Yüce Rabbimiz insanı en güzel surette, değerli bir varlık olarak yaratmıştır. Bir ailede anne babadan dünyaya gelen insan, doğumundan ölümüne bir toplum ve çevre içerisinde yaşamaktadır. İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanın hak ve sorumlulukları vardır.
Hak, sözlükte “gerçek, sâbit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakînen muttali olmak, varlığı kesin olan şey” anlamlarına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de 247 yerde geçen hak kelimesi âyetlerin çoğunda bâtılın zıddı olarak kullanılmıştır. Kur’an’da, hadislerde ve diğer İslâmî kaynaklarda hak kelimesi “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddî veya mânevî imkân, pay, eşya ve menfaatler; görev, sorumluluk, borç” gibi anlamlarda da kullanılmıştır. (Bkz. Mustafa Çağrıcı,”Hak”, DİA, XV, 137-138)“Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rum, 30/38) ayeti kerimesi de bu haklardan bir kısmını haber vermektedir.
Haklar genel olarak Allah’ın hakları ve kulların hakları olarak iki ana bölümde ele alınsa da, bunu genişleterek, her varlığın insan üzerinde hakkı vardır şeklinde özetlemek mümkündür. Biliyoruz ki toprak, hava, su, ağaç, hayvanlar, nebatat, şehirler vb. içinde yaşadığımız evrene karşı hak ve sorumluluklarımız var. Allah Resulü (s.a.s.) “Yolun hakkını veriniz” buyurmuştur. Sahabe “Ey Allah'ın Resulü yolun hakkı nedir?” diye sormuşlar. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de: “(Bakılması helâl olmayan şeylere karşı) gözleri kapamak, (gelip geçenleri) rahatsız etmekten sakınmak, selâm almak, iyiliğe çağırıp, kötülükten sakındırmaktır.” (Buhârî, İsti’zan, 2) buyurmuştur. Bize verilen her nimetin, sahip olduklarımızın ve yaptığımız her işin hakkını vermek gerekir. Allah (c.c.) “Şüphesiz Yüce Allah her hak sahibine hakkını vermiştir." (Tirmizi, Vesaya, 5) buyurmuştu.
Allah’ın hakkı, Cenab-ı Hakk’a iman, itaattir. Hadis-i şerifte bu husus şu şekilde özetlenmiştir: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleri; kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır.” (Müslim, İman, 4; İbn Hanbel, V, 239)
Kul hakkı ise çok geniş bir kavramdır. Kul hakkını mahlukat (yaratılan, varlık) hakkı olarak ele almak daha güzel olacaktır. Zira çevrenin, suyun, havanın bizde bir hakkı vardır. Varlık içerisinde elbette insan özeldir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu gerçeği şöyle ifade buyurmuşlardır: “(Ey Kâbe!) Ne kadar hoşsun, kokun ne kadar da güzel! Şânın, hürmetin ne kadar da yüce! Ama, canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, canıyla müminin hürmeti (dokunulmazlığı) senin hürmetinden daha büyüktür! ” (İbn Mâce, Fiten, 2)
Vücudun, insan üzerinde hakkı vardır. Dili, dini, ırkı, rengi, statüsü ne olursa olsun her insanın yaşama, iffetini, namusunu koruma, vücudun, aklın muhafazası gibi sahip olduğu haklar, İslam dini tarafından garanti altına alınmıştır. Bu hakların ihlali yasaklanmıştır. Bu maksatla cinayet, intihar haramdır. Bir insan bilerek sağlığını tehlikeye atamaz, bedenine zarar veremez. Hz. Peygamber (s.a.s.) Veda Hutbesi’nde, “(Ey insanlar!) Bu (Zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde, bu (arefe) gününüz nasıl saygın ise, canlarınız, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (şeref ve namuslarınız) da aynı şekilde saygın (dokunulmaz) dır.” (Buhârî, İlim 9, 37) buyurmuştu.
Sahabiden Abdullah b. Amr devamlı gündüzleri oruç tutuyor, gecelerini de namaz kılarak geçiriyordu. Bu hal, yaşam içerisinde bir takım diğer sorumlulukların aksamasına sebep olmakta idi. Bu durumdan haberdar olan Allah Resulü (s.a.s.): “Ey Abdullah, duydum ki gündüzleri oruç tutup geceleri sürekli namaz kılıyormuşsun. Aman böyle yapma. Çünkü bedeninin senin üzerinde hakkı vardır, gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır ve eşinin, ailenin de senin üzerinde hakkı var...” (Müslim, Sıyâm, 186)
Sahabenin yaşadığı bu olay her dönemdeki müslümanlar için modeldir. Ölçülü bir hayat yaşamalıyız. Bize en yakın olan ailemizin, eşimizin ve çocuklarımızın bizim üzerimizde hakları olduğunu unutmamalıyız. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim, 66/6) ayet-i kerimesi bu sorumluluğu bize bir daha hatırlatıyor. Resul-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz de “Bakmakla yükümlü olduğu kişileri (sorumluluklarını yerine getirmeyerek) zayi etmesi kişiye günah olarak yeter” (Ebu Davud, Zekat, 45) buyurarak anne ve babalara bu konuda ne kadar büyük görevler düştüğüne dikkat çekmiştir. Bir anne ve baba sadece çocuğunu yedirmek ve giydirmekle sorumluluktan kurtulamaz. Çocuğu terbiye etmek, güzel ahlakı kazandırmak, iyi bir insan ve iyi bir müslüman olması için Kur’an ve sünnetin gösterdiği istikamette yetiştirmek anne babanın görevidir. Çocuklarımıza geride bırakacağımız en güzel hediye ve miras onların ahlaklı, terbiyeli ve edepli olarak yetiştirmektir. Kutlu Nebi (s.a.s.) “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizi, Birr, 33, İbn Hanbel, IV, 77) buyurmuştur