E. YARBAY SELÇUK ÇEVİK
Mustafa Kemal Paşa’nın Çankırı ziyaretini teferruatlı anlatmakta fayda vardır. Çünkü Çankırı, Kurtuluş Savaşının kilit taşlarından biri olduğu gibi, aynı zamanda Atatürk devrimlerinin ve sevgisinin günden güne geliştiği şehirlerden birisi olmuştur. Atamızın gerek karşılanmasında kendisine gösterilen sevgi ve ilgi, gerekse Atamızın Çankırılılara hitaben söylemiş olduğu sözler, bunun bir göstergesidir ve bu ziyaret, kısa bir bilgi ile geçiştirilmemelidir. Mesela en önemli devrimlerden birisi olan “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasının” temeli Atamızın Çankırı’daki konuşmasından sonra hayata geçirilmiştir. Gazi Paşa, Çankırılıların nabzını yoklayarak devrimlerin Anadolu’da göreceği karşılığın bir nevi yoklamasını yapmıştır. Şapka Devrimi için Kastamonu’nun adının anılmasına rağmen bu devrimin başlatıldığı yer Çankırı’dır.
Hani sizin şapkalarınız?
İstiklal Savaşının ve milli mücadelenin kalbi olan Ankara, gerek savaşın idaresinde gerekse cepheye her türlü malzeme ve mücadeleye katılmak için Anadolu’nun her yerinden gelen insanların sevk edilmesinde merkez olmuştu. Elbette Ankara’ya ulaşmak kolay değildi. Karadeniz’de devriye gezen Yunan, İngiliz ve Amerikan gemilerini, karada ise Marmara Bölgesindeki kontrol noktalarını ve hain çetelerin arasından geçmek gerekiyordu. Sonradan adına İstiklal Yolu denilecek olan “İnebolu-Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Ankara “ istikametini takip eden yol en güvenli ulaşımı sağlayacak ve savaşın sonuna kadar da güvenle kullanılacaktır. İşte bu güzergâhta yer alan şehirlere şükran duygularını sunmak ve teşekkür etmek niyetiyle Gazi Paşa, bir yurt gezisi planladı. Cumhuriyetin ilanından sonra hem bu duygularını iletmek hem de sosyal alanda uygulamayı düşündüğü Şapka Devrimini hayata geçirmek için 1925 Ağustosunun ikinci yarısında bu illere gidecektir.
20 Ağustos 1925 Tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın, üç gün sonra yani 23’ünde Çankırı’ya geleceği Çankırı Valiliğine bildirildi. Telgrafta: öğlen yemeğinin Çankırı’da yeneceği, basit bir yemek hazırlanması ve karşılama için herhangi bir tören yapılmaması isteniyordu.
Gezinin yapılacağı günlerde, Çankırı Milletvekili Ahmet Talat (Onay) Bey, seçmenlerle görüşmek üzere tesadüfen, o günlerde nahiye olan Şabanözü’nün Geyikli köyünde bulunmaktaydı. Sonradan anılarını anlatırken “Gazi Paşa’nın yarın Çankırı’ya geleceğini nahiye müdüründen, Vali Cemil Bey’den gelen emir üzerine öğrendik. Sabah gün doğarken Şabanözü’nden Çankırı’ya geldik. Vali ve beraberindekilerle öğlen yemeğinde; keklik, karatavuk ve meşhur bir Çankırı tatlısı olan Çankırı Kadayıfı hazırlattık” diyecektir.
23 Ağustos günü, Çankırı heyetinde; milletvekilleri, Vali Cemil Bey, Belediye Reisi Cemal Bey, Savcı Şevket Bey, Müftü Ata Efendi bulunmaktadır. Heyettekiler, iki eski Ford otomobile binerek Çandır hanında Cumhurbaşkanını beklemeye başlarlar. Gazi Paşa ve heyeti Ankara’dan iki otomobille yola çıkmıştır. Bir arabada kendisi, Kütahya Milletvekili Nuri (Conker), Rize Milletvekili Fuat (Bulca), diğer arabada ise Genel Sekreter Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Yaver Muzaffer (Kılıç), Muhafız Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) ve özel kalemden Lütfi Bey bulunmaktadır. Milletvekili Ahmet Talat (Onay) Bey anlatmaya devam ediyor:
“Çandır Hanında Gazi otomobilden indi. Sırtında gri renkte keten bir kostüm, başlarında da çok yumuşak görünümlü bir panama şapka vardı. Şapkayı çıkararak elimizi sıkarken, Vali Bey de isimlerimizi söylüyordu. Müftü Efendiyi aynı zamanda Halk Partisi Reisi diye takdim edince manalı bir tebessümle:
“Hem müftü, hem parti reisi nasıl olur” diye buyurdular. Bu söz, müftü efendinin siyasi hayatına son vermiştir. Sonra bize dönerek yarı ciddi bir sesle:
“Hani sizin şapkalarınız?” diye sordu.
Hepimiz şaşırmıştık. Ben:
“Şapkayla teşrif buyuracağınızı bilseydik, biz de birer tane tedarik ederdik.” dedim. Güldü v: “Dönüşte hepinizi şapkalı görmek istiyorum” dedi.
Gazi Paşa, hem konuşuyor hem de gözleriyle birisini arıyor gibiydi. Aradığı kişiyi bulamayınca Vali Bey’e:
“Çandırlı Ömer Ağayı göremedim. Kendisi nerededir?” diye sordu.
Ömer Ağa’nın köyde olduğu söylenince derhal çağırtıldı. Ömer Ağa’nın geleceği ana kadar da orada bulunan köylülerle konuştu. Aşar vergisinin kaldırılması sonrasında, köylülerin ne kadar rahatladığını bizzat kendi ağızlarından dinledi.
Ömer Ağa geldi. Sağ elini kalbinin üzerine koyarak Gazi Paşa’yı selamladıktan sonra ellerine sarıldı. Gazi Paşa:
“Nasıl gene mebusları hapsediyor musun?” diye sorarken gülmekteydi. Ömer Ağa’nın vaktiyle yaptığı bir cesur davranış, Gazi Paşa’nın hoşuna gitmişti. O müthiş ve hiç kimseyi unutmayan hafızası ile Ömer Ağayı da unutmamıştı. Gülümseyerek Ağa’ya sarıldı ve Ağa’yı yanaklarından öptü.
Olayın ne olduğunu bilmeyen heyetteki diğer üyelerin şaşkınlıkla birbirlerine baktığını gören Gazi Paşa, Ömer Ağa’ya:
-“Ömer Ağa, anlat bakalım şu senin kahramanlık hikâyesini. Arkadaşlar da öğrensin ne olduğunu.” dedi.
Ömer Ağa kızardı ama emir büyük yerden gelmişti. Çaresiz anlatacaktı:
-“Geçen sene Ankara’dan bir telgraf geldi. Bir kısım mahpuslar köyümüzden, Çandır’dan geçeceğimiş. Ben de köye gelen tüm mahpusları tutukladım. Ama işin aslı onlar mahpus değil, mebuslarmış. Ben mebus değil mahpus anlamışım.”
Ağa sözlerini bitirince, Gazi Paşa dâhil herkes kahkaha ile gülmeye başladı. Onlar güldükçe Ömer Ağa’nın yüzündeki kızarıklık da ensesine kadar yayıldı.
Böylece tatlı bir tebessümle başlayan gezi, Ömer Ağa’nın sözleriyle gülüşerek devam etti. Heyet öğlene doğru Çankırı’ya geçti. Çankırı girişinde kız ve erkek okul öğrencileri, 8’nci Topçu Alayının subay ve erleri, esnaf ve büyük bir halk topluluğu beklemekteydi. İlköğretim müfettişi Tayip Başer,1956’da yayınladığı bir kitapta o anı şöyle anlatır:
“-Gazi Paşa’yı 23 Ağustos günü, şimdiki Halim Bayram’ın alçı fabrikası önünde karşıladık. Esasen İstasyon Köprüsünden alçı fabrikasına giden bu yol Ata’nın gelişi nedeniyle o gün açılmıştı. Yol ve mahallenin olduğu yerler tarla idi.”
Çankırı girişinde Gazi Paşa’nın konvoyu görünür görünmez, kaleden top atışları başladı. Paşa, otomobilinden inerek kendisini bekleyen askeri birliği ve Çankırılıları selamladı. Vali Cemil Bey’in kızı Mualla Hanım, Paşa’ya bir buket çiçek vererek “Hoş Geldiniz” dedi. Halk büyük sevgi gösterisinde bulunuyordu. Çok duygulanan Gazi Paşa, Vali ve belediye başkanına gösterilen yakınlık için teşekkür ederek, kendisi için hazırlanan öğlen yemeğini yemek üzere Kız Ortaokulu’na geçti. Kastamonu’ya gidecek heyet, öğlen yemeğinin hemen ardından 13.30 gibi Çankırı’dan ayrıldı.
Gazi Paşa, bir hafta kadar Kastamonu’da kaldı. Bu arada 30 Ağustos günü Çankırı vekilleri; Ziya, Rıfat, Talat Beyler ve Belediye Başkanı Cemal Bey, Gazi Paşa’nın dönüşte hiç olmazsa bir gece Çankırı’da kalmaları için bir telgraf çekti:
“Hakipay-ı devletlerine yüz sürmek arzusunu tehalükle izhar eden vilayetimiz ahalisinin, zat-ı devletlerini bir gececik olsun aralarında görmek istirhamına muvafakat buyurulması Çankırı tarihi için büyük bir sahife-i müfterihat teşkil ettiğini, halkın sürur ve şükranlarına tercüman olarak arz ederiz.”
Gazi Paşa, kendisine halk adına yapılan bu daveti kabul ederek aynı gün şu cevabı yolladı:
“31 Ağustos 341(1925) günü akşamı Çankırı’ya muvasalat ve geceyi Çankırı’da geçireceğim efendim.
Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal”
Davet kabul edilmiştir ama şimdi Gazi’nin nerede yatırılacağı, yemekte nelerin ikram edileceği gibi meseleler ortaya çıkmıştır. O gün Çankırı’da yaşanan telaşı gene milletvekili olan Talat Onay Bey’in anılarından okuyalım:
“Mektebin (Bugünkü Güzel Sanatlar Lisesi) bir odası Kuşçubaşının gelini olan hanım tarafından süslendi. Tenekeci İsmail Usta’ya bir banyo teknesi yaptırdık. Hastanenin büyük semaverini getirterek yanına bir kazan soğuk su koyduk. Böylece derme çatma da olsa bir banyo takımı oluşturduk.
” Gazi Paşa, 31 Ağustos akşamına doğru saat beşte Çankırı’ya geldi. Onu ilk karşıladığımız yer Ilgaz Dağı tepesinde ki karakoldu (Bugünkü Derbent). Sonra biraz dinlenme ve yemek için kısa bir mola verildi. Yemek için Kastamonu heyeti tarafından verilen yemek ortaya konunca biz de dağda yaylaya çıkanların bize verdiği bir bakraç yoğurdu çıkarttık. Yoğurdun üzerine yufka ekmeği serildiği için yoğurdun üzerinde yanmış un kalıntıları dökülmüş ve kirli bir görüntü oluşmuştu. Bakracın dışı da kıpkızıldı. Atatürk’e yoğurttan almasını rica ettim. Yoğurdun görüntüsünden pek istemeyerek ama beni de kırmamak için yarım kaşık kadar alarak ağzına götürdü ve bana, üstteki tozların ne olduğunu sordu:
-“Yufka ekmeğinin kavrulmuş un döküntüsü Paşam” dedim.
Bu defa bakraçtan dolu bir kaşık alarak ağzına götürdü, yüzü güldü. Yanında oturan Nuri Bey’e (Conker) dönerek:
-“ Nuri yoğurt enfes.” dedi ve onun da yemesi için teşvik etti.
Yemek molası bitince kafile tekrar yola dizildi. Saat 14.30 gibi Ilgaz’ın yakınındaki İnköy’de dükkânını kapatıp gelen Ilgazlıları ve toplanan köylüleri görünce, kafileyi durdurarak araban indi. Karşılamaya gelenlerle birlikte olan Tosya Kaymakamı Aziz Beyle, diğer halkı selamladı, hatırlarını sordu. Şehre girdiğimizde saat 18.30 olmuştu. Şehire girerken gene öğrenciler, öğretmenler, memurlar ve esnaf tarafından karşılandı. Gazi’yi karşılayan herkesin başı açıktı. Heyet hükümet binasına doğru ilerlemeye başladı.(Şimdilerde burası müze olarak kullanılmaktadır.) Halk: ”Yaşa öksüzler, yetimler babası, çok yaşa.” sözleriyle bağırıyordu. Vilayet binasında biraz dinlenilir. Bu arada Çorum İskilip’ten gelen bir heyeti kabul eder. Bu heyeti kabulü esnasında tekke ve zaviyeler ile kıyafet konusuna değinerek yapılacak devrimlerle ilgili çıkacak kanunların sebeplerini açıklar. Bu sözler, tarihe geçmesi bakımından çok önemlidir. Sosyal alandaki bu yeniliklerin meşalesi bu sözlerle Çankırı’da yakılmıştır.
Biraz sonra aşağıda okuyacağınız konuşmadan üç ay sonra 30 Kasım 1925’de yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlık gibi Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile tekke ve zaviyeler ile türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve bazı unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını yasakladığı gibi bu unvanlarla ilgili elbise ve alametlerin giyilmesini de yasaklamıştır.
Gazi Paşa’nın kıyafet konusunda ki konuşması:
“Kıyafetin medeni bir şekilde giyilmesi için kanun lazım değildir. Millet karar verir, gereğini yapar. Yalnız bir Diyanet İşleri Riyaseti (Başkanlığı) ile buna mensup müftü, imam ve hatipler vardır. Bu sınıfa ait kıyafeti tanırız. Bu işlerle ilgili olmayıp hariçte kalanların bu kıyafetleri giymesi de doğru değildir. Memurlar ve mebuslar kıyafetleri ile halka rehber olmalıdır.”
Tekke ve Zaviyelerle ilgili olarak konuşması:
“Tekkeler derhal kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her kurumuyla doğru yolu bulacak kudrete sahiptir. Hiç birimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz, medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Dalalete (Sapkınlığa) düşmüşlerin gayesi halkı cahil, aklını kullanmayan, aptal kişiler yapmaktır. Hâlbuki halkımız, böyle olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit konular gibi görünebilir ama çok önemlidir. Biz cihan ailesi içinde medeniyiz. Her koşulda medeniyetin icabını tatbik edeceğiz.”
Bu konuşmalardan sonra Mustafa Kemal Paşa, hükümet binasında bütün memurları kabul ederek hepsine tek tek sorular sordu, verdikleri cevapları dikkatle dinledi.
Sıhhiye Müdürüne: ”Sıhhi durum nasıldır?”
Hastane Müdürüne:” Çok hasta var mıdır?”
Matbaa Müdürüne:” Yayınınız var mı? Kaç gazete çıkıyor?”
Orta Bucağı Müdürüne :”Hasat durumu nasıldır? Bir’e kaç alıyorsunuz?” sorusuna verilen, bir’e dört buçuk cevabı üzerine :”Çok az” diye söylendi.
Tekel Müdürü Şahap Bey’e: Çok tütün harcanıyor mu? Burada tütün ekiliyor mu? Toprak elverişli midir? İyi tütün yetiştirilebilir mi? sorularını sordu.
Mustafa Kemal Paşa, hükümet binasından ayrıldıktan sonra, halkın alkışları arasında dinlenmek için Çankırı Orta Okuluna gitti. Burada Türk Ocağı Başkanı Tahsin Nahit (Uygur) kendisine hitaben uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın ana hatlarıyla özeti şöyleydi:
“ Aziz Atam; Seni duygulandıran, heyecanlandıran kardeşlik bağını bu günde yaşıyor ve seni çok seviyoruz. Senin fikirlerine itimat ediyor, yaşatıyoruz. Bu itimadımız o kadar yüksek ve sınırsız ki, işaret ettiğin her hedefe bütün mevcudiyetimizle çekinmeden, korkmadan yürüyoruz. Vicdani ve milli görevlerinizde devam etmek için muhtaç olduğumuz kuvvet ve selahiyeti senin ülkülerinden alıyoruz. Bu nedenle bahtiyarlığımızı yüksek sesle ifade ediyoruz. Yaşasın Cumhuriyet!”
Mustafa Kemal Paşa, konuşmayı dinledikten sonra kısa bir süre durakladı. Bu güzel ve heyecanlandıran konuşmaya teşekkür ve şükranlarını kapsayan bir cevap düşündü:
“Sevgili Kardeşler!
Beni hislendirmek ve heyecanlandırmak için ne güzel bir kardeşi aracı ettiniz. Buradaki isabetinizi tebrik ederim.
Çok derin ve samimi duygularınıza teşekkür ederim. Beni çok sevdiğiniz, çok güvendiğinizi, işaret ettiğim hedeflere bütün varlığınızla yürüyeceğinizi söylüyorsunuz. Benim buna verebileceğim cevap şudur ki: Ben bu güven ve saygıya hak kazanacak başarılar göstermişsem, bu sizlerin sayesinde olmuştur. Güveninize yürekten inanarak, milli görevimde muhtaç olduğum gücü ve yetkiyi sizden alıyor, sizde buluyorum. Bahtiyarlığımı Çankırı’nın sevgili halkının karşısında yüksek sesle ifade ediyorum.”
Çankırılıların Ata’ya duyduğu sevgi ve güveni ifade eden kelimeler, Ata’nın cevabıyla mühürlenmiş ve karşılıklı olarak halk ve Ata sevgisi mühürlenmiştir. Konuşmadan sonra Gazi Paşa, istirahat için kendisine ayrılan odaya geçer. Oda’ya kadar milletvekilleri ve diğer yetkililerde kendisine eşlik eder. Herkeste bir endişe vardır. Acaba Paşa odayı beğenecek midir, bir kusur var mıdır? Zamanın imkânlarıyla herkes elinden geleni yapmıştır ama gene de odanın döşenmesi, böyle büyük bir insana layık olamayacak kadar sadedir. Bu beklentiyle herkes Gazi Paşanın yüzüne endişeyle ve merakla bakmaktadır. Oysa Mustafa Kemal Paşa odaya göz attıktan sonra yetkililere döner ve onlara hiç birinin beklemediği yerden bir soru sorar :
-“Hani sizin smokinleriniz?”
Belediye Reisi Cemal Bey, üzerinde ki açık renk elbisesini göstererek:
-“Bu elbiseyi ilk kez sizin şerefinize giydim Paşam” der.
Bu söz üzerine Mustafa Kemal Paşa:
-“Efendi, böyle ziyafetlere açık renk elbise ile gelinmez. Bu medeni insanlara yakışmaz ”der. Sonra Talat Bey’e dönerek ona da aynı soruyu sorar. Talat Bey:
-“Çankırı’ya bir gece için geleceğinizi geç öğrendik. Smokin yaptırmak imkânı bulamadık. Siyah olduğu için bu kıyafetle geldim. Bu kadarlık kabahatimizi mazur göreceğinizi umut ediyorum.” cevabını verir.
Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek cevap verir:
-“Mazursunuz.”
Aslında Mustafa Kemal Paşa, ortamın fakirlik ve imkânsızlığını görmektedir. Onun amacı kısa bir an içinde bile olsa öğretmenlik sıfatını kullanarak, bu dürüst ve sevgi dolu insanlara medeni bir kural öğretmek istemektir. Çünkü: medeniyete geçişin beklemeye tahammülü yoktur ve bu konuda medeni dünyanın zaten çok gerisinde kalınmıştır.
O akşam ve yemekte yaşananları, milletvekili Ahmet Talat Onay’ın anılarıyla devam ediyoruz anlatıma:
“Ankara’dan buz, meze, rakı ve biraların gelmesini bekliyorduk. Zamanında yetişmezse mahcup olacaktık. Ankara’dan gelecek arabanın Tüney yakınlarında arıza yaptığı haberini aldık. Hemen yola bir araba çıkartarak malzemenin oradan alınmasını sağladık. Yemek vakti yaklaşmıştı. Yorgunluk kahvesi için Ata’ya yaklaşarak:
-“Paşam, imkânlarımız az olduğu için sizi ağırlayacak hazırlıklarda bulunamadık. Alelacele bir banyo yaptırdık. Yıkanırsanız rahat edersiniz” dedim. Gözleri parlayarak hemen banyoyu görmek istedi. Semaveri ve tekneyi gördü. Isıtılması için bekleyen kazanı görünce kahkaha ile güldü ve Nuri (Conker) Bey’e hitap ederek:
-“Nuri, banyo da var. Ben hemen gireceğim” diyerek banyoya girdi. Bir saat içerisinde Nuri, Fuat, Tevfik ve Rusuhi Beyler de banyo yaptılar. Böylece hem misafirler rahatlamışlardı, hem de Ankara’dan gelecek malzemenin yetişmesi için zaman kazandığımızdan biz rahatlamıştık…
...Sofrada tabaklar içinde buzu görünce, nereden geldiğini sordu. Ankara’dan cevabını alınca bir an düşünür gibi oldu. ”Hayli mesafeden, bin zahmetle” dedi. Bu sırada, âmâ (Kör) Kemani Hasan, nihavent makamında bir taksim yapıyordu. Kemani ile ilgili olarak “Mühim ve sanatkâr adam” dedi.
Nurettin Ünen 1946 yılında Çanakkale’den 8’nci dönem milletvekili olarak meclise girmiş bir siyasetçi. Aynı zamanda yazar. Basılmış siyasi ve tarih içerikli kitapları var. Nurettin Ünen’in konumuzla alakasına gelecek olursak: Mustafa Kemal Paşa’nın Çankırı’ya geldiği günlerde kendisi öğretmen okulu öğrencisi ve yaz tatilini geçirmek için Çankırı’da bulunuyor. 30 Nisan 1980 tarihli Parlamento dergisinde bir yazısı yayınlandı. “Tarihten Korkan Adam” isimli yazısında Mustafa Kemal Paşa’nın o akşamki Çankırı gezisinde yaşadıklarını anlatmış. Gelin şimdi o anıya bir göz atalım:
“Bir gün Vali Cemil Bey beni çağırdı. Gazi gelecek, akşam yemeğinde ud çalacaksın dedi. Atatürk’ü yakından göreceğim için çok sevindim. Ama içimde de bir korku oluştu. O tarihlerde gayet güzel ud ve alafranga keman çalıyordum. Ama tüm cesaretimi yitirdim ve şöyle düşündüm: “En değerli müzisyenlere alışmış insan beni dinler mi?” Bulamasınlar diye şehrin dışındaki bir kır kahvesine kaçtım ama polisler beni buldu ve yaka paça götürdüler. Salonda uzun bir yemek masası vardı ve en başta Atatürk oturuyordu. Biz üç müzisyen masaya paralel olarak oturtulduk. Benimle Gazi Paşa’nın arasında yarım metre mesafe vardı. Konuşulanları rahatlıkla duyabiliyordum. Yanımda gayet güzel ama pratik keman çalan gözleri görmeyen Hasan Efendi, onun yanında da kanuni olarak Özel İdare Müdürü Cevat Bey vardı. Atatürk çok yavaş sesle konuşuyordu. Üstünlük kompleksli insanlar yüksek sesle konuşurlar bu nedenle gözümde daha da büyümüştü. Çok sigara içiyordu. Bize işaret edince çalmaya başladık. İlk şarkımız “Bir meleksin, Nur’a gark olmuşsun” idi. Gayet yavaş bir sesle ve hiç falso yapmadan şarkıya katılmaya başladı. Hâlâ korkaklığımı üzerimden atamamıştım. Eliyle mızrapla vurur gibi işaret ederek daha canlı vurmamı istedi. Bir ara, kanuni Cevat Bey’i yanına çağırarak sordu:
-“Siz bu şarkıyı duyarak, hissederek mi söylüyorsunuz?”
-“Evet”
-“Hayır! Hissederek söyleseydiniz avaz avaz bağırmazdınız.”
Gazi Paşa, beğenmediği bir şeyi “Hayır” diye başlayarak eleştirirdi.
Haklıydı. Cevat Bey, ciyak ciyak bağırıyordu. Sonradan öğrendiğime göre Vali Bey’e, benim Avrupa’da müzik öğrenimi yapmamı emretmiş. Fakat annem, beceriksiz olduğumu düşündüğünden bunu kabul etmemişti. Ben, bütün dikkatimle Mustafa Kemal Paşa’yı dinliyordum. Bu arada halk, dışarıda meşaleler yakarak durmadan
“Yaşa Gazi Paşa” diye bağırıyordu. Gazi Paşa, Vali’ye sordu:
-“Halk beni neden alkışlıyor?”
-“Cumhurbaşkanımızsınız efendim.”
-“Hayır. Bu halk beni vatan kahramanı olarak alkışlıyor. Daha cumhuriyetin ne olduğunu bilmeyenler var. İstanbul’da bir padişahın oturduğunu sananlar var.”
Hayret ettim. Gerçek bu idi. Halk psikolojisini böylesine kavrayan, ne kendini ne de başkasını aldatan bir başka devlet adamına rastlamadım.”
Ahmet Talat (Onay)’ın anılarından devam ediyoruz: “Şair Nedim’in tabiri ile neşeler güneş gibi tulu etmeye başlamıştı.(Ortamın keyifli ve neşeli olduğunu vurguluyor). Bir ara ben:
-“Paşam, bunca seyahat ettiniz. Her gittiğiniz yerde bir özellik görmüşsünüzdür. Çankırı’da ne gördünüz?” Mustafa Kemal Paşa, hiç düşünmeden cevap verdi:
-“İncelik.”
Herkes merakla Paşamızın yüzüne baktı. Kendisine baktığımızı görünce şu açıklamayı yaptı:
-“Kastamonu’da benim için mobilya getirmişler. Hâlbuki oturmak için kuru bir sandalye yeterli. İnebolu’da banyo teknesi getirmişlerdi ama termosifon yoktu. Onların denizden ulaşımı var. Sizin ise denize ve trene mesafeniz
Gazi Paşa bir ara şu soruyu sordu:
-“Ben artık cumhurbaşkanlığından çekilmek ve parti başkanı olarak çalışmak istiyorum. Siz ne dersiniz?” Bu soruyu sorarken teker teker yüzlerimize bakıyordu. Bu nedenle herkes sorunun kendisine sorulduğunu zannetti ve şaşkınlık içerisine düştü. Rahmetli Rıfat Bey’de (Milletvekili Mehmet Rıfat Ünür) böyle sanarak ve sonunu hiç düşünmeden:
-“Muvafık (uygun) efendim” deyiverdi.
Atatürk’ün yüzündeki yumuşak ifade birdenbire siliniverdi ve Rıfat Bey’e sert bir bakış attı. Sonra merhum Ziya Bey’e (Milletvekili Yusuf Ziya İsfendiyaroğlu) döndü ve onun vereceği cevabı bekledi. Ziya Bey:“Efendimiz bilir” diye yuvarlak bir cevap vererek işin içinden sıyrılıverdi. Sınav sırası bana gelmişti:
-“Henüz göreviniz bitmemiştir. İnkılaplar tamam olmamıştır. Tamam olunca, biz size ‘ Yeter artık, çekil ve artık dinlen’ deriz. İnkılaplar yarım bırakılamaz.” dedim.
Gülümsedi.” Zaten ben de bunun için bırakmak istemiyorum” dedi. Amacı çevresindekilerin ne düşündüğünü yoklamaktı.
Gece boyu Çankırı fener alayı ve donatılan fenerlerle pırıl pırıldı. Havai fişekler de atılınca ortalık gündüz yeri gibi aydınlanıyordu. Nihayet yemekler yenilip konuşmalar sona erince heyet uyumak için odalarına çekildi. Mustafa Kemal Paşa’nın odasına okuması için 4 adet kitap konmuştu. Kitaplar Türk Ocağı Başkanı Tahsin Nahit Uygur Bey tarafından özenle seçilmişti. Kitaplar: Şemsettin Günaltay’ın “Zulmettin Nura ve Hurafattan Hakikata” isimli eserleri ile Tevfik Fikret’in “Haluk’un Defteri” ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Demokrasi” ismiyle Etienne Vacherot’dan Türkçe’ye çevirdiği kitapları idi. Sabah Mustafa Kemal Paşa, valiye kitapları kimin seçtiğini soracak ve seçim nedeniyle Tahsin Nahit Bey’e teşekkür edecektir.
Paşa 1 Eylül 1925 Salı sabahı saat
“Memleketimizin müdafaa vesaitinin temini zımnında gösterilen alakadan mütehassıs oldum. Selamımın Çankırı’nın muhterem halkına iblağını rica ederim.
Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal”
23 Ağustos 1925 günü, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Çankırı’ya gelişi, o günden bu tarafa Çankırı Kalesinden yapılan üç pare top atışıyla ve çeşitli etkinliklerle “Gaziler Günü “ olarak kutlanmaktadır. Gene aynı gün Çankırı’dan bir heyet Anıtkabir’i ziyaret ederek Atasına bağlılık sözlerinin arkasında olduklarını Çankırı halkı adına kendisine iletmektedir.
[1] Bu konunun anlatımında Çankırı Belediyesi’nin Kültür Yayınlarından, “Arşiv Belgelerine Göre Atatürk’ün Çankırı Gezisi” isimli Yrd. Doç. Dr. Yüksel Özgen’e ait araştırma yazısından ve Bahattin Ayhan’ın “Çankırı Tarih-Kültür-Turizm yazı dizisi-1” isimli kitabından istifade edilmiştir.
Kaynaklarda Atatürk olarak geçen soyadı ise Mustafa Kemal Paşa’nın o tarihte henüz Atatürk soyadını almadığı için Gazi Paşa olarak değiştirilmiştir.