Sevgili kardeşim Metin’in büyük emeklerle büyüttüğü TAHTAKÖPRÜ dört başı mamur bir Çankırı Belgeseli olma yolunda hızla ilerliyor.
Önümüzdeki yıllarda araştırmacıların ve Çankırı meraklılarının başvuracağı temel bir kaynak olacağına hiç kuşkum yok.
Metin’e yurt içinden ve hatta yurt dışından adeta fotoğraf yağıyor desem yeri var.
Titizliği, emanete sahip çıkması ve verdiği güvene bağlı olarak Çankırılılar ellerindeki tarihi nitelik taşıyan fotoğraflarını arşivlemesi ve kayda geçirmesi Metin’e gönderiyorlar.
Güvenilmek onu mutlu ediyor ve sorumluluk yüklüyor.
O da bu güvene karşılık olarak kendisine intikal ettirilen fotoğrafları elektronik ortama aktararak ölümsüzleştiriyor.
Umarım bu değerli çaba ilgi duyanların/meraklıların/sorumluluk taşıyanların desteğiyle karşılıksız kalmaz ve kitaplaştırılmak suretiyle hak ettiği değeri bulur.
Tahtaköprü sayesinde yakınlarının bazı fotoğraflarını ilk kez görenler var.
Hatta Metin’e bu fotoğrafları nereden bulduklarını bile soranlar oluyormuş..
Fotoğraflar sadece birer anı değildir.
Çekildikleri dönemin kültürünü, sosyolojisini ve genel havasını da yansıtan değerli emanetlerdir.
Fotoğraflarla geçmişe yapılacak bir yolculuk anıları tazelemenin ötesinde değişimin ve dönüşümün izlerini görebileceğimiz kesitler de sunacaktır meraklılarına.
Çankırı’nın değerlerini, değerlilerini, iz bırakanlarını sadece isimleri ile değil resimleri ile de hatırlamak için Metin’e destek verilmesi Çankırı tarihine duyulan saygının da bir göstergesi olacaktır.
Çankırı denilince ilk akla gelenin kavun, karpuz ve biber olması bizim değerlerimizi bilmememizden ya da bilsek bile onlara gereken önemi vermememizden kaynaklanıyor.
Metin dünü bugüne aktarabilmek için çaba gösteriyor.
Bunu da herhangi bir maddi beklenti olmaksızın yapıyor.
Memleketine borcunu ödemek isteyenler bu çabalara destek olmalı ve binlerce değerli fotoğraftan oluşan arşivin; fotoğraf altına açıklamalar da yapılmak suretiyle kitaplaştırılması sağlanmalıdır.
Böylece; “bizim Çangırı’dan da kimse çıkmamış yav” diyen memleket cahillerinden birisi bile aydınlanırsa bu da “işin bonusu” olur.
XXX
Gelelim Tahtaköprü’ye..
Büyük camiyi sağınıza alıp yaklaşık 200 metre kadar geçtikten sonra şimdi TOKİ konutlarının bulunduğu Karatekin Mahallesinden doğrudan kaleye çıkan yolun (o zamanki adı Damlamca Caddesi idi sonradan değişip değişmediğini bilmiyorum) başında bir sağa bir de sola dönüş yolunun kesiştiği yerdeydi Tahtaköprü.
Adı Tahtaköprü idi ama tahtadan değildi.
1960 yıllardan beri beton olan köprü muhtemelen çok daha önceki yıllarda tahtadandı.
Çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği yılların adres tariflerinde en belirleyici unsurdu Tahtaköprü.
Şiddetli yağmur yağdığında caddeden geçen sel Tahtaköprü’nün altından geçerek akardı.
Biz Tahtaköprüyü 100 metre kadar geçtikten sonra sağda bulunan rahmetli Manav Ali (ÇAVUŞOGLU) amcanın evinde kiracı idik.
Babacan ve fakat otoriter bir büyüğümüzde Ali Amca..
İyi bir tüccar olan Ali amca 1960 yıllarda o zaman Çankırı’da konuşlu olan askeri birliğe satmak için tavşan beslerdi.
Günü gelince alıp götürürlerdi.
Evimizin yanındaki bütün evler ikişer kattı ve mahallede herkes birbirini tanırdı.
Mahallemizdeki büyüklerimiz uygun olmayan bir söz ve davranışımızı gördüklerinde uyarırlardı ve bizim gıkımız çıkmazdı.
Şimdi bir söz söyleyin bakalım çocuklara..
En kibarı “sen ne karışıyorsun?.., sana mı soracağım?”.. olur.
Akşam saatlerinde caddeye ip gererek voleybol oynardık.
Fazla araba geçmezdi, zaten yoktu..
Yayalar da alıştıkları için ses çıkartmazlardı.
Evimizin karşısındaki ahşap mescid Recep Hoca’nın binbir emeğiyle taştan yapılarak yenilenmişti...
Ahşap mescidin minaresi yoktu ama minare yerine çıkma bir balkon vardı.
Gerçek adını bilmediğimiz ama herkesin çampekmez diye hitap ettiği biraz kilolu, sesi bozuk ama sevimli hocamız akşam namazını kıldıktan sonra evine gitmez. Karşımızdaki Ayan’lı komşularımızın merdivenlerine oturur dizlerine örtüsü serer ve yatsı vaktini beklerdi.
Bazen bizden su isterdi..
Gençliğinde çok güzel sesinin olduğunu ancak okuduğu bir mevlitte suyuna güvercin pisliği kattıklarını ve o günden sonra sesinin çok bozulduğunu söylerdi.
Gerçekten de zor çıkan ve zor anlaşılan hırırltılı bir sesi vardı ama sebebi konusunda anlattıklarının doğru olup olmadığını bilmiyoruz.
Gündüz vakitlerinde ezan okuduğu çıkma balkonun altındaki musluktan üzerine su fırlatarak onu zor durumda bıraktığımız zamanlar olmuştu.
Böyle durumlarda ezanı yarıda keser “gapatın lan şunu, dabanı doğralılar doruğu sirkeliler” diye bağırır ve bıraktığı yerden ezana devam ederdi.
Çocukluk hevesiyle çok ezanı yarıda bıraktırdığımızı hatırlıyorum.
Namazdan çıktıktan sonra olup biteni hatırlamazdı çampekmez.
Bizi yolda görse bile bir şey söylemezdi.
İyi, doğru ve güzel olmamız için ayet ve hadislerden örnek vererek nasihatlarda bulunurdu.
Özellikle teravih namazlarında gürültü çıkartırsak arkaya dönerek sessiz olmamızı isterdi.
Önce çampekmezin sonra Recep Hoca’nın imamlığını yaptığı bu mütevazi mescid yıkıldı mı?.. yerinde mi?.. bilmiyorum.
Kar yağdığı zaman mescidin kenarındaki yolda buz tutturup kayardık.
Çıkmak isteyenler için yokuş kabus olurdu.
Ama kimsenin bize kötü bir söz söylediğini hatırlamıyorum.
İnşallah o sokağın ve o mescidin ve hatta varsa çampekmezin ve vefakâr recep Hoca’nın bir fotoğrafını Metin’e gönderirler de yıkıldı ise bile görüntüleri ile avunuruz.
Bakın Tahtaköprü dedik iş nerelere geldi..
İşte bu yüzden Tahtaköprü sadece bir köprü değildir.
TOKİ’nin çok katlı konutları konfor açısından eski evlerle kıyaslanamaz elbette..
Ama Taptaköprü gibi semboller de konfora kurban edilmemelidir..