İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen ve “Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı-EMAV” isimli gruba yaptırılan adı “Mevlevî mukabelesi” olan programda, Mevlevîliğin yediyüz küsur senelik bütün kurallarının yerle bir edildiği, değerli tarihçi Murat BARDAKÇI’nın aşağıda bir bölümü yer alan yazısıyla kamuoyunun gündemine gelmişti.
“Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlar, sonra Farsça bir “naat” ve bunu güftesi Farsça olan âyin takip eder, bu sırada semâ edilir, semâda sadece erkekler vardır; âyin tamamlanınca Kur’an, ardından da geleneksel “gülbang” okunur ve mukabele bir dua ile sona erer.
Büyükşehir Belediyesi’nin önceki gün düzenlediği mukabelede işte bütün bu kurallar yerle bir edilmişti! Naat ve âyin Türkçeleştirilmiş, Mevlânâ’nın naatı ve Hüseyin Fahreddin Dede’nin güzelim Acemaşiran Âyini tuhaf bir şekle büründürülmüştü, semâzenlerin ve “mutrıb” denen müzisyenlerin arasında kadınlar da vardı, yani meydanda kadın-erkek beraberdi ve üstüne üstlük Kur’an da Türkçe okundu!
Besmele çekmeyi, “Allahuekber” yahut “Lâ ilâhe illâllah” demeyi zül addedenler bu ibârelerin Türkçesini tercih ettiler; “Sadakallahulazîm”i de “Azîm olan Allah ne güzel, ne doğru söyledi” gibisinden bir garabete çevirdiler.
Kendilerine “Mevlânâ Âşıkları” diyen grubun Mevlevî âyinlerini senelerdir böyle komik ve güdük hâle getirdiği zaten bilindiği için resmî müesseseler bunları ciddiye alıp imkân sağlamıyordu. Ama bu imkânı İstanbul Büyükşehir Belediyesi verdi ve ortaya şimdiye kadar eşi-örneği görülmemiş bir tuhaflık, “mukabele” adı altında böyle bir rezalet çıktı.…………….
Bu yazdıklarımı okuyup da meseleyi kadınlarla erkeklerin beraber semâ etmelerine yahut Kur’an’ın veya aslı Farsça olan Mevlevî âyininin Türkçe okunmasına karşı çıktığımı söyleyecek olanlara peşinen söyleyeyim: İnancınız vardır yahut yoktur, bu sizin meselenizdir. Kur’an’ı, ezanı, âyinleri, vesaireyi kendi başınıza veya kendi aranızda canınızın istediği dilde, Arapça, Türkçe, hattâ Japonca, Çince yahut Hotanto lisanında bile okuyabilir; semâ niyetine kadın-erkek hep beraber tepinebilirsiniz. Ama bir “Mevlevî mukabelesi” mevzubahis olduğu takdirde bunun bir “zikir” olduğunu unutmadan yüzlerce senelik geleneklere saygı göstermeniz, hele mukabele resmî bir kurum tarafından düzenlenmiş ise, kuralları itina ile tatbik etmeniz şarttır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Şeb-i Arus’u “Kur’an’ı Türkçe okutma” gibisinden siyasî bir maskaralık hâline getirmesinin ardında iki ihtimal vardır: İlki, Belediye’nin ve Belediye Başkanı’nın bağlı olduğu partinin, inkılâpların sıkı şekilde tatbike çalışıldığı 1930’lara dönme hevesidir! Ezanın memleketin her yerinde, Kur’an’ın da seçmece camilerde Türkçe okutulduğu, yani ibadet dilinin Türkçe yapılmasına çalışıldığı günlerin hasreti...
Ama, bu işi, seksen küsur sene önce deneyen CHP “Türkçe ezan” ile “Türkçe Kur’an” zorlamasının sebep olduğu nefretin izlerini hâlâ silememişken CHP’li bir belediyenin Kur’an’ı Türkçe okutma hevesinin partisine nasıl büyük zarar vereceğini ve seçmenin “Bu adamlar şimdiden böyle yapıyorlar, demek ki iktidar oldukları takdirde Kur’an okutmayacaklar” diyeceğini düşünmeden böyle bir işe kalkışabileceği aklıma pek yatmıyor...
Dolayısı ile, ortada ikinci bir ihtimal mevcuttur: Şeb-i arus programının ihale edileceği grubun kimin nesi olduğuna ve neyi nasıl yaptığına bakılmamış, “Haydi gelin, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde şöyle bir dönün” denmiştir ki, bu da halis-muhlis ciddiyetsizliktir, cehalettir ve geleneklere tecavüzdür!
Ama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi neticede bir şeb-i arus gecesinin ve Mevlevî âyininin tanınmaz hâle getirilmesine âlet olmuş; Kur’an’ı, naatı, salâtı vesaireyi 90 sene sonra Türkçe okutmuş ve bunu sosyal medyadan övünerek ilân etmiştir!
Bu iş İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görevli her kimin marifeti ise, o kişiye şimdi çok ama çok daha önemli bir vazife düşmektedir: İstiklâl Mahkemeleri’ni yeniden kurup ibret-i âlem için şöyle birkaç yüz kişiyi sallandırıvermek” (19.12.2020 Murat Bardakçı/Habertürk)
Sayın BARDAKÇInın yazdığı gerçekler öylesine etkili oldu ki İBB Başkan Danışmanı ve Büyükşehir Belediyesi Sözcüsü Murat Ongun; "Kendine 'Hoca' dedirten biri İBB'nin Şeb-i Arus törenine dil uzattı. Mevlana der ki: İnsan gözdür görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır. Türkiye çok zor günlerden geçerken, milletimiz ekonomik kriz altında ezilirken, iş yerleri bir bir kapanırken bunu perdelemek adına gereksiz polemik yaratma çabası, çaresizliğin resmidir. Biz, milletin acil sorunlarını dert edinmeye, çözümler üretmeye devam edeceğiz. Despotik, baskıcı, yasakçı ithamlarını da muhatabına aynen iade ediyoruz." diyerek Murat Bardakçı’nın ismini anmadan ucuz, uyduruk, bilgi ve ciddiyetten uzak .bir savunma yaptı.
Ne demişti sayın BARDAKÇI?
“Ama bir “Mevlevî mukabelesi” mevzubahis olduğu takdirde bunun bir “zikir” olduğunu unutmadan yüzlerce senelik geleneklere saygı göstermeniz, hele mukabele resmî bir kurum tarafından düzenlenmiş ise, kuralları itina ile tatbik etmeniz şarttır.”
Yukarıdaki ifadelerin neresi yanlış?..
Objektif bir tarihçi titizliği ile dile getirilen ve yerden göğe kadar haklı olan eleştiriye verilen cevap konuyla ilgisi bulunmayan, bilgiden yoksun ucuz bir lümpenlikten öteye geçememiştir.
Fazilet durağında otobüse binen yolcu olmadığı halde binmişler gibi insanları suçlayan ve olmayan hayali görüntüleri izleyip kanları donanların; “insanın gözü neyi görüyorsa değeri o kadardır” nasihatı vermeleri ancak Güldür Güldür’e skeç olacak ucuz bir komedidir.
Gerçekten de ortada bir çaresizlik, bir polemik yaratma, gerçeklerin üstünü örtme çabası, despotik, baskıcı ve yasakçı, ben yaptım oldu diyen köhnemiş bir zihniyet vardır ve Sayın BARDAKÇI tam da suçüstü yakalanan bu zihniyeti ifşa etmiştir.
Sadece Sayın BARDAKÇI değil Ahmet HAKAN da (24/12/2020 Hürriyet) benzer eleştirileri yaparak şunları yazmıştır;
“Dünyaca ünlü neyzenimiz Kudsi Erguner, bu ayinle ilgili şu hükmü veriyor:
“Türkçe Kuran, naat ve ayinin okunduğu bu gösteri, dini, tasavvufi ve Mevlevi geleneklere tamamen aykırıdır.”
Peki kimdir İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin himayesinde düzenlenen ayinin arkasındaki isim? “EMAV–Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı” adlı bir vakıf.
Vakfın kurucusu ve onursal başkanı, kendisini “Hasan Dede” olarak niteleyen Hasan Çıkar. Çıkar’ın 2 yıl önce vefat etmesinin ardından vakfı takipçileri yönetmeye başladı.
Hasan Çıkar’ı en iyi tanıyan isimlerden biri Kudsi Erguner. Ben onun yazdıklarından öğrendim Hasan Çıkar adlı şahsın kim olduğunu. Kudsi Erguner’in kaleminden Hasan Çıkar. Birlikte okuyalım:
“80’li yılların sonunda Sicilya’da Sagesta Antik Tiyatrosu’nda organize ettiğim bir Mevlevi ayini gösterisi için bir postnişin ararken... Nezih Uzel bana Kapalıçarşı’da Üsküp Mevlevihanesi’nden olduğunu iddia eden Hasan Çıkar’a rastladığını ve onun bu görevi üstlenebileceğini telefonla bildirdi.
Nezih’in evinde yapılan ilk provada Hasan Bey’in o güne kadar hiç sema görmediği ortaya çıkmış ve ona ivedilikle Mevlevi ayinin usul ve erkânını öğretmiştik.
Buna o seyahate katılan genç semazenler de şahit olmuştu. Sicilya yolculuğu sırasında...
Bekir Sıtkı Sezgin, Recep Birgit, Hafız Kemal, Yusuf Gebzeli beylerin hazır olduğu bir sohbette. Hasan Çıkar’ın ‘Mevlevilikte namaz yoktur’ benzeri saçmalıklar söylemesi hepimizin yüreğine indirdi. ‘Eyvah! Bu adamı nereden başımıza saldık’ diyerek pişman olduk ve Nezih Uzel’i sorumlu tutarak sitemde bulunduk. İstanbul’a dönüşte Hasan Çıkar’ın Celalettin Çelebi’den hilafet alarak Üsküdar Mevlevihanesi’ne yerleştiğini ve ‘EMAV–Evrensel Mevlânâ Âşıkları’ adıyla bir vakıf kurarak etrafına derviş topladığını duyduk.
Gösteri için ortaya çıkardığımız ve eğittiğimiz adam, bir anda kendisini şeyh ilan etmişti.
Televizyonda rakı sofrasında, uygunsuz bir halde genç bir hanıma sarkıntılık ederken görüntülenen bu zat, bir meclisinde ‘Bizim meclisimizde şeytan yoktur’ diyerek Kuran-ı Kerim kıraatinde euzübesmelenin okunmasını istemeyecek kadar yoldan çıkmıştır.”(Ahmet HAKAN Hürriyet 24/12/2020)
Bu kadar ağır gerçekler insanların suratlarına çarpılınca elbette feleklerini şaşırır ve saçmalamaya başlarlar.
Bunlar yetmediyse biraz da Abdulkadir SELVİ’ye kulak verelim.
“Saf bir tarafım var. Belki anlamını tam bilmiyorlardır diye düşünmüştüm. CHP’li belediye olarak Şeb-i Arus’ta Mevlid-i Şerif okutmuş olalım diye düşünmüş
olabilir demiştim. Ama Ekrem İmamoğlu’nun resmi Twitter hesabında görünce, eleştiriler üzerine Murat Ongun’un açıklamasını takip edince, Türkçe mevlit ve Türkçe Kuran okunmasının sehven yapılmadığı kanaatine vardım.
1- CHP’nin geçmişte Türkçe Kuran ve Türkçe ezan gibi bir sicili var. 1946 seçimlerinden sonra yapılan CHP kurultaylarının ana gündem maddelerinden birini bu tartışma oluşturuyor. CHP ileri gelenleri, “Türkçe ezan ve Türkçe Kuran’dan dolayı halk bizi dinsiz sanıyor, oy vermiyor” diyor. Ekrem İmamoğlu 1946’dan sonra bu işi hatırlatmış oldu ki, siyaseten yanlış.
2- Ekrem İmamoğlu, seçim öncesinde Eyüp Sultan’da Arapça Yasin-i Şerif okudu. Şimdi Türkçe mevlit ve Türkçe Kuran okutulması ise çelişkiye yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği gibi, seçimlerden önce Arapça Yasin, seçimlerden sonra Türkçe Kuran. İmamoğlu’nun samimiyeti sorgulandı” (Hürriyet 24/12/2020).
Yok bu da yeterli değil diyorsanız bir de Uluslararası Mevlana Vakfı’nın sosyal medya üzerinden düzenlediği Dost Meclisi adlı programda konuşan değerli Mutasavvıf Ömer Tuğrul İnançer’i dinleyin.
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yediği halt... Sadece orayla sınırlı kalmamak lazım. Kendilerine Mevlana Aşıkları adı verenleri geçmemek lazım. Niyaz etmesini bilmiyorlar tasdik eder gibi kafa sallanmaz. Teferruatmış bu efendim. Bana doktor kaç numara gözlük takacağımı reçetelendiriyor. Nerede ne şekilde niyaz edileceği bellidir. Selamın nasıl alınacağı bellidir. Semazenler selam alır. Şeyhin önünde niyaz eder. Baş kelime kafa sallamak değildir. Hem baş hem boyun eğilecek. Hiçbirisi niyaz etmeyi bilmiyor. Kadın meselesi… Kadın sikke giymez, kadınlar arakiye giyer. Kadınlar sema edemez daha doğrusu mukabele edemezler. Sema etmek istiyorlarsa sabah namazından sonra yapsınlar. Sonra semazenlerin pozisyonlarında da noksanlık var. Mevlevi ayinleri de resm-i geçittir. Kabiliyeti olan sema eder. Safrasını boşaltamayan sema edemez. Mevleviler dönmez, dönüp dönüp Allah derler.1925’ten önce meydan görmemiş ayini bile okutmazlardı bize. Ayrıca tercüme denen illet… Türkçe ezan Türkçe Kur’an olamaz. Başına Türkçe geldiği zaman ezan ya da Kur’an-ı Kerim olmaz tercüme olur. Eğer lisan bilmek anlamak için yetseydi milyonlarca Arap kuran okuyup hidayete ererdi. Anatomi kitabını okusak doktor olamayız, bunu kabul ediyorsun da Kur’an-ı Kerim’e neden ukalalık ediyorsun. Bu 1925 kanunudur. Çünkü her hususta ilerlediğini iddia eden kanun hala 1925’ten kalma. Bir zamanlar dayatacakları silahlı güçleri vardı. Mevlevi ayini dediğimiz şey en yüce zarafete aittir. Zirveyi zorlamak zırva getirir. Sen sana verilen emaneti çağdaşlaşmak anlamında bozamazsın. Sen kimsin? Çağdaşlaşmanın tarifi ne?”(Yeni Şafak 24/12/2020).
Mesele; iddia ettikleri gibi “Türkiye çok zor günlerden geçerken, milletimiz ekonomik kriz altında ezilirken, iş yerleri bir bir kapanırken bunu perdelemek adına gereksiz polemik yaratma çabası, çaresizliğin resmi” filan değil, düpedüz acısı bugün bile dinmeyen Türkçe ezan ve Türkçe Kur’an dayatmasıyla 1930’lara dönme hevesidir.
Bunu perdelemek için söylenen her söz palavradır zırvadır.
Kimse aklımızla dalga geçmesin.
Arif olan meseleyi anladı, fazla söze gerek yok.
Zaten lafın tamamı aptala söylenirmiş.
Tam da şu Farsça atasözünde ifa edildiği gibi;
“Men çe guyem, tamburam çe guyed”. (Ben ne söylerim, tamburum ne çalar?)
*****
İsviçre'de yaşayan Abdülkadir Aktürk isimli bir müptezel Ağrı Belediyle başkanı Savcı SAYAN’ın öldürülmesi için video mesajı yayınlayarak şu alçakça ifadeleri kullandı:
“Eğer korkak olmasan Savcı Sayan mıdır ne ş..... tekidir elini kolunu elinde de belediye telsizi var. Dolaşıyor. Bir tane babayiğit yav bir taş atın bir taş taş taş taş. Bulun bir taş atın yav. Adam bilsin ki he sağından solundan taş gelebilir. Adam yok bir olay yav.
Şimdi bazı olaylar var. Diyelim gücünüz yetmez. Ulaşamıyorsunuz. Korumaları var. 300 400 tane koruması var. Polistir, komiserdir, emniyet amiridir, içişleri bakanıdır, bakandır, milletvekilidir her neyse. Yani Sayan Savcı nedir yav. Savaş Savcı'yı susturan tahrik olur. Efsane olur. Che Guevara olur. Neden ya. Siz neden bekliyorsunuz. Neye, neye.
Ben 20 -18 yaşındaki gence sesleniyorum. Hı. 18 yaşındasın destan yaz. Efsane ol. Yiyeceğin 20 sene. 38 yaşında 40 sene 40 yaşında tığ gibi delikanlı çıkacaksın. Bundan daha neyi var.
Ben bunu size yolunu gösteriyorum. Ben ben ben ben. Ben söylüyorum. Ben. Susturun birileri çıksın, bunları sustursun. Partiyle alakanız olmasın. Siz partili de olamazsınız.”
Ben hayatımda cinayetin bu kadar özendirildiği bir örneğe tanık olmadım.
Sayın Savcı SAYAN’ın açıklamalarına göre; “HDP'ye yakın değil, tam HDP'li, PKK'lı bir isim. Hem sanatçı(!), hem yönetmen(!) hatta bir iki tane de film yönetmiş.
Yönettiği filmlerden bir tanesinde de yine Kürtleri aşağılıyor, İsviçre'ye göç eden Kürtleri kendi tabiriyle Türkiye'yi suçlu bularak aslında oradaki insanları aşağılamaya yönelik filmlere yönetmenlik yapmış. Adı Abdulkadir AKTÜRK ama o Kadri Zana takma adını kullanıyor. Ben 18 yaşındaki Kürt gençlerinin iş güç sahibi olmaları için uğraş verirken, oradaki insanların daha güzel bir hayat yaşaması için gece gündüz çalışırken, onlar da oradaki Kürt gençlerini öldürmek için çaba veriyorlar, aramızdaki fark bu. Bunların ne kadar büyük Kürt düşmanı olduğunu görüyoruz. Kendileri İsviçre'de, İsveç'te, Almanya'da yaşarlarken, çocuklarını en güzel okullarda okuturlarken, Kürt gençlerini ölüme layık görüyorlar. Asıl buraya bakmak lazım”.
Sayın Savcı SAYAN’ın dediği gibi kendileri lüks içinde yaşayan bu müptezeller Kürt gençlerini cinayete özendiriyorlar. Halkın büyük bir oy çoğunluğu ile seçtiği belediye başkanını öldürünce Che Guevara olacaklarmış.
Bu tehdit HDP’li bir belediye başkanına yapılsaydı ne olurdu? düşünebiliyor musunuz?.
Yer yerinden oynar ABD, AB başta olmak üzere dışarıdaki ve içerideki işbirlikçiler, kinleri boylarından büyük kifayetsiz muhterisler, açıklama üstüne açıklama yaparak devleti suçlar, hakaret ve tehdit ederler, bol bol demokrasi insan hakları ve özgürlük palavrası sıkarlardı.
Görevlerinden uzaklaştırılarak yerlerine kayyum atanan ve yargılama sonucunda haklarında mahkumiyet kararı verilen belediye başkanlarına koşa koşa ziyarete gidip, destek açıklamalarında bulunanların, sadece halkına hizmet ederek, halkın gönlünü kazanarak PKK’nın bölgedeki egemenliğine son verdiği için öldürülmesi istenilen Sayın Sayan’a destek verememeleri utanç vericidir.
Peki şaşırdık mı?
Elbette hayır.
Sonuçta kış kışlığını yapıyor.
Sözde medeni İsviçre böyle bir tehdit karşısında öküzün trene baktığı gibi bakıyor, cinayetten medet umanlara kol kanat geriyor.
Cesaret edemeyecek kadar korkak, akıllarından atamayacak kadar da çaresiz olan şerefsizler kendi yapamayacakları şeyler için başkalarına akıl verirler.
Savcı Sayan kendi ifadesiyle; 18 yaşındaki Kürt gençlerinin iş güç sahibi olmaları için uğraş verirken, oradaki insanların daha güzel bir hayat yaşaması için gece gündüz çalışırken, onlar da kucaklarında kendilerini güvende hissettikleri İsviçre'de, İsveç'te, Almanya'da vs. çocuklarını en güzel okullarda okutup günlerini gün ederek, Kürt gençlerini ölüme, kandilin azgın sübyancı ırz düşmanlarına layık görüyorlar. Aralarındaki fark bu.
Kimler bu farkı görmezden gelerek Kürt gençlerini efsane olacaklarını söyleyerek cinayete teşvik ediyor, Kandil’in haremağalarının uçkuruna teslim ediyorsa cinayetten medet uman zihniyetin suç ortağıdır.