İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?
Yunus Emre
İnsan kendini ne kadar tanıyor? Özünü, varlık sebebini, kim olduğunu biliyor mu? Nereden gelip, nereye gittiğini? Bir görevinin, sorumluluğunun olup olmadığının farkında mı insan? Kimdir insan?
“Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum.” (Kehf, 18/51) buyuruyor Yüce Yaratan. O halde bu hususta en doğru bilgi, vahiyle olacaktır. Kendi doğumunu bilmeyen insan, Dünyanın, evrenin, ilk insanın nasıl yaratıldığını bilebilir mi? Allah-u Teâlâ insanı yaratmadan önce: “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti…” (Bakara, 2/30) Cenab-ı Hakk, insanı halife olarak nitelendiriyor. Halife, “Bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” anlamındadır. İbn Mesud ve bazı âlimlere göre Hz. Âdem ve insan yeryüzüne hükmettiği için Allah’ın halifesi olmuştur. (Süleyman Uludağ, “Halife”, DİA, XV, 299) Aynı zamanda bu ayet insanın kapasitenin büyüklüğünü ve sorumluluğunu hatırlatmaktadır.
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 95/4)
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldı.” (İsra, 17/70)
“Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.” (Sa’d, 38/72)
İnsanın yaratılışı ile ilgili ayetlerden, yaratılışının özel olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ, hiçbir varlığı bu şekilde anlatmıyor. Melekler, cinler, Şeytan ve diğer varlıklar hakkında böyle bir değer ve övgüyle bahsetmiyor. Yaratılışı en güzel, mükerrem, Allah-u Teâlâ’nın kendi yarattığı, ruhundan üflediği, eşrefi mahlûk olan insandır. İnsanın bu şeref ve değeri Allah’ın (c.c.) bir lütfudur. İnsan özünde büyük bir âlem saklı iken, kendini değersiz sanmaktadır. Hâlbuki o, halife, mahkukatın gözbebeğidir. Şeyh Galib’in ifadesiyle:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen (Kendine güzelce bak ki, âlemin özü sensin)
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen (Sen varlığın gözünün bebeği olan âdemsin)
İnsan, Arapça ins kelimesinden türetilmiştir. “Beşer, insan topluluğu” anlamına gelen ins, insan türünü ifade etmekte olup, kelimenin aslının “unutmak” mânasındaki “nesiye”den olduğu da ileri sürülmüştür. Böyle düşünenler İbn Abbas’a nisbet edilen, “İnsan ahdini unutması sebebiyle bu ismi almıştır” şeklindeki rivayete dayanırlar. Bir başka görüşte insan, “üns” kelimesinden türetilmiştir “Alışmak, cana yakın olma, uyum sağlamak” anlamına gelen üns Türkçe’de ünsiyet olarak kullanılmaktadır.(İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA, XXII, 320-321)
İmam-ı Gazzali insanı “Nutk sahibi (konuşan, düşünen), ölen bir canlı” olarak tarif ediyor. (Gürbüz Deniz, Anlam ve Varlık Boyutuyla İnsan, Ankara 2015, 22) İnsanın dünyadaki varlığı sınırlıdır, sonsuz değildir. Ruh bedenden ayrılmakla, yani ölümle bu dünyadaki bağını koparmakta, ebedî hayata doğru yol almaktadır. İster unutmak anlamında “nesiye” isterse cana yakın olma anlamında “üns” kelimesinden gelsin her iki özellik insanda vardır. Bunun dışında insanın özellikleri:
İnsanın hırsları, dünyaya düşkünlüğü, bencilliği, inatçılığı, nankörlüğü, cimriliği, böbürlenmesi, inkârcılığı, tahammülsüzlüğü, aceleciliği, sabırsızlığı, açgözlülüğü, zalimliği, cahilliği vb. zaafları vardır. İnsan bu zaaflarıyla, kötülüğü emreden nefsinin ve apaçık düşmanı şeytanın tuzağına düşebilmektedir. Şah damarından daha yakın Rabbine karşı gafil olmakta, mesuliyetini unutabilmektedir. İnsanın bu zayıf noktalarını, eksik yönlerini düzeltmesi; kanaatkâr, şükür sahibi, sabırlı, cömert, mütevazı, diğerkâm, iffetli, vakarlı vb. ahlakî özelliklere sahip olup, nefsini arındırması gerekmektedir.
Aklı, iradesi, iradesini serbestçe kullanması, konuşması, düşünmesi, anlaması, kavraması, yaratılışındaki ahenk ve uyumu ile farklı olan insan, “Kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyame, 75/36) Bir görevinin, bir sorumluluğunu, bir varoluş gayesinin olmadığını mı sanmaktadır. Düşünen, akleden insan, kendi varlığı hakkında hiç düşünmez mi? Niçin var olduğunu? Düşünmez mi göklerin, yerin nasıl var olduğunu, gecenin gündüzün peş peşe geldiğini, ne gecenin gündüzü ne de gündüzün geceyi geçtiğini? Yağmur yüklü bulutları, o bulutlardan inen rahmet damlalarının ölü toprağı nasıl dirilttiğini, o topraktan yetişen otların, meyvelerin, sebzelerin canlılar için rızık olduğunu görmez mi? İnsanın düşünmesi, kâinatı okuması gerekir.
Okumaktan mana ne, kişi Hakkı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir.
Tertemiz bir fıtrat, en güzel suret, yaratılmışların en şereflisi, akıllı, irade sahibi olarak yaratılan, kendisine rehber olarak peygamberler ve kitaplar gönderilen, çeşit çeşit nimetler verilen, özünde âdem hakikatte âlem olan insan dönüp varlık aynasına bakmalı, Rabbinin üzerindeki eseri görmeli, bilmeli ve anlamalıdır. Kâinatta her şey ince ve hassas bir düzen içerisinde ve bu düzeni yaratan ve idare eden Allah-u Teâlâ olduğunu bilmelidir. “Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 21/22)
Atomdan âleme doğru mana yolculuğunda, insan yerini, değerini, istidadını, hedefini bilecektir. Kendini bildikçe Rabbini bilecektir. Ramazan ayı, bu manada bir tefekkür ayıdır. Bu düşünceler zihin dünyamızda yer etmeli ve soruların cevabını aramalıyız.