Ülkemize yönelik ekonomik saldırı sonrasında alınan önlemler bağlamında Türkiye’de üretilen ürünler artık “yerli üretim” logosu kullanılarak satışa sunuluyor.
Merak eden, zaten yerli mi yabancı mı araştırıp satın alıyordu ama herkes meraklı olmadığı için bilgilendirmek ve yönlendirmek açısından iyi oldu.
Şahsen ben bir ürünün ambalajı üzerinde “yerli üretim” logosu görünce mutlu oluyorum.
Keşke raflar hep yerli üretim olan ürünlerle dolsa..
Ancak ürünlere “yerli üretim” logosu basmakla o ürün yerli olmuyor.
Geçenlerde, almayı düşündüğüm eşyalarla ilgili bilgi sahibi olmak için Türkiye’nin önde gelen mobilya markalarının kataloglarını incelediğimde hayretler içinde kaldım.
4 büyük mobilya markasının ürünlerinden rastgele seçtiğim isimlere bakar mısınız?..
Casstello, İndigo, Merlin, Tropez, Lorenz, Cansas, Ferra, Vitaly, West, Ramos, Sandler, Brena, Ornella, Lizie, Lofty, Malpensa, Alissa, Oslo, Pekin, Valdes, Belissa, Astoria, Versay, Liva, Troy de lux, Celina, Sandra, Santino, Nella, Mikado, Orleon, Scarlet, Palma, Lucas, Vals, Krea, Vigo, v.s.
Bu liste böyle yabancı kelimelerle uzayıp gidiyor ve ne yazık ki 4 büyük firmanın onlarca ürününden sadece bir tanesinin Türkçe isimli (Eylül) olduğunu gördüm.
İhraç edilen bazı ürünlerin rekabet şansının arttırılması için yabancı isim verilmesi belki kabul edilebilir.
Ama onlarca ürün içinden bir tanesi mi Türkçe isim olur ?..
Ne yapayım ben böyle yerli üretimi?..
Ürünlerine hangi gerekçe ve özenti ile “Oslo” ve “Pekin” isimlerini verdiklerini bilmediğim bu büyük firmalar ülkemizden bir tane şehir adı bulamadılar mı?.
Bir tane dahi coğrafi isim beğenemediler mi?
Güzelim Türkçemizin yüzlerce kelimesinden bir tanesi dahi akıllarına gelmedi mi?..
Yazık, gerçekten çok yazık..
Bu yabancı isimleri kimler buluyor ve kimler onaylıyorsa onlara sormak lazım.
Ürünlerinizin isimleri yabancı olunca yabancı ülkeler satın almak için sıraya mı giriyor?.
Binlerce yıllık tarihimizden, eşsiz coğrafyamızdan ve bizi biz yapan kültürümüzden, ürettiğiniz ürünlere verebileceğimiz bir ismi bulup çıkaramıyorsak, bu ayıp bize yeter.
Ali Şir Nevai; “Türkçenin derinliklerine dalınca, gözlerime on sekiz bin evrenden daha yüksek bin evren göründü.” Derken, biz bir taneyi bile göremiyor isek bu sadece “göz”ün kusuru mudur?
Akıl ne güne durmaktadır?..
Hayali, çok ünlü Gazel’inde; “Dünyâyı süsleyip bezeyen Allah, yarattıklarında tecellî etmiştir, eserlerinde sıfatları açıktır ancak insanlar farkında değildir. Tıpkı denizdeki balıkların denizin farkında olmamaları gibi” diyor.
Evet; tıpkı denizdeki balıkların denizin farkında olmadıkları gibi derinlikleri onsekizbin evreden daha yüksek bir evren oluşturan Türkçemizin zenginliğinin de ne yazık ki farkında değiliz.
Taa 1930 yılında; “Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” diyen Atatürk, yapılması gerekeni açıkça ortaya koymuştur.
Aramak, bulmak ve toplamak çok mu zor?..
Ya da yabancı isimleri, aramak bulmak, toplamak daha mı kolay?...
Walter Lanoor; “Bir Ülkenin kanunlarının çiğnenmesinden sonra en büyük suç dilinin çiğnenmesidir.” Diyor.
Dilimiz pervasızca çiğneniyor ve biz hep birlikte bu büyük suçun işlenmesine göz yumuyoruz.
Oral diyare …
İçerideki ve dışarıdaki hainlerin fırsat kolladığı, ekonomisi saldırı üstüne saldırıya maruz kaldığı, müttefik bildiklerinin kirli oyunları ile başa çıkmaya çalıştığı bir dönemde, istiklalini ve istikbalini koruma mücadelesi veren ülkemizde milli birlik ve beraberliğimizi bozacak söz ve davranışlardan uzak durulması gerekirken; bölücü, aşağılayıcı ve ötekileştirici nefret kokan bir üslup ve yetmezmiş gibi idam sehpaları ve mahzenlerde ayaklarından asılarak ölüm benzetmeleriyle “geyik” yapmanın kimseye yararı olmaz.
Önce şu gerçekte anlaşalım..
Herkes; fikir ve düşüncelerini serbestçe ifade edebilmelidir.
Muhalif ya da muvafık olmak kişilerin tercihleridir ve saygı duyulması gerekir.
Ancak;
Eleştirmek ve muhalefet etmek; kendisini üstün görmek, küfür, hakaret ve aşağılama hakkı vermez.
Hele hele demokrasi ister gibi yapıp ta idam sehpalarından, mahzenlerde zehirlenerek öldürmekten dem vurmak, demokrasinin en büyük düşmanı olan darbelerden ve iç savaştan medet ummak; fikir özgürlüğü değil, fikirsizlik ve ifade özürlülüğüdür.
Sanatçı, sporcu, akademisyen ya da siyasetçi olmakla kimse kendisini kanunların üzerinde görmemelidir.
İşine gelmeyen kanuna uymamak demokrasinin değil zorbalığın belirtisidir.
Kanunlar birilerinin işine gelsin diye değil toplumsal düzenin sağlanması için çıkartılır ve uymayanlara da hukuk içinde hesabı sorulur.
Bakın; Strasburg’da 5 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısının yaşandığı gün “bugün Strasburg’un en güzel günü” diye tweet atan 18 yaşındaki bir genç 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Fransız polisi sosyal medya hesabından yola çıkarak bulduğu ve hemen mahkemeye sevk edilen genç, ilk duruşmada tutuklanarak hapse atıldı.
2 ay hapis cezası verildi. Ayrıca 3 yıl boyunca kamu hizmetlerinden mahrum tutuldu. Cezasında erteleme talep edilse de reddedildi.
Hiç kimse o daha genç bir çocuk tutuklamayın demedi.
Ekran şehvetine kapılıp işkembeden sallarsanız oral diyare olmanız kaçınılmazdır.
Bazen istenmeden ağızdan kaçan sözler olabilir, o zaman da “sürçü lisan ettiysek affola” der işi kapatırsınız.
Ama sürçü lisanda yani hakaret te ısrar ederseniz elbette kendinizi yargının karşısında bulursunuz.
Yargı bir aksesuar değildir..
Aşağıda sözler boşa söylenmemiştir.
Bunları dikkate alanların “oral diyare” den korunacaklarına garanti veririm.
İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür,
Ama insanı insan yapan ağzından çıkan sözdür. (Mevlana)
Konuşma sanatını bilen adam, düşündüklerinin hepsini söylemez; fakat söylediklerini düşünür de söyler. (Aristoteles)
Lüzumsuz söz yanan ateş gibidir; onu ağızdan çıkarmamalısın, sonra kendin yanarsın. Dilin söylediği iyi söz ise akarsu gibidir; nereye akarsa orada çiçekler açar.(Yusuf Has Hacib)
Kuru kaşık ağza, kuru söz kulağa yakışmaz.(Kaşgarlı Mahmut)
Önemli olan, söylenenin ne olduğu ya da nasıl söylendiği değil; ama söylenenin nasıl anlaşıldığıdır.(Guy Hunter)
Ne söyleyeyim diye başta düşünmek; niçin söyledim diye sonunda pişman olmaktan iyidir.
(Sadi)
Söz ola kestire başı, Söz ola kestire savaşı,
Söz ola ağulu aşı, Bal ile yağ eder bir söz.(Yunus Emre)
Düşünmeden konuşmak, nişan almadan ateş etmeye benzer.(R.Digest)
Söylemek ve belagat aynı anlama gelmez, konuşmak bir şeydir, iyi konuşmak bambaşka bir şey. Bir budala da bir şeyler söyleyebilir; ama bilge bir adam konuşur.(Ben Johnson)