2016 yılından bu yana Türkiye aleyhine faaliyetlerin odağında yer alan hatta 15 Temmuz darbe girişimini finanse ettiği iddia edilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed el-Nahyan’ın Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede kısa vadede Türkiye’ye 10 milyar dolarlık yatırım yapacağını açıklaması, orta vadede bu yatırımların 100 milyar dolara çıkacağının belirtilmesi, ekonomik ve rasyonel verilerle izahı mümkün olmayacak şekilde doların yüksel(til)mesi ile ellerini ovuşturanların psikolojisini fena halde bozdu.
Hani BAE 15 Temmuz’un finansörü değil miydi, ne oldu da Nahyan’la görüşüyor Erdoğan” diyen besleme/fondaş medya trolleri bu ülkede yapılan tüm darbelerin planlayıcısı ve darbecilerin hamisi ABD’den demokratik(!) katkı beklediklerini unuttuğumuzu zannediyorlar.
Bu ziyaretle ilgili olarak Twitter hesabından paylaşım yapan Sayın Kılıçdaroğlu; “BAE Veliaht Prensi geldi, hazır ola geçtin Erdoğan. Ne oldu senin Rabia’na, ihvanına? Hep söylüyorum; Saray’ın her şeyi yalan dolan, her şeyi boş algılardır. Ucunda para varsa anında satarlar davalarını. Hakiki Müslümanların Saray’ın yanında yeri yoktur” ifadelerini kullandı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 19 Mayıs 2021 tarihinde TRT Haber’de katıldığı yayında 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin bir soruya, “15 Temmuz onların (ABD) talimatı ile oldu. BAE, 15 Temmuz’un ABD ile birlikte faili. BAE ABD’nin en önemli operasyonel partneri” cevabını vermişti.
Gerçekten de BAE altı yıldır hasmane bir politika izleyerek her platformda Türkiye’nin karşısında yer almıştı.
Arap Baharı ayaklanmalarında Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri desteklemesi Müslüman Kardeşleri siyaset ve güvenlik açısından bir tehdit olarak gören BAE hanedanını endişelendirmişti.
Türkiye; BAE, Mısır ve Suudi Arabistan tarafından ambargo uygulanarak darbe yapılmak istenilen Katar’ın yanında yer almış, Birleşmiş Milletler ’in desteklediği hükümete sağladığı destekle BAE’nin desteklediği Hafter’in başkenti ele geçirmesini önlemiş ve Türkiye’nin Somali ile iyi ilişkiler kurması BAE’ni rahatsız etmişti.
Hatta çok fazla geriye gitmeye gerek yok, Türkiye’den kaçan bir mafya artığını ağırlayarak her gün yeni bir yalan, iftira ve hakareti piyasaya sürmesine de izin veriyordu.
Kuşkusuz bunda Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner ile yakın ilişkilerine bağlı olarak İsrail’le normalleşmelerinden kaynaklanan aşırı güven, Trump’ın silah satarak karşılığında güvenlik(!) garantisi vermesi ve yine Trump’ın Körfez ülkelerinin korkulu rüyası olan İran’ı kıskaca alan ağır yaptırımlarının büyük rolü vardı.
Hatırlanacağı üzere; Trump'ın görevden ayrılması öncesinde Jared Kushner’in çabaları ile imzalanan İbrahim Anlaşmaları İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas arasında uzlaşı sağlanmıştı.
Ancak Biden dönemiyle birlikte ABD’nin İran ile yeniden nükleer görüşmeler başlatacağını açıklaması, Körfez ülkelerini o meşhur kürenin etrafından uzaklaştırıverdi.
Biden ’in ilk kararlarından biri BAE ve Suudi Arabistan’la yapılan silah satış anlaşmalarını geçici olarak durdurmak olurken, F-35 alma talebi de normalleşmeye çalıştığı İsrail’in taş koymasıyla reddedildi.
Böylece ABD/İsrail şemsiyesi altında kendilerini güvende hisseden, körfez ülkeleri açısından mutlu günler geride kaldı.
ABD Körfez ülkelerine bir bakıma ne haliniz varsa görün dedi.
İşte bu gelişmeler ışığında; mezhepçi İran’ın yeniden karşılarına çıkarak ülkelerini karıştırma ihtimali, verdikleri onca tavize rağmen ABD/İsrail’den beklentilerin asla küre dönemindeki seviyesine gelemeyecek olması, 2030 yılından itibaren fosil yakıtların kademeli olarak kullanılmama kararına bağlı olarak piyasadaki araçların en az üçte birinin elektrikli olması hedefi, yıllardır petrole sahip olmanın verdiği güçle strateji geliştiren körfez ülkelerini yeni politikalar belirlemeye zorladı.
Bu çerçevede; Özellikle rüyalarına giren İran tehdidi başta olmak üzere karşılaşılabilecekleri muhtemel riskleri göz önüne alan BAE’nin yeni bir bölgesel politika arayışı, Türkiye’nin ise Pandemi sonrası bölgedeki yeni şartlara bağlı olarak dış politikasını şekillendirme isteği ilişkileri bugünkü seviyeye taşıdı.
Dubai Kamu Politikaları Araştırma Merkezi Genel Direktörü Muhammed Baharoon’a göre, "BAE’nin Türkiye’den beklentisi, çerçevesi geniş bir ortaklık ilişkisi. Ekonomik işbirliği siyasi ve güvenlik konularında işbirliğini etkinleştirir".
Yani Türkiye’yi sadece ekonomik ilişkiler kuracakları bir bölgesel güç değil, güvenlikleri açısından da güçlü ve değerli bir garantör olarak görmeleri, BAE’ni geçmişteki hasmane politikaları bir yana bırakıp Türkiye ile işbirliği yapmaya yönlendirdi.
Bu bir dostluk ilişkisi değil, karşılıklı ülke çıkarlarına dayalı bir ilişkidir.
İngiltere’nin eski Başbakanlarından Lord Palmerston’un; “İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmeyen çıkarları vardır” sözü uluslararası ilişkilerdeki mottodur. Elbette Azerbaycan gibi Pakistan gibi derin dostluklar kurulan ülkeler vardır, ancak bu istisnadır.
Sadece BAE değil, hasmane politikalarından vazgeçen ve uzlaşılabilecek bir noktaya gelen her devletle elbette işbirliği yapılmalıdır.
Uluslararası ilişkiler; atarlı ergen davranışlarıyla, ilkokul öğrencilerinin yaptığı gibi “küstüm oynamıyorum” tripleriyle yürütülmez.
Türkiye dünyadaki en büyük düşmanı olan ABD ile diplomatik ve ekonomik ilişki kurmuyor mu?..
Teröre ve terör örgütüne en büyük desteği veren, darbecileri koruyup kollayan AB ülkeleri ile diplomatik ve ekonomik ilişki kurmuyor mu?..
Bütün darbelerin destekçisi ve en son 15 Temmuz darbeci artıklarının hamiliğini yapan NATO ile ilişki yürütmüyor mu?..
Burada mesele ilişki kurduğunuz ülkelere teslim olmamaktır.
Ve asıl teslimiyet, Viyana Sözleşmesine göre sizin iç işlerinize asla burunlarını sokmamaları gereken büyükelçilerden ülkenize yapılacak yatırımı engellemeleri için yardım istemektir.
İşte bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Ne oldu senin Rabia’na, ihvanına?” diyerek eleştiri getirmesinin hiçbir değeri yok.
Siyasi çıkar için darbeci Fetö’cülerden medet uman, onların verdiği tape’leri Meclis Kürsüsünden okuyan, 15 Temmuz’a kontrollü darbe ve tiyatro diyerek darbecilere destek veren, darbe gecesi tankların önüne çıkmak yerine tankların arasından yol verilerek gittiği evde çay kahve içerek TV izleyen, söylemleri ile Yunanistan, Esed, Hafter, Biden, Paşinyan ve Kıbrıs Rum Kesiminin söylemleri arasında fark bulunmayan, PKK’nın siyasi uzantısı ile işbirliği yapmaktan çekinmeyen ve yabancı ülkelere; Türkiye’ye yatırım yapmayın diyerek çağrıda bulunan bir zihniyetin asla Rabia hassasiyeti taşımadığını biliyoruz.
Zaten sinirlerini bozan bir Katar varken başlarına bir de BAE çıktı.
Döviz saldırıları ile köşeye sıkıştırdıklarını zannettikleri Türkiye’ye yatırım yapacağını açıklayan BAE pişmiş aşlarına su kattı.
Yarın birileri çıkıp “BAE’li öğrenciler Üniversitelere sınavsız alınacakmış” yalanını üfürürse şaşırmayız.
Mesele bu kadar basit.
BAE başka ülkelerde yapınca bu ülkeler davalarını satmış mı oluyorlar?..
Şu anda Türkiye’de doğrudan yatırım yapan ülkeler; Hollanda, ABD, İngiltere, Avusturya, Almanya, İtalya olarak sıralanıyor.
O kafaya göre bu ülkeler bizi batın almış mı oluyorlar?..
Dolar ABD’den, Batı’dan gelince iyi; Katar’dan, BAE’den gelince kötü mü oluyor?..
Bu nasıl bir gaflet ve cehalettir?..
Bu gaflet ve cehaletin hakiki Müslümanlık kılıfıyla örtülmeye çalışılması ise ibretliktir.
Hakiki Müslüman bu ülkeye yapılan yatırımdan rahatsız olmaz.
Hakiki Müslüman ülkesini yabancı ülke büyükelçilerine şikâyet etmez.
Hakiki Müslüman binlerce masumun katili bölücü terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı ile işbirliği yapmaz, işbirliği yaptığı halde yapmıyoruz diye yalan söylemez.
Hakiki Müslüman, “PYD bir terör örgütü değildir” demez.
Hakiki Müslüman, yıllarca Ermeni işgali altında tutulan dağlık Karabağ’ı kurtarması için kardeş Azerbaycan’a yapılan askeri yardımdan rahatsız olmaz.
Hakiki Müslüman Akdeniz’deki enerji kaynaklarını korumak ve ekonomiye kazandırmak için meşru Libya Hükümeti ile anlaşma yapılasından rahatsızlık duyarak Libya’da ne işimiz var demez, gayrimeşru Hafter’e destek vermez.
Hakiki Müslüman, yüzbinlerce Müslümanın katili olan Esed’e övgüler düzüp ayağına heyet göndermez.
Hakiki Müslüman, ırkçılık/faşistlik yapmaz, göçmenlere suyu on kat pahalı satmaz, 100 kat zamlı nikâh ücreti almaz.
Hakiki Müslüman, namus ve şeref sözü verdiği halde işçilerin ekmekleri ile oynanmasına kayıtsız kalmaz.
Hakiki Müslüman sınav sabahı Katarlı öğrenciler sınavsız Türk Üniversitelerine alınacak yalanını söyleyerek sınava giren gençlerin moralini bozmaz.
Hakiki Müslümanlık bahsine girersek yazılacak o kadar çok şey var ki kitap olur.
Uzun lafın kısası; Bu ülkede yapılan bütün darbelerin organizatörü ve terör örgütü PKK’nın hamileri ABD ve AB ülkeleri ile nasıl ki bu gerçeği bilereksiyasi/ekonomik ilişkiler yürütülüyor ise düşmanca politikalarının bir yarar getirmeyeceğini gören BAE ile de her şeyin güllük gülistanlık olmadığını bilerek ve ülke çıkarları gözetilerek ilişki kurulması rasyonel bir politikadır.
Türkiye kazandığı müddetçe sorun yoktur.
Sorun; para ABD’den, Avrupa’dan geldiğinde dert etmeyip Arap ülkelerinden geldiğinde bunu davayı satmak olarak gören ucuz/ezik zihniyettedir.
Sorun; Kurtarıcı olarak gördükleri, bağımsızlığımızın baş düşmanı IMF ile otel odalarında gizli kapaklı görüşerek biat beyanında bulunan mandacı zihniyettedir.
Gerisi yalan dolan ve boş algılardır.
Çuvalcı ABD askerlerine çay ikram eden, Rand raporuna görüş yazan ve Rudaw denilen kuruma demeç verip PKK'yı öven birini kurucu üye yapmak nasıl bir gaflettir?..
Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından yürütülen soruşturma çerçevesinde DEVA Partisi kurucularından Metin Gürcan'ın, "siyasi casusluk" yaptığı bilgisine ulaşılması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Gürcan, uzun süre fiziki ve teknik takibe alındı.
Soruşturma çerçevesinde Gürcan'ın yurt dışı bağlantılarına siyasi bilgi sızdırdığının tespitinin ardından hakkında 'Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya casusluk amacıyla temin etme' suçundan gözaltı kararı verildi.
Öncelikle vurgulayalım ki hukukun temel ilkeleri gereğince; şüphe sanık lehinedir ve kişi suçu sabit oluncaya kadar masumdur.
Metin Gürcan söz konusu olduğunda geçerli olan hukukun temel ilkeleri, başkaları söz konusu olduğunda da geçerli ise mesele yoktur.
Bu cümleden olarak; bir zamanlar bakanlık yaptığı partiyi yerden yere vuran ve en ağır suçlamaları yönelten bir siyasinin, partisinin kurucuları arasında yer verdiği TSK Özel Kuvvetler bünyesinde yetişen 1998-2014 yılları arasında Güneydoğu Anadolu bölgesi, Irak, Afganistan, Kazakistan ve Kırgızistan'da görev yaptıktan sonra 2015 yılında kendi isteği ile emekli olan Metin Gürcan’ın, "siyasal ve askeri casusluk" iddiasıyla gözaltına alınması sıradan bir hadise değildir.
Ali Babacan yaptığı açıklamada; “Bugünkü gelişme siyasi bir nitelikteyse ve eğer hedef partimize yönelik bir tutumsa DEVA kadrolarını asla yıldıramazlar. Eğer bu işin arkasında bir siyasi niyet varsa, siyasi motivasyonla yapılan bir durumsa; biz yolumuza aynen devam ediyoruz.” Diyerek olayı geçiştirmeye çalışsa da gözaltı kararı uzun süre fiziki ve teknik takibin sonucunda gerekli deliller elde edildikten sonra alınmıştır ve Ali Babacan’ın iddia ettiği gibi partisine yönelik bir yıldırma gibi palavralarla geçiştirilecek bir hadise asla değildir.
2008-2010 arası ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü'nde 'Bölgesel Kürt Yönetimi ile Bağdat merkezi yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisi' adlı teziyle Güvenlik Çalışmaları alanında master derecesi alan Gürcan; ABD açısından çok özel önem verilen bir kişilik.
Bu konuyla ilgili olarak Star (Dijital Gazete 27/11/2021) yazarı Ersoy Dede’nin, "Ali Babacan, Metin Gürcan'a kefil olur mu?" başlıklı yazısında çok ilginç ayrıntılar var.
"Metin Gürcan'ın adını geniş kitleler, önce CIA'nin gölge kuruluşlarından RAND Corporation tarafından hazırlanan "darbe raporunda" duydu. Bu raporda tam 39 yerde CIA kendisine referans vermişti. Türkiye için darbe planları yapan bir organizasyonun eski bir Türk askerine bu kadar atıf yapması kuşkusuz dikkat çeken bir durumdu. Gürcan'ın, 15 Temmuz darbe girişimi için "isyan" (uprising) dediği yazısı alınmıştı rapora.
Ve özellikle darbenin başarısız olma nedenleriyle ve darbe sonrası tasfiyelerle ilgili yorumlarına yer verilmişti. Bu kadar da değil. Sarsıcı bir iddia daha var gündemde. Metin Gürcan'ın Süleymaniye'de Türk karargâhını basan ABD'li askerlerle o vahim olay sonrası oturup çay içip sohbet ettiği, Özel Kuvvetler' den de bu nedenle uzaklaştırıldığı iddia edildi.
İrtibat subayı olarak Amerikalıları ziyaret ettiğim doğrudur diyen Gürcan'ın bu olay sonrasında National Security Affairs'a bağlı Naval Postgraduate School'da yüksek lisans yapması dikkatli gözlerden kaçmadı”.
Türk DEGS kurucusu ve mavi vatanın isim babası Emekli Amiral Cihat Yaycı; "...Çuval geçirecekler başına, tutacaksın sen de asker olarak çay ikram edeceksin!... Rand raporuna görüş yazacaksın. Rudaw denilen kuruma demeç verip PKK'yı öveceksin, askerine bacak arasından ateş edeceksin, ondan sonra da FETÖ'cüler adamı koruma altına alacaklar. Böyle bir şey yok..." ifadeleri ile Gürcan’ın gerçek kimliğini çok iyi özetlemiş.
Hepsi bir tarafa Türkiye’ye ayar vermek ve yeni bir darbe için nelerin yapılması gerektiğinin ele alındığı raporda tam 39 yerde referans alınan bir kişinin siyasi ve askeri casusluk yaptığı iddiası ne kadar vahim ise böyle bir kişinin bir siyasi partiye kurucu yapılması da o kadar vahimdir.
Hatırlarsanız DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ankara’nın Kahraman Kazan ilçesinde yaptığı esnaf ziyaretinde bir vatandaş; “Allah akıl fikir versin, seni davar çobanı tutan olmazdı. Sen AK Parti’de itibar kazandın. AK Parti’nin karşısına geçince kime hizmet edeceksin?” ifadelerini kullanmıştı.
Ali Babacan’ın vatandaşa, “Ben üç nesildir ticaret yapan bir ailenin çocuğuyum. Memleketi yönetmedik mi yıllarca, hadi yönetsin şimdi, niye yapamıyor?” ifadeleriyle cevap vermesi üzerine vatandaş da; “Sen anca çarşaf satmayı bilirsin, git çarşafını sat” demişti.
Meğer vatandaş ne kadar doğru söylemiş!...