Terör Paris’te, Londra’da ya da ABD’de olunca kahrolsun.
Ama Türkiye’de olunca sıradan ve ortaya karışık bir “başın sağolsun”..
Orada olunca hepiniz Charlie”siniz.
Türkiye’de olunca sadece üzüntülerinizi bildirirsiniz.
Neden teröre karşı olduklarını iddia edenler Türkiye’ye destek çıkmıyor?.
Neden kol kola omuz omuza katillere ve arkasındakilere hesap sormuyor?.
Katil DAİŞ’li ise herkes lanetleme kuyruğunda..
Ama katil/katiller PKK, YPG, PYD olunca kabahat hükümette/istihbaratta.
Masum ve mazlum insanları alçakça katleden katilleri koruyup kollayanlar, yönlendirenler, destekleyenler, cesaretlendirenler bir yandan ülke batsın diye ellerini ovuşturuyorlar..
Diğer yandan hiç utanmadan ve yüzleri kızarmadan bunlar neden önlenemiyor diye soruyorlar.
Hırsız evinden içindense kilidin faydası olmaz.
Sizin gibi hainlere aydın muamelesi yapıldıkça da bu terör son bulmaz.
Vatana ihanete, düşünce ve ifade özgürlüğü der göz yumarsanız..
Bu cinayetlerden siz de sorumlu olursunuz.
Kimse kimseye basın/ifade özgürlüğü nutukları çekmesin.
Sizin gördüğünüzü biz de görüyoruz..
Ülke güvenliği söz konusu olunca hiçbir özgürlük sınırsız olmaz.
Bu vatanı korumak sadece, hükümetin, askerin polisin görevi mi?
Vatan olmazsa ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün kalır mı önemi.
Suruç’tan başlayan cinayetler bir plan dahilinde gerçekleştiriliyor.
Hepsinde katiller ve azmettiricileri belli ama suç devlete yükleniyor.
Piyonlar, kuklalar, mandacılar, uşaklar, beslemeler, işbirlikçiler,
Kimi zaman gazeteci, kimi zaman aydın, kimi zaman da akademisyen kılığında ekmeğini yedikleri ülkeye ihanet edenler..
Sizler cinayet şebekelerinin katliamlarını, hendekleri, barikatları, kurşunlanan ambulansları görmezden gelip “katil devlet” diye anırırken,
Bakın Ankara’da yaşayan İngiliz müzisyen James TAYLOR sizlerin de kuyruklarında dolaştığınız lider (!) geçinenlere ne diyor;
“Londra’da, Newyork’ta Paris’te terör saldırılarına bakıp, kurbanların acılarını hissetmek ve üzülmek çok kolay. O zaman neden Ankara için aynısı olmuyor?. Nedeni Ankara’nın bu kentlerden farksız olduğunu anlayamamanız mı?.
Charlie oldunuz. Paris oldunuz. Peki Ankara olacak mısınız”?.
Kapak da benden olsun..
Siz ne zaman adam olacaksınız?.
Ne zaman bu ülkenin çıkarlarını; uşaklığını yaptığınız güçlerin çıkarlarından üstün tutacaksınız?
Hiç biriniz kıvırmayın. Katil yine sizin “çiçek çocuklarınızdan”. Özenle sürdüğünüz tarlalarda yetiştirilmiş.
Kızılay’da 37 masumun hayatını kaybettiği saldırıyı gerçekleştiren kişi Balıkesir Üniversitesi'nde Turizm Otelcilik bölümünde okuyan Seher Çağla Demir.
Bu katil 4 kadın arkadaşı ile birlikte Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde, PKK terör örgütü üyeliği ve propagandası suçundan da yargılanıyordu.
Demir ile birlikte Hamide Saklı, Kader Saklı, Süreyya Saklı isimli üç kardeş ve Yeşim Akyürekli adlı üniversite öğrencisinin son duruşması Aralık 2015′te yapılmış ve dava karar için ertelenmişti.
Bu katilin avukatlığını da kandilin meclisteki şubesinin mensubu bir avukat yapıyordu.
Katil tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Sonuç. Katliam.
Muhtemelen (!) tutuklu yargılanması fikir ve düşünce özgürlüğünü kısıtlıyordu.
Çünkü fikir önemlidir. Düşünce de önemlidir.
Fikir ve düşünce bir arada ise daha da önemlidir.
Hele de fikir ve düşünce ihanetle yoğrulmuşsa önemini izah etmek saatler alır.
İşte bundan dolayı tutuklu yargılanması insan haklarına, demokrasiye, havaya, civaya, suya aykırıdır.
Geldiğimiz nokta ne yazık ki bu..
Katil belli, destekçileri belli..
Yapımcı ve Yönetmen PYD.
Eğitim yeri; Kobani Uygulamalı Terör ve Katliamlar Akademisi
Finansörler/patronlar; ABD, AB, Rusya, İran vs.
PKK’dan plaket alan ABD Başkanının Suriye Özel Temsilcisi Brett McGurk,”Ankara’daki barbar terör eylemini kınıyorum ve koalisyon ortağımız Türkiye’yi sorumluların adalet önüne çıkartılması konusunda destekliyorum” diyor.
Kızılay’daki saldırıyı güçlü bir şekilde kınadıklarını ifade eden ABD dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby öncesinde YPG’yi terör örgütü olarak görmediklerini ve bu konuda Türkiye ile aynı görüşte olmadıklarını üstüne basa basa söylemişti.
Rusya da saldırı kınıyor ama geçen ay Moskova’da PYD’ye ofis açmış ve o ofiste asılı haritada Türk topraklarının bir kısmı YPG’nin elinde olarak gösterilmişti.
Ankara saldırısı kınadıklarını ve dehşete düştüklerini söyleyen İngiltere Hükümeti Londra’da PKK’nın düzenlediği yürüyüşe izin vermiş ve Merasim Sokak katliamının canlı bombasının yani teröristi fotoğraflarının taşınmasından hiç rahatsızlık duymamıştı.
BBC kısa bir süre önce PKK’nın Kandil kampını ziyaret ederek teröristleri, “bağımsızlık mücadelesi veren” çevreci bir örgüt olarak tanıtma algısı yaratmaya çalışmıştı.
Paris’teki saldırıdan sonra OHAL ilan eden ve Türkiye’nin YPG’yi vurmasından rahatsızlık duyduğunu belirten Fransa’da Cumhurbaşkanı François Hollande “Türkiye kalbinden vuruldu” diyerek üzüntülerini dile getirmiş.
Ve nihayet PYD’nin en sağlam destekçilerinden biri olan İran’ın Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabiri Ensari de Türkiye’ye “başsağlığı” mesajları göndermiş.
Çok üzülmüşler.
Biz de yedik..
Timsahlar ve gözyaşları.
Hepsi kalleş, hepsi riyakar.
Hepsinin de ellerinde ölen masum kardeşlerimizin kanları var.
İstanbul’daki bir gösteride kapısına taş gelen gazeteye heyetler halinde yapılan ziyaretlerle gösterilen yakın ilgi ve desteğin yarısı bile önceki ve bu alçakça saldırıda gösterilmediği gibi hiçbir AB lideri bu kalleş saldırılar karşısında Türkiye ile kol kolayız demedi/diyemedi.
Desteğini belirtmek için Türkiye’ye gelemedi.
Gösteri özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü masalları ile büyüttükleri katillerin cinayetlerinden de emin olun zerre kadar rahatsızlık duymuyorlar.
Çünkü onların beklediği yıkım özgürlüğü, cinayet özgürlüğü.
Nitekim daha katliam akşamında PKK yandaşı kanallarda devleti suçlayan hainlere yazık ki bu milletin vergileriyle maaş veriliyor.
Nasıl olsa içeride de her katliamı daha birinci dakikada devlete yıkmayı iş edinmiş ve bu iftiralarının hesabı sorulmayan beslemeler var.
Her şey bu kadar açık iken katillere söz söyleyemeyenlerin devleti suçlamaları ancak suçluların gizlenmesi amacına hizmet eder...
Üst aklın, içerdeki uşaklarıyla Türkiye’yi diz çöktürmeye çalıştığı ve bunun için de aralıksız bir ihanet projesi yürüttüğü görülüyor.
Kucaklarına oturttukları taşeron örgütlere her türlü silah ve lojistik desteği verip sonra da terörü “en şiddetli bir şekilde kınadıklarını” söyleyenlerin dostlukları da müttefiklikleri de yalan.
Hepsi tavşana kaç tazıya tut diyorlar.
Artık yeter. Gerçekten yeter.
Bu ahlaksız ve kalleş senaryonun sürdürülmesine daha fazla izin verilmemelidir.
Türkiye’nin kalbinde üçüncü kez bomba patlatılması masum ve mazlum insanların alçakça öldürülmelerinin hesabı kim/kimlerden, nasıl ve hangi dilden sorulacaksa tez elden sorulmalıdır.
Acılar ve elbette öfke giderek büyümektedir.
Bu sonsuza kadar böyle gitmez.
Masum insanlardan geriye kalan buruk öyküleri biz dinlemeye bile tahammül edemezken bu büyük acıyı yaşayan yakınları nasıl tahammül edecekler?...
Sabır diliyoruz, acılarınızı paylaşıyoruz ama bir gerçek var ki ateş düştüğü yeri yakıyor.
Ana babalar evlatsız, evlatlar ana babasız, çocuklar babasız annesiz kalıyor.
Eşler hayat arkadaşlarını kaybediyorlar.
Hayatla olan en sahici bağları kopan bu kardeşlerimizin, evlatlarımızın, büyüklerimizin acıları, katil sevicilerin destekleriyle ellerini kollarını sallayarak gezmeleriyle ve onlara hesap sorulmamasıyla daha da büyüyor.
Acı ve sabır öfkeye dönüşüyor.
Kontrol edilemeyen öfkenin doğuracağı sonuçları kestirmek mümkün değildir.
Madem ki bu bir varlık yokluk mücadelesidir.
O zaman var olduğumuz dosta düşmana gösterilerek aziz milletimizin yüreğine su serpilmelidir.
Gözümüzün içine baka baka teröre destek verenler, devlete meydan okuyanlar, cinayetlerden medet umanlar, katillere paralarıyla, sütunlarıyla, kalemleriyle cesaret veren azmettirici ve işbirlikçiler unvanları, statüleri ve meslekleri ne olursa olsun hesap sorulacaklar listesine tez elden dahil edilmelidir.
Sabrın bir sınırı vardır.
İhanetin bu kadarı bünyeye zarardır.
Onları yönlendiren bir üst aklı vardır ama bin yıllık devlet geleneği bulunan bu asil milletin de bir üst aklı vardır.
Madem ki meşru müdafaadan söz ediyoruz o zaman meşru müdafaanın gereklerini yapmanın tam zamanıdır.