Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren? Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız: "Doğrusu çok zarara uğradık! Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık" (derdiniz). İçtiğiniz suyu düşündünüz mü? Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?” (Vakıa, 56/63-70)
İman, akıl, sağlık, emniyet, huzur, afiyet, evlat, toprak, hava, güneş, su… Sahip olduğumuz ve faydalandığımız her şey Rabbimizin bize ihsan ettiği nimetlerdendir. Yeryüzünde Allah’ın halifesi, kâinatta eşsiz varlık, en güzel surette yaratılan insan, bu nimetleri saymak istese sayamaz. Bu nimetlerin hikmetini hem mülk ve saltanat sahibi hem de peygamber olan Hz. Süleyman şöyle ifade ediyor: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.” (Neml, 27/40)
Şükür, yapılan iyiliği bilmek ve onu yaymak, iyilik edeni iyiliğiyle övmek; minnettarlık anlamlarına gelmektedir. Şükür, Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme, nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yapma şeklinde tanımlanmıştır. Türkçemizde Allah’a karşı minnettarlık için şükür, insanlara karşı minnettarlık için teşekkür kelimeleri kullanılır. Şükrün karşıtı nimeti inkâr etme, nankörlüktür. (bk. Mustafa Çağrıcı, Şükür, DİA, 39/259-261) Rabbimizin nimetlerini yerinde kullanmak, israf etmemek de şükürdür. Bedeni, ömrü, gençliği, serveti zayi etmemek, verilen her bir nimeti emanet görüp, yaratılış gayesine uygun kullanmak da şükürdür.
Nimetler çeşit çeşit olduğu gibi şükür de çeşit çeşittir. Dilimizle, “Elhamdülillah” demek, Allah-u Teala’yı nimet sahibi olarak zikretmek, Cenab-ı Hakk’ı övmek dilin şükrüdür. Doğru sözlü olmak, Kur'an’ı okumak ve Allah’ı çokça zikretmek ve benzeri dil ile ilgili kulluk görevlerini yapmak dil ile yapılan bir şükürdür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Bir kimse yemek yer de, ‘Beni yediren, kuvvet ve kudretim olmadığı halde bana rızık veren Allah’a hamd olsun’ derse, geçmiş (küçük) günahları bağışlanır.” (Tirmizi, Deavat, 56) buyurmuştu.
İmanı kalbe yerleştirdikten sonra nimet sahibinin Allah olduğunu kalp ile tasdik etmek ve kalbi onun sevgisiyle doldurmak kalbin şükrüdür. Sahip olmak istediğinde hangi malın hayırlı olduğunu soran Hz. Ömer’e, Allah Resulü (s.a.s.) onun yerine “Şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve âhiret hususunda yardımcı olacak imanlı bir eş” (İbn Mâce, Nikâh, 5) edinmesini tavsiye etmiştir. Vücudun tüm organlarıyla nimet verene itaat etmek ve O’nun bütün emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak, İslâm’ın emir ve yasaklarını her bakımdan yaşamaya çalışmak bedenin şükrüdür. Zekât vermek malın şükrüdür. Her nimetin şükrü kendi cinsiyledir.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şükredenleri övmekte, şükredenlerin az olduğunu, iman edip şükredenlere azap edilmeyeceğini, şeytanın şükredenleri engellemeye çalıştığını bildirmektedir. Cenab-ı Hak şükredenlere nimetlerini artıracağı hususunda şöyle buyurmaktadır: “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) Şükür nimetin artmasına, bereketlenmesine vesile olur. “Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” (Araf, 7/10) Geçici dünyayı mamur etmekle görevlendirilen, diğer varlıkların emrine verildiği insan, gerçekten az şükretmektedir.
Varlıkta ve darlıkta şükreden, sıkıntılara sabreden, yaşadığı en zor ve acı günlerde dahi yaşantısıyla bize örnek olan Peygamber Efendimiz (s.a.s.) geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Hz. Aişe ra. kendisine, “Ey Allah’ın Resulü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah-u Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz? dediğinde, Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Ya Aişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştu. (Tirmizi, Şemail, 44) Bir defasında Allah Resulü (s.a.s.) Muaz b. Cebel’in elinden tutmuş ve her namazdan sonra şu duayı mutlaka okumasını tavsiye etmiştir: “Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel ibadet etmek için bana yardım eyle.” (Ebû Davud, Vitir, 26.)
Haz ve hız çağında yaşayan günümüz insanı taşıdığı değerin, sahip olduğu ve kullandığı nimetlerin Allah’ın ihsanı olduğunu bilmesi gerekmektedir. İnsan kendisinin bu dünyada üretip, tüketen, kirleten, yok eden varlık olmadığını fark etmeli ve buna göre yaşamalıdır. Öyleyse Allah-u Teâlâ’ya layıkıyla şükreden kul olmaya, O’nun rızasını kazanmaya çalışmalıyız. Sahip olduğumuz her şeyin Cenab-ı Hakk’ın ihsanı ve nimetlerin birer imtihan vesilesi olduğunu bilmeliyiz. Hırs, hased, kibirden uzak, kanaatkâr bir hayat sürmeye gayret etmeliyiz. Dünyalık olarak kendimizden aşağısına, ahiret yönüyle yukarısına bakmalıyız. Gerçekten şükreden bir mümin olduğumuzda bela ve musibetler karşısında ümitsizliğe düşmeyeceğimizi unutmayalım.
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Allah Resûlü (s.a.s.), hoşuna giden bir şey gördüğünde, “Hamdolsun Allah’a ki yararlı şeyler O’nun nimetiyle tamamlanır.” der; hoşuna gitmeyen bir şey gördüğündeyse, “Her hâlükârda Allah’a hamdolsun.” derdi.” (İbn Mâce, Edeb, 55) Cenab-ı Hak her hal üzere kendisine şükreden kullarından eylesin.