriyor.
Hem devletin hem de kişilerin güvenliği için sahte hesap açmanın önlenmesi şarttır.
ABD şirketlerinin ticari faaliyetlerini özgürlük olarak değerlendirmek bize özgü bir garabet olsa da bu şirketler para kazanacak diye ülkemizde bir temsilcilik dahi açmadan başıboş bırakılmaları kabul edilemez.
Gariban bir pazarcıdan bile işgaliye alınırken bu ABD şirketlerinden vergi alınamaması kabul edilemez.
İşte bunun için Sayın Halil ÖZTÜRK’ün sunduğu kanun teklifi çok önemlidir ve mümkün olan en kısa sürede yasalaşmalıdır.
Bu teklife göre Türkiye’den günlük erişimi 500 binden fazla olan yurt içi veya yurt dışı merkezli sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de temsilcilik açma ve temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmekte, sunmuş oldukları hizmetten yararlanmak isteyenlerden T.C. kimlik numarası isteme zorunluluğu getirilerek Türkiye’de sahte hesap açılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.
Hesabın sahibinin belli olması durumunda şimdiki kadar pervasız yalan dolan ve iftira dolaşıma sokulamayacaktır.
Hesabın sahibi suç işlediğinde yakasına yapışılacağını bilecektir.
Sadece cezai değil toplumsal tepki ile karşı karşıya kalacaktır.
Ağ sağlayıcıları ülkemizde temsilcilik açarak vergi vermek zorunda kalacakları gibi her türlü hukuki süreçte yasal muhatap sıfatıyla mahkemelerce istenilen bilgileri zamanında göndermeyerek hukukun önünü tıkamalarının da önüne geçilmiş olacaktır.
Demek ki neymiş?..
Hatırlarsanız bundan bir süre önce Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun’un evinin yanında Vakıflardan kiraladığı alanda kurduğu çardak/mangal kaçak yapı olduğu gerekçesiyle yıkımı haberleştirilirken, ALTUN’un (konuyla ilgisi olmayan) evinin fotoğrafları/krokileri yayınlanmış ve bir siyasi partinin Üsküdar ilçe başkanı da (kendi ifadesiyle) il başkanının talimatıyla ALTUN’un evinin fotoğraflarını çekerken polis tarafından yakalanmıştı.
Açıkça özel hayatın gizliliğinin ihlal olan bu uygulama bir kısım medya tarafından “halkın haber alma özgürlüğü” adı altında meşrulaştırılmayla çalışılmıştı.
Aradan çok geçmedi, bu kez çok ünlü bir gazetecinin Bodrum’daki villası ile ilgili kaçak yapılaşma iddiaları ortaya atıldı.
İşin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor.
Hukuka aykırı bir yapılanma var ise gereği yapılır.
Bu ünlü gazeteci, "Benim evimin fotoğrafının çekilmesi suçtur, bu suçu da işlediler evimin fotoğraflarını çeken, yayınlayanlarla daha sonra hesaplaşacağım” diyerek tepki gösteriyor.
Sayın yazarın da dediği gibi kimse, kimsenin özel hayat alanının ve mahremi niteliğindeki evinin görüntüsünü alamaz.
Bu suçtur!
Ama sayın yazarın yakınmaya hakkı yoktur.
Çünkü kendi gazetesi de Sayın Fahrettin Altun'un (terör örgütlerine hedef gösterircesine) evinin fotoğraflarını ve hatta krokilerini yayınlayarak suç işlerken millete dürüstlük dersi veren bu sayın yazardan çıt çıkmamıştı.
Dahası bir ilçe başkanı olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde Sayın ALTUN’un evinin fotoğraflarını çekmeye çalışırken yakalanması geçerken uğramış diye geçiştirilmeye çalışılmıştı.
Başkalarına yapılan haksızlığa sesiz kalanların aynı haksızlık kendilerine yapıldığında hukuku hatırlamaları yeterli olmasa da güzel.
Demek ki neymiş?..
Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkalarına yapmayacakmışsınız.
Sadece devlet görevlilerinin değil gazetecilerin de evlerinin fotoğrafları yayımlanarak özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi haber alma hakkı kapsamında değilmiş.
Ve de hukuk herkese lazımmış.
“Seçimle olmazsa bir şekilde iktidar değişecekse” bunun adı darbedir.
Düşünce kuruluşu (olduğuna inanmamızı istiyorlar ) RAND’in Pentagon için hazırladığı 277 sayfalık Türkiye raporunda yer alan “darbe” ihtimali ardından eşzamanlı olarak 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un askeri vesayeti çağrıştıran açıklamaları ve sonrasında bir partinin grup başkan vekili ve yine o partinin İstanbul İl başkanının “seçimle olmazsa bir şekilde iktidar değişikliği” diye kastettiği darbe imalarının ardından İsveç’te yaşayan Ragıp ZARAKOLU tarafından yazılarak Evrensel gazetesi ve Artı Gerçek sitesinde eş zamanlı olarak yayımlanan "Makus kaderden kaçış yok" başlıklı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile 1960 darbesinin ardından idam edilen Adnan Menderes’in fotoğraflarını kullanıldığı darbe ve idam tehdidi içeren yazılardan, iktidar olabilmek için kimilerinin gönlünde “yatan aslanın” darbe olduğu anlaşılıyor.
Darbe karşıtı bir yazının bu kadar ters yorumlanması, anlaşılır bir şey değil diyen ZARAKOLU da “erken seçimle ya da bir şekilde” diyen il başkanı da ve aynı yolun yolcusu olan diğerleri de bize neyi nasıl anlayacağımız dersi vermesinler.
Dervişin fikri ne ise zikri de odur.
Herkesin ağızlarından çıkanı kulaklarının duyması gerekir.
Tüm dünyayı etkileyen bir salgına karşı büyük bir mücadele verilirken idam ve darbe tehditleri, bir şekilde iktidar değişikliği imaları olacak iş midir?..
Darbe/idam imalı yazılar yazıp, konuşmalar yapmak, tepki gelince de çark artık bayatlamış bir taktiktir, zehirlenmiş sosyoloji dışında alıcısı yoktur.
Demokrasiye inanan hiç kimse darbelerden/darbecilerden medet ummaz.
Demokrasiye inanan hiç kimse siyasi rakibini darbe/idam ile tehdit etmez.
Demokrasiye inanan hiç kimse darbelerin ABD ürünü ve onun çıkarlarına hizmet için yapıldığını aklından çıkartmaz.
“Hiç kimse partimizde darbeyi savunmadı ve savunamaz da... Öyle bir kelimeye tahammülümüz bile yoktur. Ne darbesi?” sözlerinin inandırıcılığı, sadece sözle değil davranışlarla da darbe karşıtlığının açıkça ortaya konulmasıyla mümkündür.
Yanlış anlaşıldıklarını iddia edenler yanlış anlaşılacak söz ve davranışlarda bulunmamalıdırlar.
Bir virüs küresel liderliği (haydutluğu) yerle bir etti.
Bir dönem ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan Francis Ricciardone’nin; büyük bir kibir içinde ve ülkemizi aşağılayarak “Halkbank konusunu dile getirmiştik. Sonuç alamadık. Şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” sözlerini unutmamıştık.
ABD’de Covid 19 ile mücadelede yaşanan büyük başarısızlık ve hayal kırıklığının ardından Harvard Üniversitesi Uluslararası Kalkınma Direktörü Ricardo Hausmann;"Bırakın küresel liderliği ulusal ve federal düzeyde bile ortada bir liderlik yok" sözleri çöküşünü izlediğimiz imparatorluğun hangisi olduğunu gösteriyor.
Almanya Bilimler Akademisi Başkanı Gerald Haug’un; "ABD bilim insanlarını dinlemiyor, Asıl trajedi bu” sözleri de çöküşün nedenlerini çok net ortaya koyuyor.
Hem yardım istiyorlar hem de aman kimseler duymasın diyorlar..
ARD’nin Türkiye muhabirinin imzasıyla Tagesschau internet sitesinde yer alan haberde, “Koronavirüs krizinde tulum, kıyafet ve maske bulamayan Almanya’nın talebi üzerine; Türkiye’nin Kuzey Ren Vestfalya eyaletine 2 milyon koruyucu maske ve 200 bin koruyucu kıyafet gönderdiğini ancak yardımın kabul edilip edilmemesi konusunda eyaletin Başbakanı Armin Laschet ile Dışişleri Bakanı Heiko Maas arasında tartışma yaşandığı belirtilerek Almanya’nın maske yardımının gizli kalmasını istediği” belirtilmiş.
Bu da Alman usulü kuyruğu dik tutmak olsa gerek.
Korona virüs sürecinde yaşlılarına huzurlu ölüm protokolü uygulayan çok medeni(!) Almanlar korkmasınlar, Türkiye bugüne kadar yaptığı insani yardımları kimsenin başına kakmadı.
Yaşadığınız toplumun değerlerinden haberiniz yoksa…
Kim Milyoner Olmak İster yarışmasına katılan Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu olan, Koç Üniversitesi'nde hukuk bölümünü bitiren, Almanya'da eğitim alan ve 3 yıl avukatlık yapan bir yarışmacı "Ramazan'da oruç açma zamanını öğrenmek için, imsakiyelerdeki hangi başlığın altındaki saate bakılması gerekir?" sorusunun doğru cevabını bilemeyince uzmana sor jokerini kullandı.
Yaşadığınız toplumun değerlerinden haberiniz yoksa bitirdiğiniz okulların bir önemi yok.
Zengin CV’ler sizi belki bir işe yerleştirebilir bir makama getirebilir ama toplumun gönlüne yerleştiremez.