Biden'ın Ankara Büyükelçi adayı Jeff Flake, atanmasına onay almak için katıldığı Senato Dış İlişkiler Komitesi oturumunda; "ABD-Türkiye ilişkilerindeki zorluklara rağmen Türkiye, NATO'ya bağlı ve sürekli değişim içinde olan bir bölge için hem köprü hem de tampon görevi gören vazgeçilmez bir müttefiktir" diyerek başladığı konuşmasının devamında sanki büyükelçi değil de sömürge valisi olarak atanacakmış gibi haddini aşan şu ifadeleri kullandı.
"Türkiye ile ilişkimiz de derin zorluklarla karşı karşıya. Türkiye Rus S-400 sistemini satın alıp test etmeyi seçti. Bu eylem, tüm müttefiklerin 2016 NATO zirvesinde verdiği taahhütlere ters düştü ve haklı olarak Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasını ve CAATSA yaptırımlarının uygulanmasını tetikledi. S-400'leri elden çıkarmanın CAATSA yaptırımlarını kaldırmanın yolu olduğunu sürekli olarak yineleyeceğim.
Ayrıca Türkiye'yi gelecekte Rus silahlarını satın alınmasının daha fazla yaptırımı tetikleme riski olduğu konusunda uyarıyorum. Türkiye'nin bölgedeki saldırgan eylemleri ve Erdoğan rejiminin kendi halkına karşı uyguladığı baskıcı taktikler göz önüne alındığında, Türkiye'yi sorumlu tutmaktan çekinmeyecek bir büyükelçiye ihtiyacımız var. Erdoğan'ın baskısı bir demokrasiye yakışmıyor ve bir NATO müttefikine yakışmıyor. Demokrasiler gazetecileri hapse atmaz, akademisyenleri yıldırmaz ve din özgürlüğünü ihlal etmez. Kadınlara yönelik şiddeti durdurma taahhütlerinden caymaz ve siyasi muhaliflerini hapse atmaz." (Reuters 28/09/2021
Kullandığı ifade ve üslubundan kılavuzlarının kimler olduğunu tahmin edebiliyoruz.
Terör örgütlerini kuran, besleyen ve destekleyen, işgal ettiği ülkelerde; masum insanları acımasızca ve zevk için katleden, kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlerde sınır tanımayan, başta Ebu Gureyb işkence merkezi olmak üzere ( Irak Savaşı'nın ilk yıllarında, Ordu ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı personelinin Irak'taki Ebu Gureyb Cezaevi'nde tutuklulara fiziksel, cinsel, tecavüz, sodomi ve cinayet gibi bir dizi insan haklarını çiğneyecek türden işkenceler gerçekleştirmesi olayıdır. Benzer işkenceler Irak'ın genelinde, Afganistan'da ve Guantanamo'da da yapılmıştır.) uçaklardaki seyyar hapishanelerde yaptıkları işkencelerle dünya işkence tarihinin en utanç verici örneklerini sergileyen, kendi ülkelerindeki siyahileri göstere göstere öldüren sabıkalı bir ülkenin büyükelçi adayı, ülkemizdeki rejimi eleştirerek Türkiye’yi sorumlu tutacak bir büyükelçiye ihtiyaç olduğundan bahisle kendisine methiye düzmüş.
Sen neymişsin be abi!!
Katıldığı bir programda, "Maalesef gelen haberlerde, Türkiye'den Azerbaycan'a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan'a gönderildiği ifade ediliyor." Diyen, 17 Ocak'ta Türkiye'nin Libya'ya yaklaşımını "çizgiyi aşmak" olarak nitelendiren, 20 Şubat'ta yaptığı açıklamada Batılı güçlerin ve İran'ın oyun sahası haline gelmiş Suriye'de terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye'nin bu ülkedeki varlığının gayrı meşru olduğunu savunan, 10 Haziran'da yaptığı konuşmada, Rusya'dan alınan S-400 savunma sistemlerinden vazgeçilmesi gerektiğini belirten ve 8 Temmuz'da da Doğu Akdeniz'de gerilimin kaynağının Türkiye olduğu, Mavi Vatan'ın tarifine baktığınız bu aslında zaman egemenlik haklarının ötesinde alanı kapsayan ve bu şekilde egemenliğin daha geniş bir alana yayılmasını öngören bir kavram. Mavi Vatan diye bu 200 mile kadar uzanan alanı da kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz, o zaman saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız." Diyen danışmanın(!) ifadelerine nasıl da benziyor değil mi?.
Büyükelçi adayı 1915 olaylarını da soykırım olarak tanıdığını söylemiş.
Hatırlayın bakalım, Türkiye’de aynı ifadeleri kimlerin dostu(!) kullanmıştı da kimler dut yemiş bülbüle dönmüşlerdi?..
Evet bildiniz, tebrikler..
Daha gelmeden özgüven patlaması yaşayan, Türkiye’ye ayar vermeye kalkan Jeff Flake’nin açıklamasının ardından Dışişleri Bakanlığı'nın resmi Twitter hesabından yapılan paylaşımda dalga geçilircesine "Agreman" teriminin sözlük anlamına yer verilerek büyükelçinin bir ülkeye gönderilmesi için o ülkenin izni olması gerektiği hatırlatılarak “AGREMAN: Gönderen devletin kabul eden devlete büyükelçi olarak göndermek istediği şahıs için almak zorunda olduğu izne Agreman adı verilir.” İfadelerine yer verildi.
Yani Dışişleri Bakanlığı kısaca “dereyi görmeden paçalarını sıvama, bu kafayla gelirsen geldiğin gibi dönersin” dedi.
Hatırlarsanız Türkiye’deki her kargaşada izi bulunan tetikçi John Bass isimli soytarıya da istediği hiçbir randevu verilmeyerek süklüm püklüm gönderilmişti..
“Ahmet Necdet Sezer, 2005’te Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Suriye’nin başkenti Şam’ı ziyaret etmişti. O zamanki Büyükelçi Eric Edelman da atıp tutmuş bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı “uyarmaya”, “tehdit etmeye” kalkışmıştı.
Ayar veriyordu, azarlıyordu. Bir sömürge valisi gibi hareket ediyordu. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na fırça çekiyordu. “Sen bizden izinsiz nasıl bu ziyareti yaparsın” diyordu.
O günlerde ABD’nin havası yerindeydi. Bir dediği iki edilmiyordu, edilemiyordu. Bütün bölgede ABD fırtınası esiyor, istediği ülkeye istediği fırçayı atıyor, hizaya getiriyordu.
Buna rağmen çok ağır bir tepki aldı. Öfkeyi üzerine çekti. Kim olursa olsun, hiç kimse bu ülkeyi, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı, tek bir vatandaşını tehdit edemezdi çünkü.
Dayanamadı. Defolup gitti.”(İbrahim Karagül/Yeni Şafak 30/09/2021)
Evet, Ahmet Necdet Sezer de Abdullah Gül de Recep Tayyip Erdoğan da diğer geçmiş Cumhurbaşkanları da eleştirilebilir.
Ama bu; onların bu ülkenin Cumhurbaşkanları olduğu ve bu ülkeyi temsil ettikleri gerçeğini değiştirmez.
Demokratik rejimlerde hiçbir kimse ve hiçbir makam eleştiriden muaf değildir, olmamalıdır.
Ama hiçbir yabancının hele hele daha agreman almamış bir büyükelçi adayının üstelik halkın oyu ile seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanını eleştirme, dahası hakaret etme hak ve özgürlüğü yoktur.
Hiç bir demokratik ülkede böyle küstah bir tavır anlayışla karşılanmaz.
Ancak ne yazık ki muhalefetimiz belki de beklenen kurtarıcı(!) olarak gördükleri için Jeff Flake’ın açıklamalarına kayıtsız kaldılar...
“Beni O’nunla karıştırmayın” diyenler; Cumhurbaşkanı benim siyasi rakibimdir, ona hesap sorulacaksa ben sorarım, ama sen bizim içişlerimize burnunu sokamazsın haddini bil(!) diyerek büyükelçi adayı aptalın ağzının payını verebilirlerdi...
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Biden arasında yapılan telefon görüşmesinde Ermeni soykırımının tanınacağının anlaşılmasıyla ahizenin Biden’in yüzüne kapatılmamış olması, Nato zirvesi vesilesiyle görüşme beklentisinin hala sürdürülüyor olması, iktidarın bu densiz ve dengesiz ilişkideki acizliğinin ifşasından başka bir şey değildir diyerek” eleştiride bulunan sayın Akşener, Flake denilen densiz ve dengesize haddini bildirecek iki üç söz söyleyebilirdi...
Nerede patates, soğanın başrolü oynadığı esnaf tiyatrosunda soru soranlara tekme tokat girişen kahramanlar?..
Yoklar.
Çünkü ABD’den demokratik katkı bekliyorlar.
Oysa ABD’nin demokratik katkısının kan, gözyaşı, tecavüz, gasp, cinayet ve zorbalık olduğunu yaşanan onlarca örnekten gördük.
ABD’den beklentisi olanlar, biat etmek zorundadırlar.
Hatta bazen biat etmek bile yetmez.
Onun adına ve onun çıkarları için, ölmek ve öldürmek bile gerekebilir.
Tıpkı Fetö’ye ve PKK’ya yaptırdığı gibi.
İçeride rekabet edin, birbirinizi kıyasıya eleştirin, hesap sorun, sorgulayın, daha iyisini yapacağınızı iddia edin, demokrasinin sınırları içinde en sert muhalefeti yapın buna hakkınız var ama milli meselelerde bir kez olsun birlik olun.
Daha ülkeye gelmeden sömürge valisi gibi davranan bir aptalın, egemenlik hakkımıza saldırısına sessiz kalınarak, bu ülkenin hak ve çıkarları nasıl korunacak?...
Ülkelerinde doğru dürüst bir seçim yapamayan, posta oyları sahtekarlığı ve sosyal medya manipülasyonları ile seçime hile karıştıran, meclisini işgalden koruyamayacak kadar aciz ve zavallı bir ülkenin değil büyükelçi adayı feriştahı bile ülkemizin iç işlerine burnunu sokamaz.
Bize ders vereceklerine aynaya baksınlar.
Sabıkaları kırkı geçti.
Sonra da üzerine oturdukları pisliği temizlesinler.
Nasıl aciz, nasıl zavallı ve nasıl korkak olduklarını, Afganistan’dan topukları kıçlarına vurarak kaçarlarken gördük.
Korkudan arkalarına bile bakamadılar.
Ve kullanıp attıkları işbirlikçilerini nasıl sattıklarını da gördük.
Sadece satmadılar bir de -güya yanlışlıkla- bombalayarak öldürdüler.
Artık Türkiye’nin; ABD’nin koynundan ve sözünden çıkmayacak, her talimatlarını tıpış tıpış yerine getirecek, “our boys”larıyla kafalarına estikçe darbe yaptırılacak bir üçüncü dünya ülkesi olmadığını Jeff Flake gibi küstahlar ve beslemeleri de anlayacaklar.
Ölümü içinde öldürenlerin 15 Temmuz direnişinden de ders almadılarsa hayrımıza ek dersler de verebiliriz.
Buna rağmen anlamamakta direnmeye devam ederseler de sorun yok..
Taliban’ın dürüm yaptığını biz çiğ çiğ yeriz.
Hadi bazı siyasilerin Yunan sevgisini anladık da Futbol Federasyonu neden çekiniyor?
Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 3-0 mağlup erden Yunanistan’ın Olimpiakos takımı Başkanı Marikanis Vangelis; "İstanbul'da, kendi şehrimizde böyle bir galibiyet elde etmek çok önemliydi. Bizim için çok anlamlı bir zaferdi. Bu zafer bana 2012'de İstanbul'da Euro League şampiyonu olduğumuz geceyi hatırlattı. Bu zaferi Yunan halkına adıyorum" ifadelerini kullandı.
İstanbul’u kendi şehirleri olarak gören bu dangalağa ilginçtir, ne Fenerbahçe yönetiminden ve ne de Futbol Federasyonundan tepki gelmedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının seçim kazanmasını; “İstanbul’u fetheden Yunanlı”, “Pontus kökenli bir Rum”, “Ayasofya’nın intikamı”, “İstanbul’un yeni başkanı bir Pontus” , Yunanistan ziyaretini ise bugün atalarının binlerce yıl önce Atina’da inşa ettiği eserleri ziyaret etti” ifadeleriyle verdiklerinde hiçbir tepki gösterilmez ise olacağı budur.
Koskoca Fenerbahçe Kulübünün Başkanı ve Futbol Federasyonu sustu..
Bu yapılanın sportmenlikle ilgisi olmadığını, bu tür tahrik edici ifadeler kullanılmasının sportif rekabete zarara verdiğini ve kabul edilemez bulunduğunu, İstanbul’un 1453’te fethedilmiş bir Türk şehri olduğunu, bu tarihi gerçeğin değiştirilemeyeceği ve Marikanis Vangelis gibi ırkçıların nefret söylemlerinin iki ülke insanları arasında düşmanlık yaratmaktan başka bir işe yaradığını söylemek çok mu zordu?..
Hadi bazı siyasilerin Yunan sevgisini anladık da Futbol Federasyonu neden çekiniyor?
İçeride kulüp başkanlarına en ufak bir eleştiride cezayı kesen Futbol federasyonunun bu dangalağa haddini bildirememesi anlaşılır gibi değil.
Bütün bu sessizliğe rağmen Marikanis Vangelis gibi dangalaklara hak ettikleri dersi vermeleri için Fenerbahçeli futbolcuların ellerinde tarihi bir fırsat var.
Yunanistan’daki rövanş maçında Olimpiakos’u yenerek tarihe geçerler.
Bir de uçağa binerken de İstiklal Marşını okursalar tadından yenmez.
Lars Vilks Peygamberimize (sav) saygısızlık yaparken biz ne yaptık?..
İsveç devlet televizyonu SVT'nin haberine göre, Smaland bölgesinde bulunan Markaryd yerleşim birimine yakın otoyolda bir kamyon ile otomobilin çarpışması sonucu patlayan ve alev alan araçlarda 3 kişi yanarak öldü, bir kişi ağır yaralandı. Yaralanan kişinin kamyon şoförü olduğu, otomobilde ölen kişilerin Lars Vilks ve iki polis koruması olduğu kaydedildi.
2007 yılında İsveç'in yerel gazetesi Nerikes Allehanda, Lars Vilks'in Hz. Muhammed'e (sav) hakaret içeren karikatürlerini yayımlamış, karikatürler İslam dünyasında büyük tepkiye neden olmuştu.
2007 yılından bu yana gizli bir adreste yaşayan ve polis korumalarıyla gezen Vilks, birçok programda protesto edilmiş ve yumurtalı saldırıya uğramıştı.
Kazanın tüm dünya medyasında Peygamberimize hakaret eden karikatüristin yanarak öldüğü başlığıyla yayınlanması dikkat çekti.
Bizim inancımızda ölümle öç alınmaz.
Çünkü ölüm Allah’ın emridir, her nefis ölümü tadacaktır.
Kimin; ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini de ancak Allah bilir.
O nedenle Peygamberimize (sav) saygısızlık eden Lars Vilks’in yanarak ölmesinin “ilahi bir ceza” olup olmadığını bilmiyoruz.
“Âmentü” esaslarında ifade edildiği üzere kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız.
Aksi takdirde trafik kazalarında yanarak ölen herkesin cezalandırıldığı gibi yanlış bir sonuca ulaşırız.
Ancak kim olursa olsun ve ne yaparsa yapsın, hangi gizli evde kalırsa kalsın, kaç polisle korunursa korunsun, ecelin belirlenmiş zamanda gelip onu bulacağını ve hayatta iken yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabının sorulacağının biliyoruz.
Eğer Lars Vilks’in ölümü ile ilgili bir şey söylemek gerekirse bu; nasıl öldüğü değil, Peygamberimize (sav) saygısızlık yaparken bizim ne yaptığımız ya da yapmadığımızdır..