01 Eylül 2019 Pazar günü Hicrî 1441 yılına girdik. Hicri takvim, ayın dünya etrafındaki bir dolanımı sırasında görülen büyüyüp küçülme sürecine, hareketlerine göre hesaplanmaktadır. Bir ay yirmi dokuz yahut otuz gün, bir yıl da 354 veya 355 gündür. Oruç, hac, zekat, kurban ibadetlerini uygulama vakti, Ramazan, Kurban bayramları, Kadir gecesi gibi önemli günlerin tespiti hicri takvime göre belirlenmektedir.
İslam tarihinde, takvim düzenlemesi ilk defa Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında yapıldı. Cahiliye döneminde Araplar zilhiccenin ayından sonra gelen muharrem ayının yerini değiştirmek ve ilave yapmak suretiyle kamerî (ay) takvimini şemsî (güneş) takvimine uyarlamışlardı. Bu şekilde hac ibadetini bahar aylarına sabitlemişlerdi. Veda haccı öncesinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu uygulamaya son vermişti. Veda haccını ayların aslî zaman dilimine döndüğü zamanda yapmıştı.
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) vefatından altı yıl sonra (M. 638) Hz. Ömer'in (r.a.) hilafeti zamanında hicri takvim uygulamasına geçildi. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Medine'ye hicreti takvimin başlangıcı, Muharrem ayı da ilk ay olarak kabul edildi.
Ömür sermayesinden koca bir hicrî yılı daha geride bıraktık. 1440 hicrî yıl sona erdi. “İnsanların çoğunun gafil olduğu iki nimet vardır: Sağlık ve boş zaman.” (Buharî, Rikâk,1) Hadis-i şerifi vakti değerlendirme noktasında insanın aldandığını hatırlatmaktadır. İnsan, zamanı bilinçli kullanmanın önemini kavrayamamış, idrak edememiştir. Lüzumsuz ve gereksiz şeyler peşinde bazen günler, aylar, yıllar geçebilmektedir. Dünyada verilen sürenin hiç bitmeyeceği, bir gün yolun sonunun geleceği düşünülmemektedir. Hadisi şerifte bu husus şöyle hatırlatılmaktadır: “Âdemoğlu büyürken iki şeyde büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (dileği).” (Buharî, Rikâk, 5)
Bir diğer hadisi şerifte “İnsanoğlu kıyamet günü beş şeyden; ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp, nereye harcadığından, öğrendiği bilgileri yaşayıp yaşamadığından hesaba çekilmedikçe hiçbir tarafa hareket etmeyecektir.” (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 1) buyurmuştu Allah Resulü (s.a.s.). Ömrümüz ve onun içerisinde gençliğimiz… “Nasıl ve nerede geçti?” Kaç yıl yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız. Zaman, avucumuz arasından akan kum taneleri gibi akıp gidiyor. Geri getirilmesi ise mümkün değil.
Dönüşü olmayan bir yolda ilerliyoruz. Herkesin yolu bir yerde ayrı, bir yerde aynı. Yolcuyuz ama yolcu olduğumuzun farkında değiliz. Bazen kabullenemiyoruz. Ama yürüyoruz bir yolda. Ömrü kaderinde mukadder olan insan, vakti değerlendirmezse gençliği de ömrü de bir gün bitecektir.
Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek. Yarın için ne hazırladığına dönüp bakmak. Keşke dememek, pişman olmamak için yaptıklarını ve yapmadıklarını gözden geçirmek. Kendine verilen emanetleri ve mesuliyetini hatırlamak. Yolunu, yol arkadaşlarını iyi seçmek. Yoldaki azığını helalinden temin etmek. Dünyada garip yahut bir yolcu gibi olmak. Akşamın işini sabaha, sabahın işini akşama ertelememek.
İşte 1440 hicrî yılı geride bırakırken iç dünyamızda, kendimize sormamız gereken sorular olmalı elbette. Bu soruların cevabını sorarken nefsimize, Asr suresini tekrar hatırlayalım.
“1-2. And olsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. 3. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir)” (Asr, 103/1-2-3) Her asırda her insan zarardadır. Allah’a iman eden, salih amel işleyen, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler zarardan kurtulanlardır.
Hicrî 1441 yılının ülkemiz ve alemi İslam’ın hayrına, vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyoruz.