Avustralyalı askerlerin Afganistan'da savaş suçu işlediğine dair iddiaları soruşturan Avustralya Savunma Kuvvetleri Genel Müfettişi (IGADF) tarafından hazırlanan rapor, 39 Afgan sivilin öldürüldüğünü ortaya koydu.
Dört yıllık bir soruşturma sonucunda hazırlanan ve Afgan sivillerin yasa dışı olarak öldürüldüğünü belgeleyen "güvenilir kanıtların" yer aldığı raporu açıklayan Avustralya Genelkurmay Başkanı General Angus Campbell, bazı askerlerin "savaşçı kültürünün utanç verici kaydının" ortaya çıkarıldığını söyledi.
Raporda yer verilen yasa dışı cinayetlerin hiçbirinin "savaşın harareti içinde" tanımlanmadığını ve cinayetlerin bilinçli işlendiğine dikkati çeken Campbell, "Raporda faillerin olayları kafası karışmış veya istemeyerek yaptıklarına dair hiçbir bulgu yok." ifadesini kullandı.
Afganistan’daki Avustralya Savunma Kuvvetlerinde görevli 400 personelden 25’inin ya suç işlediğine ya da en azından ciddi suçlara karıştığına dair "inandırıcı bilgiler" olduğunu vurgulayan General Campbell "Afganistan halkından, Avustralya Savunma Kuvvetleri adına, Avustralya askerlerinin herhangi bir suçu için içtenlikle ve kayıtsız şartsız özür dilerim." dedi.
Bazı Avustralyalı askerlerin, öldürülen Afgan sivillerin cesetlerinin yanına "meşru bir hedef" olduklarını öne sürmek için bazı silah ve bombaları yerleştirerek muhtemel soruşturmadan kurtulmayı planladıklarına dair delillere de ulaştıklarını aktaran Tümgeneral Brereton, Federal Hükümetin, Afganistan'daki kurbanların ailelerine tazminat ödemesi gerektiğini ifade etti.
Ortada çok net bir savaş suçu var.
Bizzat kendi ifadeleri ile “kafası karışmış ve istemeyerek yaptıklarına” dair hiçbir bulgu olmayan 25 personel tarafından işlenmiş 39 sivil cinayeti var.
Öldürülen Afgan sivillerin cesetlerinin yanına "meşru bir hedef" olduklarını öne sürmek için bazı silah ve bombaları yerleştirerek muhtemel soruşturmadan kurtulmayı planladıklarına dair tespit var.
Bu nedenle özür dilenerek tazminat ödenmesi istemi var.
Ama bu 25 kişi ile ilgili olarak henüz bir tutuklama ve açılan bir dava yok.
Açılsa da sözde bir yargılama ve göstermelik bir ceza verilerek (belki ceza bile verilmeyecek) ölen öldüğüyle öldüren öldürdüğüyle kalacak.
Neden bu kadar kesin konuşuyoruz?..
Çünkü bu konuda yaşanmış çok utanç verici örnekler var.
2009 yılı Eylül ayında Alman Albay Georg Klein’ın verdiği emirle Amerikan uçakları tarafından gerçekleştirilen saldırıda Afganistan’ın Kunduz Şehri civarında yaklaşık 100 sivil hayatını kaybetmişti.
Almanya’da dönemin Savunma bakanının istifa etmesine ve açılan soruşturmalara rağmen özür dilenmediği gibi kimse ceza almadı.
Alman yargısının yabancılara karşı işledikleri suçlarda vatandaşlarını nasıl koruma altına aldıklarını, Cüppeli tacizcilerin hukukun nasıl ırzına geçtiklerini Almanya’da işlenen Türk ve Müslüman cinayetlerinin katillerine hiçbir şey yapılmamasından biliyoruz.
Robert Bales isimli bir Amerikan askeri 2012 yılı Mart ayında, aşırı alkol aldıktan sonra Kandahar eyaletinde bir köydeki üç evde dokuzu çocuk ve üçü kadın olmak üzere 16 sivili katledip bazılarının cesetlerini yaktı. Bu katliam nedeniyle bir Amerikan mahkemesinde yargılanan Bales işlediği suçtan dolayı sadece “özür” dileyerek herhangi bir ceza almadan paçayı kurtardı.
Almanların, İngilizlerin, İtalyanların, ABD’nin ve diğer leş kargalarının Afganistan’da “pardon” diyerek üstünü kapattıkları cinayetlerde binlerce Afganlı hayatını kaybetti.
Taliban’a karşı mücadele verdiklerini söyleyenler demokrasi götürmek adına Taliban’dan beter cinayetler işlediler.
Sadece Afganistan’da değil, Irak’ta, Suriye’de, Bosna’da..
15 Temmuz darbe girişimi önlenmeseydi benzer cinayetler demokrasi adına Türkiye’de de işlenecekti.
Bu cinayetleri önleyecek uluslararası bir mekanizmanın olmaması “kurtarıcı güçlerin” bir kuru özür, üç beş para tazminatı verip istedikleri gibi insan öldürmelerini meşru kılıyor.
Hatta Avustralya ordusunun yaptığı gibi savaş deneyimi olmayan askerler masum sivilleri öldürerek deneyim bile kazanıyorlar ve bunu söylemekten de utanmıyorlar.
Çünkü nasıl olsa parasını veriyoruz diyorlar.
Prof. Dr. Kemal İNAT’ın 21.11.2020 tarihli Türkiye Gazetesindeki Makalesinde yer alan Alman İstatistik ve veri sitesi Statista’nın yayınladığı bir tabloya göre; İtalya öldürdüğü her sivil Afganlı için 13.500; Norveç 8000; İngiltere 7000; Almanya 6700; ABD/Polonya 2500; Hollanda 2400 dolar tazminat ödemiş.
Avustralya da henüz tutarı belli olmayan tazminat ödemesiyle bu listeyle girecek.
Diğerlerinden farklı olarak bir de üstüne “özür” dileyecek.
Ne kadar insancıl(!) bir yaklaşım?
Köpeksiz köyde değneksiz gezen bu katiller bu yılın Mart ayında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Afganistan’da işlenen savaş suçlarının incelenmesi yönündeki kararından son derece rahatsız oldular. Öyle ki ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, UCM’yi “yargı organı görünümünde bir siyasal kurum” olarak suçlayarak Amerikan vatandaşlarının bu mahkeme önünde hesap vermelerine engel olacaklarını açıklamakla kalmadı çıkarlarına ya da katliamlarına engel olan herkese yaptıkları ve Türkiye’nin de sık sık muhatap olduğu üzere” başta UCM Başsavcısı Fatou Bensouda olmak üzere mahkeme çalışanlarına yaptırım uygulanacağını açıkladı.
Onlar istedikleri gibi öldürecekler, yargılanmayacaklar, hesap vermeyecekler sonra da utanmadan başka ülkeler için insan hakları değerlendirme raporları yayınlayarak insan hakları savunucusu rolleri kesecekler.
İşte bu yüzden Ermenistan’ın Azerbaycan’da sivil yerleşim yerlerini bombalayarak yüzlerce masum sivilin öldürülmesine ses çıkartmayanlar Azerbaycan’ın kazandığı ezici zaferin acısıyla Azerbaycan’a ve ona destek olan Türkiye Cumhuriyetine yaptırım tehdidinde bulunuyorlar.
Kendilerine kayıtsız şartsız sadakat gösterilmesi ve biat edilmesi karşılığında demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunması ambalajı ile destek veren, tazminatını ödeyerek hatta bazen tazminat da ödemeyerek istedikleri kadar sivili öldürme hakkını kendilerinde gören başta ABD olmak üzere tüm emperyalist güçlerden demokratik katkı bekleyenler, egemenlik haklarından vazgeçmeleri gerektiğini bilmiyor olamazlar.
Bekledikleri sadakat ve biatı (yani uşaklığı) göstermeyenlere de darbe yaparlar/yaptırırlar.
Nitekim gerek ülkemizdeki gerek diğer coğrafyalardaki bütün darbeler demokrasi getirme vaadiyle öncelikle ABD ve tabii ki ona bağlı olarak AB ve NATO tarafından kurgulanmış ve desteklenmiş, darbecilerden “our boys” denilerek övgüyle bahsedilmiştir.
İşte bu yüzden; “ABD'nin yeni başkanından Türkiye'ye dair atmasını istediğiniz ilk adım ne olurdu?” sorusuna “Türkiye'deki demokrasi hareketlerini desteklemesini isteriz” cevabı verenlerle; Biden’ın Türk-Amerikan ilişkilerini onarmak için Türkiye’ye Trump’ın önermediği neleri önerebileceği” sorusuna “Biden yönetiminden ilk beklentimiz; hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, yargı sisteminin siyasetten arındırılmasına, güçler ayrılığına, demokratik reformlara, medya, ifade, toplanma özgürlüğü gibi tüm temel hak ve özgürlüklere çok güçlü bir vurgu yapması” cevabı verenlerin istedikleri aslında, halkın seçimle vermediği iktidarın “bir şekilde” ABD eliyle kendilerine verilmesidir.
O “bir şekilde” nin darbe olduğunu yaşadıklarımızdan biliyoruz.
Peki (sanki babalarının malı imiş gibi) iktidar gibi büyük bir hediye(!) bedelsiz verilebilir mi?
Diğer ülkelere götürdüğü demokrasi(!) örneklerinden biliyoruz ki bu bedel; tam teslimiyet, kayıtsız şartsız itaat, yani uşaklıktır.
Bu gerçek; “Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz.” diyen Atatürk tarafından yıllar önce net bir şekilde vurgulanmasına rağmen; Ömer ÇELİK’in ifadesiyle, “Başkalarından demokrasi talep etmek için yabancı otoritelere "siyasi arzuhal" yazmak utanç verici bir siyasi savrulmalıdır”.
Gerçekleri görmek için hikaye okumaya gerek yok, sadece vicdanlı olmak yeter...
HDP Tunceli İl Başkanlığı öncülüğünde yapılan organizasyonla, 10 Kasım günü Tunceli’deki Ahpanos Vadisi bölgesinde düzenlenen hava destekli operasyonla etkisiz hale getirilen terörden arananlar listesinde kırmızı kategoride yer alan, terör örgütü PKK’nın ‘Dersim Eyaleti’ komutanı ‘Yılmaz’ kod adlı İsmail Sürgeç’in ailesine taziye ziyareti yapıldı.
HDP Tunceli Milletvekili Alican Önlü, il eş başkanları Nurşat Yeşil ile İbrahim Kasun’un da katıldığı ziyarette HDP’liler, terörist Sürgeç’in ailesine başsağlığı diledi.
Terör örgütü PKK’nın Türkiye sınırları içindeki bir numaralı ismi olan İsmail Sürgeç yaklaşık 25 yıldır örgütün dağ kadrosu içinde yer alıyordu. PKK’nın sözde silahlı kanadı olan HPG askeri konsey üyesi de olan İsmail Sürgeç 2008'de Erzincan'da 9 asker ile, 2009'da Tokat'ta 7 askerin şehit olduğu saldırılara bizzat katılmış, Öğretmen Necmettin YILMAZ’ın öldürülmesi talimatını vermişti.
2017 yılında Şanlıurfa Siverek'te görev yapan Necmettin YILMAZ Memleketi Gümüşhane'nin Torul ilçesine dönerken Tunceli-Erzincan karayolunda PKK'lı teröristler tarafından kaçırıldı. 24 yaşındaki Necmettin öğretmenin cansız bedeni, 27 gün sonra Pülümür Çayı'nda bulunmuştu.
Sürgeç'in kuryesi 3 ay boyunca takip edildi. Ahpanos Vadisi'nde bir mağaraya girdiği belirlenince operasyon için düğmeye basıldı. 10 Kasım'da düzenlenen operasyonda, İsmail Sürgeç ve O'na kuryelik yapan terörist öldürüldü.
İşte böyle azılı bir katilin ailesine HDP Tunceli Milletvekili Alican Önlü, il eş başkanları Nurşat Yeşil ile İbrahim Kasun taziye ziyareti yaptılar.
16 askerimizin şehit edildiği eylemlere bizzat katılmış, Necmettin Öğretmenin ölüm emrini bizzat vermiş eli kanlı bir katilin ailesine taziye ziyareti yapmaktan çekinmeyen zihniyete en büyük destek HaberTürk TV'de katıldığı programda, Selahattin Demirtaş'ı tanımak veya onu yargılamak için onun yazdığı 'Devran' isminde kitap var. Ne olur onu alıp okuyun" diyen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’tan geldi.
Arınç’a göre; 2019 yılında basılan bu kitabı okuyanlar belki Selahattin Demirtaş hakkındaki kanaatlerini değiştirmeyeceklermiş ama "Kürtler ve Kürtlerin yaşadığı travma üzerinden kafalarda çok şey değişecekmiş.
Kürtlerin yaşadığı travmalarla ilgili olarak kafalarda değişikliğe neden olacak gerçekleri anlamak için hikaye okumaya gerek yok. Arama motoruna girip sorduğunuzda sadece bir kısmını alabildiğimiz aşağıdaki gerçekler bile hem bu millete ve hem de onun bir parçası oylan Kürt kardeşlerimize nasıl büyük bir ihanet yapıldığını açıkça ortaya koyuyor.
* 6-8 Ekim 2014’te Suriye’nin kuzeyinde DEAŞ’la PKK arasında yaşanan çatışmaları bahane eden terör örgütünün Kandil’deki yönetimi Türkiye çapında eylem talimatı verdi. Bu talimat üzerine harekete geçen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 6 Ekim’de Merkez Karar Yürütme Kurulu’nu topladı. Toplantı sonrasında “Halklarımıza Acil Çağrı” başlığı altında “AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz” açıklaması yapıldı. Demirtaş kendi sosyal medya hesabından da şu mesajı paylaştı: “Kobane’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı hemen şimdi sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.”
*Demirtaş’ın çağrısının ardından sokağa çıkan terör örgütü yandaşları Türkiye’yi yangın yerine çevirdi. 35 il, 96 ilçe olmak üzere toplam 131 yerleşim yerinde yaşanan olaylar sonucunda aralarında Kurban Bayramı’nda yardım dağıtan Yasin Börü, Hasan Gökguz ve Ahmet Dakak’ın da olduğu 53 kişi vahşice öldürüldü. 326’sı kolluk görevlisi, 435’i sivil olmak üzere toplam 761 vatandaşımız yaralandı. 197 okul yakılarak çocuklarımızın eğitim ve eğitime ulaşım hakkı ellerinden alındı. 269 kamu binası tahrip edilerek milyarlarca TL zarar verildi. Bin 731 ev ve işyeri yağmalandı, yıkıldı, yakıldı. 729’u sivil, 501’i kamuya ait olmak üzere toplam bin 230 araç kullanılamaz hale getirildi.
Bir kısmını buraya aldığımız eylem ve söylemlerinden dolayı Demirtaş hakkında 5 ayrı ilde açılan 10’dan fazla dava var. 4 Kasım 2016’da gözaltına alınıp tutuklanan Demirtaş hakkında sadece Diyarbakır Başsavcılığı’nca yürütülen terör soruşturması 142 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Açılan davalarda Demirtaş’a şu suçlamalar yöneltiliyor: “Silahlı terör örgütü kurma ya da yönetme”, “terör örgütü propagandası yapmak”, “suçu ve suçluyu övme”, “halkın kin ve düşmanlığa alenen tahrik”, “halkı kanunlara uymamaya tahrik etme”, “suç işlemeye alenen tahrik”, “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret”, “Cumhurbaşkanı’na hakaret”, “terör örgütü propagandası yapma”, “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma”, “halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma”, “kamu görevlisi aleyhine iftira”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni alenen aşağılama”, “Türk milletini ve devletin kurum ve organlarını alenen aşağılama”, “yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama.
Böyle bir profilden Kürtlerin yaşadıkları travmaları öğrenebileceğimiz bir masum çıkartmak çok açık bir ifadeyle bu ülkeye ihanet ve teröre verilmiş çok açık bir destektir.
Sayın Arınç’ın “kişisel görüştür” diyerek geçiştirilemeyecek bu görüşü devletin terörle mücadelesini hafife almakta ve Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği sıfatı ile de bağdaşmamaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi böyle konuşursa, katillerin taziyesine giden terör destekçilerine, terör örgütünün siyasi uzantıları ile ortak anayasa hazırlayacak kadar seviyeli(!) birliktelik içinde olanlara ne diyeceğiz?..
İşte bu nedenle terörle mücadelede kararlı tutumu toplum tarafından da kabul gören Sayın Cumhurbaşkanının; “Son günlerde yeni bir fitne ateşi yakıldığını görüyorum. Geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsi ifadeleri cumhurbaşkanıyla, hükümetimizle ilişkili hale getirilemez.
Teröre bulaşmış, terörle kol kola yürüyenler hiçbir zaman bizim ne yanımızda ne dirsek teması altında olduğumuz kişiler olamaz.
Yasin Börü’lerimizin ölümüne neden olanlar, Kobani katliamına neden olanlar hiçbir zaman AK Parti'nin yanında yer alamaz.
Biz Gezi olaylarının finansörlüğünü yapan, eylemleri organize edenlerin savunucusu olmadık.
Onların savunuculuğuna girenler, artık kusura bakmasınlar. AK Parti hiçbir zaman onları savunmamıştır. Biz Diyarbakır'da öldürülen Yasin Börü kardeşlerimizin yanındayız.” Sözleri Bülent ARINÇ ve onun gibi düşünenler için açık bir uyarı ve aslında anlayan için de açık bir istifa davetidir.
Gerçekleri görmek için hikaye okumaya gerek yok.
Sadece vicdanlı olmak yeter de artar.