15 Temmuz 2016 tarihinde Ankara’daki evimde otururken saat 22.00 sularında havada bir uçuş hareketliliği başlamıştı.
Ne olduğunu anlamak için balkona çıktığımda çok sayıda savaş uçağının alçak uçuş yaparak tur attıklarını gördüm ve tedirgin oldum.
Endişeyle televizyonu açtığımda İstanbul (şimdiki adı şehitler köprüsü olan) Boğaziçi köprüsünün tek taraflı trafiğe kapatılarak askeri araçların köprünün giriş yönündü konuşlandırıldıkları, tam teçhizatlı askerlerin sanki köprü düşman işgaline uğramışta savunurcasına silahlarını doğrultarak bekledikleri görüntüleriyle karşılaştığımda bunun bir darbe girişimi olabileceğini düşündüm.
Düşündüm ama ülkemizde artık darbe yapılabileceği daha doğrusu darbelerden çok çekmiş ve bedel ödemiş bu aziz milletin bir daha darbe görmeyeceği inancıyla acaba yine de (olağanüstü) bir tatbikat olabilir mi diye aklımdan geçirsem de manzara bir darbe görüntüsü vermekte idi.
Savaş uçakları çatıyı yalarcasına alçaktan uçuyorlardı.
Kulaklarımızı yırtan o korkunç gürültülerin alçak uçuştan kaynaklanan sonik patlamalar olduğunu ve halkı korkutmak amacıyla kasten yapıldığını olduğunu sonradan öğrendim.
Birkaç dakikalık bir TV takibinden sonra ne yazık ki yaşanılanların bir darbe girişimi olduğu anlaşılıyordu.
Başbakan Binali YILDIRIM’ın 23.05 te A Haber’e bağlanarak “Yaşananların bir darbe girişimi” olduğunu söylemesi ile de durum resmiyet kazanmış oldu.
Alçak uçuş yapan uçakların çıkarttıkları gürültülere gecenin ilerleyen saatlerinde şiddetli patlamalar eklenmeye başladı.
Patlamaların ardından yükselen alevleri balkondan görebiliyorduk.
Bu patlamaların ilkinin 44 şehit verilen Gölbaşındaki Emniyet Özsel hareket Daire Başkanlığının bombalanmasından kaynaklandığını, sonrasında Ankara Emniyet Müdürlüğü, Türksat, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin yakınındaki bazı yerlerin bombalandığını, o gece gerçekten milli iradenin yanında yer alan ve darbeye direnen medyanın yayınlarından öğrendik.
Üniformalı hainler dağlardaki teröristlere atmaya kıyamadıkları bombaları resmi binaların ve üzerlerinde bayraktan başka bir şey olmayan masum vatandaşların üzerine bırakıyorlardı.
Yıllardır İslami söylemleri milleti uyutan üniformalı hainler Müslüman kardeşlerini vuruyorlardı.
İhanetin, alçaklığın, böylesi ne görülmüş ne de duyulmuştu.
Ancak; ABD, AB ve NATO’nun sponsorluğunda ve Fetö taşeronluğunda icra edilen bu darbe girişiminin önleneceğini Sayın Cumhurbaşkanının halkı sokağa davetiyle anladım ve inancımı hiç yitirmedim.
Sayın Devlet Bahçelinin olayın duyulmasından sonra Genel Merkezi giderek kayıtsız şartsız demokrasinin ve hükümetin yanında oldukları açıklaması, Sayın Başbakan Binali Yıldırım’ın bu kalkışmanın hesabının en ağır bir şekilde sorulacağı açıklaması, ordu içinde darbecilere tavır koyan şerefli komutanların farklı TV kanallarına bağlanarak yaptıkları moral verici açıklamalar, Milletvekili, Emniyet görevlileri, mülki amirler, çeşitli görev ve unvanlardaki çok sayıda şerefli insanın cesur ve darbe karşıtı açıklamaları umudumu arttırmıştı.
Bu umut minarelerden yükseler salalarla doruğa çıkmıştı.
Bu salalar o kadar etkili olmuştu ki hainler minareleri kurşunlamaya başlamışlardı.
Nitekim gecenin ilerleyen saatlerinde gelen haberlerde, Şerefli Türk Ordusunun Üniformasını giymiş darbeci katillerin amaçlarına ulaşamadıklarını, Sayın Cumhurbaşkanının liderliğinde iradesini darbecilere satmayan namuslu askerlerimiz, namuslu polislerimiz, namuslu savcılarımız ve tüm namuslu kamu görevlileri ile birlikte aziz Türk Milletinin isimsiz kahramanlarının direnişiyle darbeci hainlerin birer birer teslim olduklarını bildiriliyordu.
Darbeciler amaçlarına ulaşmak için her türlü planı yapmış, her ayrıntıyı hesap etmiş olmakla birlikte Sayın Cumhurbaşkanının davetiyle sokağa çıkan halkın dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir şekilde ölümüne direneceğini hesaba katmamışlardı.
Önceki darbelerde olduğu gibi Cumhurbaşkanının, Başbakanın da şapkalarını alıp gideceğini düşünmüşlerdi.
Kalkışmanın duyulmasıyla her ne kadar sevinç çığlıkları atan ve tankların geçişini alkışlayan işbirlikçiler ve darbe sevdalıları olsa da bu aziz milletin kahir ekseriyeti iradesini çiğnetmeyecek basiret ve yürek sahibi olduğunu sokağa çıkarak gösterdi.
Darbe sevdalıları, ATM’lerde para çekme, marketlerde makarna kuyruğunda beklerken halk sokaklarda meydanlarda tankı elleriyle durduruyor, ölüme meydan okuyarak alçaklara haddini bildiriyordu.
MİT o karanlık gecenin saatler öncesinde bir kalkışma olduğunu farketmişti.
Gelen TSK içinden bir ihbardan ibaretti ve teyide muhtaçtı.
MİT'in TBMM Darbe Komisyonu'nda bu ihbarla ilgili şu bilgiler yer alıyor.
“15 Temmuz 2017 tarihinde saat 14.20 sıralarında Teşkilat Karargahı’na gelen ve teşkilatımızla daha önce teması bulunmaması nedeniyle gerekli güvenlik prosedüründen (kimlik teyidi, arşiv taraması vb.) geçirilmesi akabinde saat 15.30 sularında görüşülen bir şahıs tarafından ‘Kara Havacılık Okulu’nda görevli bazı şahıslarca MİT Müsteşarı’na saldırı yapılacağı’ yönünde teyide muhtaç ham bilgiler verilmiştir”
MİT'e yönelik Kara Havacılık Okulu'ndan görevlilerce saldırı düzenleneceği bilgisi üzerine durumu değerlendiren MİT Müsteşarı Hakan Fidan önce Genelkurmay İkinci Başkanı'na durumla ilgili bilgi verdi. 16.20'de gerçekleşen bu görüşmeden 20 dakika sonra İkinci Başkan Fidan'a dönüş yapsa da ortada darbeye ilişkin net bir bulgu yoktu.
Fidan önce yardımcısını Genelkurmay'a gönderir. Saat 18.00'da da dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile bir araya gelir. Görüşme neticesinde Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı'nı Kara Havacılık Okulu'na gönderir.
Akar bununla da yetinmez ülke genelinde tüm askeri hava araçlarının uçuşunun yasaklanması için Harekat Merkezine emir verir.
Ankara Garnizon Komutanı'na da başkentteki askeri birliklerdeki tüm hareketliliğin ikinci bir emre kadar durdurulmasını ister.
Fidan 20.20'de MİT'teki bir görüşme için Genelkurmay'dan ayrılır ve karargaha geçer.
İlk ihbarın geldiği 14.20'den 20.20'ye kadar geçen 6 saat içerisinde MİT ile Genelkurmay arasında yaşanan irtibat ve Akar'ın peş peşe verdiği emirler, paniğe kapılan darbecilerin gece saat 03.00 yapmayı planladıkları darbeyi saat 9.30 a çekmelerine neden oldu.
Ve kalkışmayla birlikte ABD ve Batı medyası yalan haberlerle vatandaşın kafasını karıştırmaya çalıştı.
ABD’nin propaganda kanalı FOX TV açık açık darbe destekçiliği yaptı.
Darbecilerin iyi insanlar olduklarını ve desteklediklerini belirtti.
Cumhurbaşkanının Almanya’ya kaçtığını söylediler.
Bunun kuyruklu bir yalan olduğu anlaşılınca bu defa Marmaris’ten İstanbul’a giden uçağının rotasını saniye saniye yayımladılar.
Söylemeseler de darbeyi ABD’nin yaptırdığını ortadaki binlerce kanıttan biliyoruz.
Sadece İncirlik Üssünden verilen destek bile azmettiricilik için yeter de artar bile.
Darbecilerin başlangıçta ABD ile yaptıkları onlarca telefon görüşmesi ise işin cabası.
8651 Fetöcü hainin katıldığı darbe girişiminde çoğunluğu bomba yüklü olmak üzere toplam 35 uçak, 37 helikopter, 246 tanık ve zırhlı araç, 3 gemi ve 3992 hafif silah kullanıldı.
O kara gecede 251 vatan evladı şehit, 2190 vatandaşımız gazi oldular.
251 şehidin 138’ i 40 yaş altında.
Hani o gençleri küçümseyen, onları sorumsuzlukla suçlayan büyükleri ATM de para markette, makarna kuyruğunda beklerken ve kimi büyükleri tankların geçişini alkışlarken 40 yaşın altındaki 138 gencimiz vatan için şehit oluyordu.
Gençleri eleştirenler önce dönüp bir kendilerine baksınlar, bu vatan için ne yapmışlar?..
O gecenin şehitlerinin her birisinin ayrı bir hikayesi var.
Ama hepsinin ortak bir özelliği var.
Onlar vatan elden gitmesin diye ölümü hiçe sayarak darbeye/darbecilere direndiler.
Hatta ölmek için bundan daha güzel bir fırsat olmaz diye düşündüler.
Muzaffer GÜLŞEN anne üç evladını (Mehmet, Lütfi, Hakan) şehit verdi o gece.
İkisi öz evladı biri de kendisine emanet edilen yetim yeğeni idi.
Üç şehit geride üç aile bıraktı.
Bu gün bu üç aile;” O gece karanlık çöktü evimize, güneş o gün battı ancak vatan sağ, düşman derdest edildi. Hiç gitmeselerdi demedik, üç aile yıkıldı ama vatan kurtuldu” diyecek kadar vatan sevdalısı iseler darbeye tiyatro diyerek küçümsemek, kontrollü diyerek darbecileri masumlaştırmak onlara yapmış en büyük saygısızlık olur.
Gözümüzün önünde olup bitenlere rağmen kontrollü darbe ve tiyatro diyerek darbecilere masumiyet kazandırmaya çalışan gafiller Muzaffer annenin yüzüne nasıl bakacaklar?..
Darbecilerin beynine sıktığı kurşunla tarih yazan ve bütün planların çöp olmasını sağlayan Ömer Halisdemir’in ruhunu incitmekten utanmayacaklar mı?..
Bu milletin meclisi bombalanacak, ellerinde bayrak taşıyan fertlerinin üzerlerine ateş yağdırılacak, miyarlarca liralık maddi hasar meydana gelecek, 251 kardeşimiz şehit edilecek ve olan biten bir tiyatrodan ibaret olacak öyle mi?..
Siz bizim aklımızla dalga mı geçiyorsunuz?
Kimse milleti aptal yerine koymasın.
Her şey gözümüzün önünde yaşandı.
Hiçbir tiyatro sahnesinde gerçek ölüm yoktur.
Hiçbir tiyatro sahnesinde gerçek silah kullanılmaz.
İhanetin sahnesi olur ama hiçbir tiyatro sahnesi yaşadıoığımız ihanetin ağırlığını göstermeye yetmez.
Ülkeyi yönetme iddiası taşıyan birileri tankların arasından güvenli(!) bir şekilde geçerek gittiği konutta kahve içerek darbeyi TV’den izlerken, bir başkası evinde pastalı börekli misafir ağırlarken ya da bodrum katındaki güvenli odada kendilerini sağlama alırken millet elleriyle tankları durduruyor, alçak uçuş yapan uçaklara eline geçeni fırlatıyordu.
Ankara’nın gençleri Sayın Süleyman Soylu ile birlikte TRT’yi kurtarıyordu.
Köylümüz benim de direnişte katkım olsun diyerek, tek geçim kaynağı olan ve bir yıl emek verdiği tarladaki ürünü yakıyordu, çıkan dumandan uçakların görüş mesafesi olmasın diye.
Kimisi tankın önünü sürdüğü arabasıyla ezilmeyi göze alıyordu.
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci darbecilere meydan okuyor; maldan, mülkten, eşten, çocuktan vazgeçen binlerce vatansever sokaklarda darbecilere ölümüne direniyordu.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Meclis Başkanı, Bakanları ve farklı partilere mensup onurlu milletvekilleri darbecilere meydan okurken, darbeciler başarılı olsa da bizde avantamızı alsak diye bekleyenler amaçlarına ulaşamayınca bu sefer kafası kesilen asker, köprüden aşağı atılan asker masalları, uydurarak darbecileri masum göstermeye kalktılar.
Ama kafası kesilen bir tek kişi, denize atılan bir tek kişi gösteremediler.
Halk bu numaraları yutmadı.
Yapılanın bal gibi darbe olduğunu gördü.
Eğer bu asil millet o gece sağduyulu davranmasa binlerce darbecinin mezara gömülecek parçası bile kalmazdı.
Darbenin tiyatro olduğunu söyleyenler; o gece kim evinde çayını/kahvesini içerek TV seyrediyor, kim pasta börek yapıp misafir ağırlıyor kim ATM kuyruğunda, kim makarna kuyruğunda onlara baktıklarında “ihanetin suç ortakları oyununun” en etkili sahnelerini görebilirler.
Ve bu sahneyi usta tiyatroculardan daha iyi oynayan darbe destekçilerini ayakta alkışlayabilirler(!)
Ancak aklımızla dalga geçmesinler.
15 Temmuz sadece bir darbe girişimi değil planı dışarıda yapılmış bir işgal girişimidir.
Taşeronluğunu Fetö’nün yaptığı bu girişim ABD, AB ve NATO’ya anahtar teslimi bir Türkiye verecekti.
Yani darbeyi yapanlar yönetimi ele almayacaktı.
Onlar bir yağlı kemik karşılığında ülkeyi satacaklardı
İşte bu nedenle ülkemizde yapılan diğer darbelerle kıyaslandığında 15 Temmuz darbe girişimi en alçak, en hain ve en acımasız olanıdır.
Millet iradesinin temsil yeri olan TBMM’yi bombalayacak, Cumhurbaşkanına suikast düzenleyecek, masum insanlara savaşta bile kontrollü kullanılabilecek mermilerle saldıracak kadar gözleri dönmüştür.
Milletin vergilerinden alınan silahları, tankları, uçakları, helikopterleri milleti öldürmek için kullanmışlar, işledikleri cinayetlerden sonra da “ellerine sağlık hocam” diyerek birbirlerini tebrik edecek kadar insanlıktan çıkmışlardır.
Sonuçta başarsalardı onlar kimseye acımayacak ve katliam yapacaklardı.
Yaptıkları ihanetin büyüklüğüne rağmen yargısız infaz yapılmadı.
Yargılamaları hukuk içinde yapıldı.
Darbeciler sorumluluklarına göre cezalandırıldılar.
Kaçanlar kendilerini ABD’nin, AB’nin ve NATO’nun müşfik kollarına attılar ve koruma altına alındılar.
Kime sığınırsa sığınsınlar er geç yaptıklarının hesabını verecekler.
Sığındıkları kucakta bekledikleri günün gelip yarım bıraktıkları işi tamamlayacağını hesap eden hainlere kötü iki haberim var.
Birincisi; ''Tekrar bir darbe girişimi olsa sokağa çıkar mısınız?'' sorusuna vatandaşların yüzde 77,4’si evet demiş.
Sokağa çıkacak insanlar kendilerine kurşun sıkacaklara bu sefer acırlar mı bilinmez.
İkincisi Sayın Bahçeli; “Eğer Türkiye yeni bir işgal girişimine maruz kalırsa böylesi bir felaket bir daha yaşanırsa bu defa hiçbir suçlu ve hain sağ kalamayacaktır. Varlığımıza göz koyanlardın gözünü oyarız bağımsızlığımıza leke sürmeye kalkışanları değil İzmir’de denize dökmek, alayını cehennemin dibine kadar kovalar, yediklerini içtiklerini burunların fitil fitil getiririz” diyor.
Anladınız mı?..