Önceki yazımızda Roselina-A isimli ticari Türk gemisine yönelik hukuksuz baskınla ilgili ayrıntılardan bahsederek bunun 10 Aralık’ta yapılacak AB toplantısında Türkiye’ye yaptırım kararı alınabilmesi için gemide silah bulma umuduyla günlerdir Fetö’cü hesaplardan işaret fişeği verilen bir kumpas ve despotluk olduğunu Emekli Tümamiral Cihat YAYCI’nın medyaya yaptığı özel açıklamalarından öğrenmiştik.
Bu zorbalıkla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca re’sen soruşturma başlatıldı.
Türkiye çok açık ve tartışmasız bir zorbalık ve kumpasla karşı karşıya kalmasına rağmen Partisinin önceki gün yapılan Meclis grup toplantısında konuşan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Doğu Akdeniz’de Türk ticari gemisi Roseline-A’ya Yunanistan komutasındaki Alman gemisinin baskınını savunarak şu ifadeleri kullandı: “Akdeniz’de bir gemimiz arandı, Yunan komutan, Almanya, İtalya aradılar. ‘Arama yapacağız’ diye Türkiye’ye bildiriyorlar. ‘Arama yapacağız, izin verin’ diye bildiriyorlar. Dört saat geçiyor, cevap yok. Dört saat geçiyor, cevap yok. Bunun üzerine Roma’daki büyükelçiliği arıyorlar. ‘Biz 4 saattir arıyoruz’. Yani bir saat de oradan geçiyor. Beşinci saatin sonunda NATO’nun bir “sessizlik yöntemi” diye bir kuralı var. Yani, cevap vermezseniz, kabul ediyor anlamına geliyor. Bunlar da iniyorlar gemiyi arıyorlar.”
Bu konuyla ilgili Abdülkadir SELVİ 02/11/2020 tarihli Hürriyet’te şunları yazdı.
“Bende mi bir sorun var, CHP’de mi bilmiyorum. Son zamanlarda CHP’yi anlamakta zorlanıyorum. Milli meselelerde Atatürk’ün partisinin herkesten önce tavır almasını beklerken, Türkiye karşıtlarının tezlerinin savunuculuğu yapıyor.
Akdeniz’de Türk gemisine yapılan saldırıyla ilgili olarak Kılıçdaroğlu’nu dinlerken küçük dilimi yutacak gibi oldum. CHP Lideri’nden beklenen, dünyanın neresinde olursa olsun, Türk bayrağının dalgalandığı bir yere saldırı olduysa, onlara karşı çıkmasıdır. Kılıçdaroğlu’ndan “Türk bayrağının dalgalandığı gemiye eşkıya gibi baskın yapamazsınız” demesini beklerdim. Gemi baskınından sonra Kılıçdaroğlu, benzer bir tepki göstermişti. Ancak ne olduysa dün CHP grubunda çıktı, gemimize baskın yapanların tezlerini dillendirdi.
Kılıçdaroğlu’na bilgi vermişler ama yine yanlış bilgi vermişler. Bunu ben değil, konuştuğum uzmanlar söyledi.”
Evet aynen sayın SELVİ’nin ifade ettiği üzere; egemenlik haklarımıza açık bir saldırı olan bu zorbalığın karşısında durmak yerine, uluslararası sözleşmeler çarpıtılarak gerçeği yansıtmayan bilgilerle Türkiye düşmanlarının yanında yer almak gerçekten hazindir.
Kullandığı, şu buyurgan ve küstah ifadelere dikkat edin.
“Arama yapacağız’ diye Türkiye’ye bildiriyorlar. ‘Arama yapacağız, izin verin’ diye bildiriyorlar. Dört saat geçiyor, cevap yok. Dört saat geçiyor, cevap yok.”.
“Hangi yetkiyle arıyorsunuz? Siz kimsiniz”? diyemeyen genel başkan onların ağzıyla ülkesini suçluyor.
Birazcık araştırma yapan sağduyu sahibi her Türk vatandaşının ulaşabileceği gerçekleri görmezden gelerek kendisine verilen yalan yanlış bilgilerle baskın yapanların tezlerinin dillendirilmesi ve ülkesinin suçlanması muhalefet değildir.
Onların görmek istemedikleri gerçekleri biz sıralayalım.
-NATO’nun “sessizlik kuralı”, “Herhangi bir görüş/öneri/emir yayımlandığında bir mit verilerek ‘sessizlik’ ilan edilir. Bu, eğer bu süreye kadar aksi bir görüş yoksa; belirtilen görüşün/önerinin/emirin geçerli olacağı/yürürlüğe gireceği anlamını taşır” şeklinde düzenleniyor. Ancak bu NATO’nun bir kuralı ve Yunanistan komutasındaki İrini Harekatı’nda görevli Alman askerlerin Türk bayraklı gemiye çıkarma yapması olayıyla hiçbir ilgisi bulunmuyor. Çünkü İrini Harekatı bir NATO harekatı değil. Böylesine gerçek dışı gerekçeyi baskını gerçekleştiren Almanya hatta Yunanistan’ın dahi gündeme getirmedi.
-Denizlerde Seyrüsefer Serbestisi’ne İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye ek olarak 2005 yılında yürürlüğe giren ek protokolün ilgili maddesine dayanarak yapılan aramanın yükümlülük doğurabilmesi, aynı protokole göre, Türkiye’nin bu kuralı tanımasına bağlı. Ancak Ankara bu düzenlemeye onay vermedi. Bu yönüyle 4 saatlik bildirim süresi Türk bayraklı gemilere uygulanamayacağından gemiye hukuka uygun bir şekilde çıkabilmek için Türkiye’nin net onayı gerekiyor.
-AB’nin “Türk tarafının olumsuz cevabını resmi olarak ve gecikmeli bir şekilde bildirmesi üzerine aramanın durdurulduğu” beyanı da yalan. İrini Harekat Merkezi, gemiye çıkmak için Türkiye’nin Roma Büyükelçiliğinden izni saat 14.00 sularında istedi. Büyükelçilik, Türkiye’nin aramaya onay vermediğini saat 17.44’te Roma’daki Harekat Merkezi’ne resmi bir yazıyla bildirdi. Ancak bu bildirime rağmen gemiye saat 18.00’de çıkarma yapıldı.
Sonuçta ileri sürülen gerekçelerin hiç birisi gerçek değil.
Türkiye’yi yönetmeye talip olan bir zihniyet neden bu kadar açık bir şekilde gerçekleri çarpıtır?..
Neden ülkesinin hak ve çıkarlarının yanında durması gerekirken korsanların/zorbaların yanında yer alır?..
İktidarda değil iken bile ülkesine karşı yapılan bu kadar büyük hukuksuzluğu görmezden gelenler, iktidar olduklarında ülke çıkarlarını nasıl koruyacaklar?..
Kulaktan dolma yarım yamalak bilgilerle muhalefet yapılır mı?
Elbette iktidarın yanlışları, eksiklikleri eleştirilmeli.
Elbette sağlıklı bir demokrasi için güçlü bir muhalefet olmalı.
Ama milli meselelerde ortak bir duruş sergilenmeli, doğru bilgilerle doğru muhalefet yapılmalı.
Ülkemizin yüzde yüz haklı olduğu bir konuda korsanlık yapanların dahi akıl edemeyecekleri çarpıtmalarla gerçekleri görmezden gelmek muhalefet filan değil, gafletle yoğrulmuş ama su katılmamış bir ihanettir.
*****
Yine bir önceki yazımızda Türkiye'nin doğu Akdeniz’de yaptığı enerji kaynakları arama çalışmalarının iptal edilmesini isteyerek Yunan ve Rum ağzıyla konuşan CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın bu kez çok daha büyük bir saygısızlık yaparak; "Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin ordusu Katar'a satılmış. 20 Milyar dolar olduğu söyleniyor. 50 Milyon dolara satılmış. Birileri Mandacı oluyor" demesiyle ilgili olarak şahsi görüşlerimizi ifade ederek “Ordumuza hakaret eden bu milletvekili hakkında sadece Savcılığın işlem yapması yetmez, sırf yasakladıkları CNN Türk’te yayına çıktıkları için milletvekillerini ihraç eden CHP yönetimi de disiplin işlemi yapmalıdır.” Demiştik.
Abdülkadir SELVİ 02/11/2020 tarihli Hürriyet’te bu konuyla ilgili şunları yazdı.
“O ordu peygamber ocağıdır. O ordu Mustafa Kemal’in ordusudur” dedi. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun CHP milletvekillerini, “Arkadaşlar, ordumuz gözbebeğimizdir. Onlar hakkında konuşurken dikkatli olun” diye uyarmasını beklerdim. O ne yaptı? Ali Mahir Başarır’ın arkasında kapı gibi durdu. Erdoğan’ı ise yaylım ateşine tuttu. İyi de o sözleri senin milletvekilin söyledi, Erdoğan söylemedi ki... CHP milletvekilinin sözleri CHP’yi bağlar, Erdoğan’ı bağlamaz ki... Dahası CHP milletvekilinin sözleri, CHP’yi yıpratır. Kılıçdaroğlu her yanlışın arkasında kapı gibi durdukça, CHP’de yol kazaları bitmez. Erdoğan ne yaptı? Bülent Arınç gibi bir değere bile ayar vermekten çekinmedi.”
Aynen sayın Selvi’nin yazdığı gibi bırakın Ordumuza hakaret eden ve sonradan yaptığı açıklamada, “Ben bunu Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası için söyledim” diyerek aklımızla dalga geçen milletvekili hakkında disiplin işlemi yapmak yerine kapı gibi arkasında durdular.
Hatta daha da ileri giderek; bunun bir algı operasyonu olduğunu, gösterilen tepkilerin kuru gürültü olduğunu ve soruşturma açılmasını kınadıklarını söylediler.
Yine gerçekleri ört bas ettiler ve yine yalan söylediler.
Fuat BOL 02/11 Tarihli Hürriyet Gazetesindeki makalesinde bu konuyla ilgili olarak şunları yazdı.
“…….. Tank Palet Fabrikası satılmadı ki... 25 yıllığına BMC-Katar ortaklığına kiraya verildi. Yerli BMC şirketinin payı yüzde 51. Burada bir düzeltme yapalım: Buranın sadece adı ‘Tank Palet’; burada tank yapılmıyordu, fırtına obüsleri üretiliyordu. Onların da üretimi durmuştu. Zira Suriye harekâtlarından sonra, Almanya bize ambargo uyguladı ve bu motorları vermemeye başlamıştı.
TBMM’de Savunma Komisyonu üyesi olarak görev yaptığımdan yakından biliyorum: Devletimiz, tank ihalesini önce 7 milyar dolar bedelle Koç’un savunma firmasına verdi. Ülkemiz yedi yıl bekledi, sonunda motoru ithal etmeye kalktılar. Yani Koç, taahhüt ettiği sürede motoru üretemedi.
Devletimiz ihaleyi iptal edip yeniledi, en iyi teklifi veren BMC ihaleyi aldı. BMC, Katarlı bir firma ile ortaklık anlaşması imzaladı. Üretilecek Altay tankının tüm mülkiyet hakları TSK’ya ait olmak kaydıyla ASELSAN, HAVELSAN, TÜBİTAK gibi firmalarımız da projeye dahil edildi. Ortaklık sadece hasılat paylaşımı şeklinde olacak, Katar sadece sermaye ortağı olacak ve tankın üzerinde herhangi bir hak iddia edemeyecek.
İşte Türkiye’nin yerli ve milli tank üretmesini hazmedemeyen dış güçler ve onların içimizdeki uzantıları, bu yerli ve milli hamleye karşı iftira kampanyası başlattılar”.
“Arifiye’de tank üretilmemektedir. Tankın 36 bir parçası içinden paletinin ve optik sistemlerinin üretimli ile motor bakımı yapılmaktadır.18 ay içinde yerli teknolojiye ait motorun da kullanıldığı ilk etapta 40 tankın üretimi gerçekleştirilecektir. Bu arada 1000 beygir motor gücü gerektiren Fırtına obüslerinin üretimine de yerli kapasite ile başlanmak üzeredir. Özetle milli tank projesi stratejiktir. Engelleyeni çoktur.” (Okan Müderrisoğlu- Sabah 04/11/2020).
Gelelim diğer gerçeklere.
“Önceki hafta Borsa İstanbul’un Katar Yatırım Otoritesine satılan % 10 luk hissesini TVF (Türkiye Varlık Fonu) geçen yıl Avrupa İmar Kalkınma Bankasından almıştı. Bu anlaşmadan sonra TVF’nun Borsa İstanbul’daki payı % 80,6 ; %10 ortaklığın bedeli ise 200 milyon dolar.
Oysa 2015 yılı Aralık ayında Borsa İstanbul’un hissesi Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasına (EBRD) 122,5 milyon dolara satılmış. Aradaki fark 80 milyon dolar civarında. (Dilek GÜNGÖR 02/11/2020 Sabah)
Bugün bu satışa itiraz edenlerden birisi (Ali BABACAN) Başbakan Yardımcısı iken Nasdaq’a hisse satışı yapılmıştı.
Şimdi; “Varlık Fonu aracılığıyla Katar'a satış mutabakatı anlaşması yapmışlar. İşte size fırsat. Şeffaflık öyle 'Şeffaf olacağız' demekle olmuyor. Haydi, bu satıştan başlayarak, Varlık Fonu'nun bugüne kadar yaptığı iş ve işlemleri şeffaf bir şekilde paylaşın” ifadelerini kullanan Babacan Bakanken içi boşaltılmış Bank Asya’yı Ziraat Bankasına kakalamaya çalışıyordu.
O zaman şeffaflık aklına gelmiyordu.
Yani ABD’ye satış yapılırken iyi, Katar’a yapılırken kötü, ben yaparken iyi sen yaparken kötü öyle mi?...
Cehaletin ve nefretin bu kadarı bünyeye zarar.
Katar Yatırım otoritesi Londra Borsası’nın %10,3 üne sahip.
Aralarında; Almanya, İngiltere, ABD gibi ülkelerin de bulunduğu 40 tan fazla ülkede 400 milyar dolardan fazla yatırımı buluyor.
Katar’ın Maimi, Londra, Paris, Roma gibi birçok şehirde milyarlarca dolarlık menkul ve gayrimenkul yatırımları var..
İngiltere’de 60 milyar sterlin, Almanya’da 20 milyar avro, Rusya’da 11 milyar dolar, ABD’de 9 milyar dolar..
Ama o ülkelerin hiç birisinde Katar’a satılıyoruz diyen bir cahil çıkmadı.
Ayrıca son 18 yılda Türkiye’de en çok yatırım yapan ülke 26 milyar 180 milyon dolarla Hollanda.
Onu 12 milyar 849 milyon dolarla ABD izliyor. Üçüncü sırada 11 milyar 651 milyon dolarla İngiltere, dördüncü sırada 10 milyar 629 milyon dolarla Avusturya ve beşinci sırada10 milyar 165 milyon dolarla Almanya var.
Avrupa’nın nüfusu en az ülkesi Lüksemburg 9 milyar 528 milyonluk yatırımla sekizinci sırada yer alırken, Katar 6 milyar 300 milyon dolarla 17. Sırada yer alıyor. (Fazlı ŞAHAN - 04/11 Yeni Şafak)
Şimdi Türkiye bu ülkelere satılmış mı oluyor?..
Özellikle pandemi sürecinde ekonomileri durgunluktan kurtarmak için bütün dünya yabancı sermaye girişi için çırpınır ve kolaylıklar sağlarken bizim kontrollü beslemeler ve kullanışlı hainler bırakın sıcak parayı yaptırım üstüne yaptırımlar beklerken “şimdi sıcak para girişinin sırası mı diye” dövünüyorlar.
Anlaşılan o ki Pandemi sürecinde ekonomik durgunluk ve hatta çöküşe bağlı olarak iktidarın devrilmesini bekleyenler ülkeye giren sıcak paradan ve elbette artık kendi tankımızı kendimizin üretmesinden sahipleri adına duydukları rahatsızlıkları “ordu satıldı hakaretleri ve Katar Katar satılıyoruz yalanları” ile dışa vurmaya çalışıyorlar.
Zehirlenmiş sosyolojiye bunları yutturabilirler.
Ancak bu tür siyasi mastürbasyonlarla bir yere varılamayacağı, yıllardır bir arpa boyu yol alamamalarından anlaşılıyor.
Demokritos ne güzel söylemiş;
“Yalancılar ve ikiyüzlüler, her şeyi sözle yapan yani hiçbir şey yapmayan kişilerdir”
“Aklın üç belirtisi vardır. İyi düşünmek, iyi söylemek, iyi yapmak.”