İddialara göre şarkıcı Halil Sezai ve 'İncir Reçeli' filminin yönetmeni Aytaç Ağırlar, Tuzla Postane Mahallesi Cafer Bey Sokak'ta film çekimi için villa kiraladı. Halil Sezai villada film çekimi yapmak istedi, ancak dört villadan oluşan sitede oturan Hüseyin Meriç ve Mesih Meriç, ortak kullanım alanında film çekimine izin vermedi.
Bu konuyla başlayan husumete bağlı olarak içinde büyüttüğü ve beslediği 'magandayı' ortaya çıkaran Halil Sezai Paracıkoğlu; önce eline aldığı odun parçası ile yaşlı adamın evinin bastı, kaçmaya çalıştığında yakalayarak ağır bir şekilde darp etti.
Ortaya çıkan görüntülerde Halil Sezai 67 yaşındaki Hüseyin Meriç'i ilk olarak evinin kapısının önünde tartaklıyor. Yaşlı adam herhangi bir karşılık vermezken Sezai şiddetin dozunu daha da artırıyor. Adamın önce saçlarını avuçluyor ardından boğazına yumruk atıyor.
Yaşlı adam darp edilince kaçmaya çalışıyor. Öfkesi dinmeyen Halil Sezai de peşinden koşuyor. Hızla koşup yazlığın kapısından kendini sokağa atan yaşlı adamı Halil Sezai burada da yakalayarak yumrukluyor, yaşlı adam kurtulmaya çalışınca tişörtünden yakalayıp bu kez vahşice tekmeliyor. Bu sırada yanında bulunan yönetmen müsveddesi ile diğer arkadaşı olaya hiç müdahil olmadan dizi izler gibi izliyorlar.
Hüseyin Meriç; "Kalbim tıkalıydı, yere oturmaya çalıştım. Otururken bile tekme tokatla vuruyordu, Kelime-i Şehadet getirirken bile 'Ezan mı okuyorsun lan sen?' diyerek vurmaya devam ettiğini söylerken yayımlanan görüntülerde Halil Sezai’nin büyük bir nefretle “ezan mı okuyon lan sen o.ç.” diyerek küfür ve hakaret ettiği açıkça görülmektedir.
Yüreğinde zerre kadar merhamet duygusu olan herkes yaşlı adamın darp edilmesine tepki gösterirken eski milletvekili ve CHP parti Meclisi Üyesi Eren Erdem'in Halil Sezai'ye sahip çıkarak; "dostlarımız seninle birlikte, avukatlarımız şu anda yanındadır, kendisi gayet iyidir sağlıklıdır.” diyerek mesaj verecek kadar şiddete sahip çıkması utanç vericidir.
Savcılık ifadesine; “Olay esnasında kesinlikle ezan okuduğunu veya şehadet getirdiğini duymadım. Kendi konserlerimde dahi ezan okunduğunda konserime ara verip ezanın bitmesini beklemişimdir. Yaşanan bu kavga esnasında Hüseyin Bey de beni darp etmiştir. Ben de yaralandım" diyen Sezai çok net bir şekilde yalan söylemektedir.
Çünkü hamisi Eren Erdem; “kendisi gayet iyidir ve sağlıklıdır mesajı yayımlıyor.
Yani adamımız “iyi ve sağlıklı bir şekilde dövmüş” diyor.
Ayrıca kamera kayıtlarında bir yandan tekme tokat saldırırken diğer yandan büyük bir nefretle “ezan mı okuyon lan sen o.ç.” diyerek küfür ve hakaret ettiği açıkça görülmektedir.
Bu arada zehirlenmiş sosyoloji hemen harekete geçerek; “Halil Sezai muhalif olduğu için tutuklamak istiyorlar, Halil Sezai’yi yedirmeyiz” paylaşımlarında bulunuyorlar.
Halil Sezai muhalif olsa ne yazar olmasa ne yazar.
Bu vahşetin muhalif olmakla olmamakla ne ilgisi var?..
Bütün Türkiye’nin nefretle izlediği bu ahlaksız saldırıyı görmezden gelmek şiddete sponsor olmaktır.
Ve şiddet ne yazık ki bu sponsorlar aracılığı ile beslenmektedir.
Ondan sonra da hiç sorumlulukları yokmuş gibi kutuplaşma masalları okumaktadırlar.
Şiddete şiddet, tecavüze tecavüz diyemeyenlerin kutuplaştırma masalları okumaları, Koca Mehmed Ragıp Paşa'nın gazelinde yer alan mısra-ı berceste de anlatıldığı gibi tam da;
“Şecâ'at arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler” durumudur.
AK Parti Sözcüsü Ömer ÇELİK’in ifade ettiği üzere; “Kendine sanatçı diyen bir barbar, yaşlı bir adama alçakça bir şiddet uyguluyor. Her sağlıklı insanın vicdanen reddedeceği alçakça bir davranış bu. Bu azgın ve ahlaksız şiddeti uygulayanın insanlığından bahsedilemez ki sanatçılığından bahsedilsin.
Bu barbara “muhalif” ya da “iktidar karşıtı” diyerek sahip çıkanların olması ise utanılacak bir durum. Alçaklığın ölçüsü siyasi pozisyon olmaz. Ahlakı ya da alçaklığı iktidar karşıtlığı üzerinden değerlendirmek akıl ve vicdan yoksunluğudur.
Yaşlı bir insana uygulanan bu şiddet toplumun ahlakına ve vicdanına uygulanıyor. Yapan kişinin kimliğine bakarak bu şiddeti sahiplenenler daha büyük şiddete imza atıyor. Buna kim prim veriyorsa, tüm kavramları istismar eden zihinsel bir şiddeti yayıyor”.
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılan açıklamada; "İstanbul ili Tuzla ilçesindeki bir villa sitesinde 15.09.2020 tarihinde Halil Sezai Paracıkoğlu'nun da aralarında bulunduğu bir grubun karıştığı kavgayla ilgili kolluğa ihbarda bulunulması üzerine soruşturma başlatıldığı, mağdur Hüseyin Meriç isimli kişi hakkında doktor raporunda basit tıbbı müdahale ile giderilebilir nitelikte hafif şekilde yaralanma olduğunun belirtilmesi üzerine şüphelilerin serbest bırakıldığı ancak; devam eden araştırmalar kapsamında 16.09.2020 tarihinde kamuoyuna yansıyan ve sonradan soruşturma dosyasına giren görüntüler ve alınan beyanlar doğrultusunda soruşturmanın genişletildiği belirtilmişti.
Sürecin devamında 'Silahla Kasten Yaralama', 'Hakaret', 'Konut Dokunulmazlığını İhlal' ve 'Tehdit' suçlarından ifadesi alınmak üzere tekrar Cumhuriyet Başsavcılığına çağrılan Halil Sezai sevk edildiği mahkeme tarafından, "silahla kasten yaralama" suçundan tutuklandı.
İstanbul Anadolu 7.Sulh Ceza Hakimliği’nin tutuklama gerekçesinde; “…….müştekinin şüpheli tarafından bir süre aralıklı olarak darp edildiğine dair görüntülerin olduğu, müştekinin herhangi bir karşı koyma eylemli sergilemediği halde Halil Sezai’nin eylemlerinin devam ettiği, delillerin tam olarak toplanmadığı, olayla ilgili kişilerin etki altına alınarak delillerin karartılma ihtimalinin bulunduğu ve adli kontrol tedbirinin mevcut soruşturma yönünden yetersiz kalacağı” ve bu nedenle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu belirtilmiş.
15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sokağa çıkın çağrısını hedef alarak "Bu memlekette polis var, meclis var, yargı var! Millet sokağa çıkıp askerle mi çatışsın? Bu nasıl mantık? Derdiniz ne? Bu nasıl Çağrı" şeklinde tweet atıp darbe destekçiliği yapan ama darbenin önlenmesiyle tweet’ini silen Halil Sezai Paracıklıoğlu savunmasız yaşlı bir insana vahşice saldırmadan önce memlekette polisin olduğunu, yargının olduğunu düşünmedi mi?..
Başkalarına verdiği aklı kendi kullanmadı mı?
Hayır.
Çünkü bu tipler polisi, yargıyı başkalarına akıl verirken hatırlarlar.
" Yaklaşık 36 senedir yaşıyorum ne bir bilim, ne bir felsefe, ne bir sanat, ne bir spor dalında dünyada herhangi bir şeyde göremedim. Hiçbir şey göremedim ve bundan bıktım artık, sıkıldım, çok sıkıldım” diyerek entel nutukları çeken Sezai’nin maskesi yaptığı saldırı ile düştü.
Nabza göre şerbet vererek sürdürdüğü saltanatın sonuna geldi.
Sanatçı kisvesi altında içlerinde kin ve nefret biriktirenler, savunmasız babası yaşındaki yaşlı bir insana vahşice saldıranlar ne kadar yaşarsalar yaşasınlar ne bilim, ne felsefe, ne sanat ne de bir spor dalında hiçbir iyi şey görmezler/göremezler.
İyi bir şey görmek için önce iyi olmak gerekir.
Görmek için bakmak gerekir.
Bakmak için de göz kullanılır.
Devekuşu gibi kafasını kuma gömüp gözlerini devre dışı bırakanlar neyi görecek?..
Oysa Atatürk; “Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibidir. Hatta kastettiğim manayı bu söz de ifadeye yeterli değildir Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur, bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur. Birçok unsurlar o felaketin derecesini fark etmez, fark ettiği gün de ne kadar müthiş bir etkinlikle çalışmak gerektiğini tahmin edemez”,
“Sanatkar, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” diyerek sanata ve sanatçıya verdiği önemi çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Ancak; Halil Sezai ve onun gibiler Atatürk’ün ifade ettiği, yoklukları milleti bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibi yapan sanatçılardan değildirler.
Aksine varlıkları millete yüktür.
Çünkü onların milleti yaşatmak gibi bir dertleri yoktur.
Onlar milletin sırtında yaşarlar.
Teröriste terörist, darbeciye darbeci, katile katil, bölücüye bölücü, tecavüzcüye tecavüzcü diyemezler.
Çok çevrecidirler ama villaları için ağaç katliamı yaparlar, hazine arazisini işgal ederler, kaçak inşaat yaparlar.
Bunlardan mahallesinin koruması altında olan bazıları da şiddet, hakaret ve skandallardan sanatlarını(!) icra etmeye vakit bulamazlar.
Pandemi süreci yaşattığı zorlukların yanında, bu tiplerin maskelerini indirip gerçek yüzlerini ortaya çıkartarak hayırlı bir gelişmeye de vesile oldu.
Kadına, çocuğa, engelliye, yaşlıya ve hayvana şiddet uygulayan ve tecavüz edenler elbette yargıda hesap vereceklerdir.
Ancak; bunları teşhir etmek, yaptıklarını unutturmamak toplum vicdanında mahküm etmek hepimizin görevidir.
Bunları dinlemeyerek, izlemeyerek, her fırsatta yaptıklarını suratlarına çarparak “meşhurluk” saltanatı sürmeleri önlenebilir.
Yüz verildiği takdirde astarını da isteyecekleri unutulmamalıdır.
Burdur'da 3 yıl önce şehit olan Jandarma Uzman Onbaşı Hikmet Zengin için verilen Devlet Övünç Madalyası'nı alan annesi Ayşe Zengin, biriktirdiği 3 bin lirayla oğlu için kurban kesilip, askerlere ikram edilmesini istedi.
Halil Sezai gibi şımartılmış meşhur (!) muhalifgiller, babası yaşındaki savunmasız insanlara tekme tokat saldırır “ezan mı okudun lan sen” diye hakaret ederken, evladını vatan için şehit veren Ayşe anne dişinden tırnağından biriktirdiği parayla oğlu için kurban kesilip askerlere dağıtılmasını isteyecek kadar asil bir davranış sergiledi.
Ayşe annenin sadece elleri değil ayakları da öpülse buna değer.
Bir savunmasız ve babası yaşındaki bir yaşlıya acımasız şiddet uygulayan meşhur(!) sanatçı(!) Halil Sezai’ye bakın...
Bir de şehit oğlu için kurban kestirip askerlere dağıtacak kadar cömert ve asil ama meşhur olmayan Ayşe anneye.
Hangisinin yokluğu milletin hayat damarlarının kopmasına neden olur?..
Hangisi Atatürk’ün ifade ettiği; “ toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”
Mevlana;
“Asalet boyda değil soyda,
İncelik belde değil dilde,
Doğruluk sözde değil özde,
Güzellik yüzde değil yürektedir,” derken sanki Anadolu irfanını temsil eden Ayşe anneyi tanımlamış ve bu tanımlama Ayşe Anneye ne de güzel yakışmış.
Zihin fukara olunca akıl ukala olurmuş…
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Halk TV’de Şirin Payzın’ın programına katıldı.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin ibadete açılmasıyla birlikte Müslümanların, “Sıra Hilafet’e geldi” şeklindeki hatırlatmaları sonrası yaşanan tartışmaları tekrar gündeme getiren Payzın’ın, “Türkiye’de bir hilafet olabilir mi tekrar?” diye sorması üzerine;
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Meclis’in etkisinin kalktığını ileri süren Karamollaoğlu, “Türkiye'de aslında hilafet vardı. Ancak, bu arkadaşlar ortadan kaldırdılar” dedi.
Hilafet kaldırıldığı esnada Mustafa Kemal’in, “Hilafet TBMM şahsı manevisinde mündemiç olduğu için kaldırılmamıştır” şeklindeki sözünü hatırlatan Karamollaoğlu, bu sözü değerlendirirken Hilafetin aslında kaldırılmadığını, “Meclis’in gücünün alınmasıyla” AK Parti’nin kaldırdığını öne sürdü.
Sayın Karamollaoğlu’nun mesnetsiz ve tarihi gerçeklerle bağdaşmayan bu açıklaması ittifak ortaklığı uğruna yaşadıkları benzerlerini daha önce de gördüğümüz ağır savrulmayı bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Çünkü tarihi kayıtlar çok farklıdır.
“1 Kasım 1922'de saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı ve halifeliğin yetkileri dinî konularla sınırlandırıldı. Vahdettin'in ülkeyi terk etmesinden sonra, Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçildi. Kendisine sadece Müslümanların halifesi unvanını kullanması bildirildi. Halife olan Abdülmecit Efendi'nin, zamanla hükümetin talimatlarının dışına çıktığı görüldü. Kendisini devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum ise yeni rejim için bir huzursuzluk kaynağı oluyor ve tedbir alınması gerekiyordu. Diğer taraftan halifeliğin yabancı güçler tarafından aleyhimize kullanılmasından endişe eden Mustafa Kemal Paşa 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasına karar verdi.
l Mart 1924 tarihinde yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında, bu düşüncesini açıkladı. 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırıldı”.
Yoldan geçen bir ortaokul öğrencisine sorulsa ya da arama motorunda çok basit bir sorgulama ile öğrenilebilecek bir gerçeği sırf siyasi karşıtlık ve karşı mahalleye şirin görünmek uğruna yok sayarak, halifeliğin AK parti tarafından kaldırıldığı iddiası tam bir kara mizah örneğidir.
Sayın Karamollaoğlu tarihten sözlüye kalksa ve bu cevabı verse alacağı cevap “otur sıfır” olurdu.
Siyasette zaman zaman mizaha başvurulabilir.
Ama mizahın da bir dozu vardır, ölçüyü kaçırırsanız güldüreyim derken gülünç olursunuz.
Güldürmekle gülünç olmak aynı şey değildir.
Ayrıca; güldürmek için değil düşündürmek için de mizah yapabilirsiniz.
Sayın Hulusi AKAR’ın; “Hayal gören Macron'un kendisi. İki yüzyıl önce ölen Napolyon'un rolünü kapmaya çalışıyor ama buna gücünün ve boyunun yetmeyeceğini de hep beraber görüyoruz." ifadelerini dikkatli okursanız hem kararlılığın, hem gerçeği vurgulamanın ve hem de siyasi mizahın zarif bir örneğini görebilirsiniz.
Namık Kemal ne güzel söylemiş;
“Zihin fukara olunca, akıl ukala” olurmuş..