Kamu vicdanında kabul görmeyen kararları veren yargıçları haklı olarak eleştiriyoruz ama ite kopuğa pabuç bırakmayarak görevini titizlikle yerine getiren, tehdit edilseler de geri adım atmayan cesur yargı mensuplarının varlığı topluma huzur veriyor.
Hatırlarsanız İstanbul’da bir doktorun liderliğini yaptığı çetenin yenidoğan bebekleri Tekirdağ Çorlu, İstanbul; Bağcılar, Büyükçekmece, Esenyurt ve Beylikdüzü'nde anlaştıkları 8 hastanenin yoğun bakım servisine sevk ettirerek 1 milyar liranın üstünde haksız kazanç sağladıkları ve 12 bebeğin ölümüne sebep oldukları iddiasıyla Büylükçekmece C. Başsavcılığınca geçtiğimiz Nisan ayında başlatılan soruşturma kapsamında aralarında doktorlar ve hemşirelerin de olduğu 25 şüpheli tutuklanmıştı.
İddiaya göre çete üyeleri SGK'ye günlük 8 bin lira fatura kesebilmek için ya yeni doğan sağlıklı bebekleri, sisteme yanlış kan değerleri değerleri girerek hastaymış gibi anlaşmalı oldukları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerinde tutuyorlar ya da hasta bebekler, yoğun bakımı tam teşekküllü olan hastaneler yerine eksik cihazlar ve malzemeler bulunan bu özel hastanelere sevk ediliyordu.
Savcılık soruşturmasına giren ses kayıtlarına göre söz konusu ünitelerde görevli olmaları gereken doktor ve hemşireler hastaneye gitmiyor, verilmeyen ilaçlar verilmiş gibi kayda geçiyor, bebeklerin bakımları hemşire yardımcıları gibi deneyimsiz personele bırakılıyordu.
Tehditlere rağmen tamamlanan soruşturma sonucunda tutuklanan şüphelilerin; kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, örgüte bilerek isteyerek yardım etme, ihmali davranışla kasten adam öldürme, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, resmi belgede sahtecilik, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak gibi suçlarından cezalandırılması istendi. Örgüt lideri F.S. ve İ.G. hakkında ayrı ayrı 273'er yıla kadar, diğer 45 şüpheli hakkında ise çeşitli suçlardan değişen oranlarda toplam 1775 yıl hapis cezası talep edildi.
Anadolu Ajansı’nın aktardığına göre 30 Ağustos’ta avukat Aylin A. çeteyle ilgili soruşturma yürüten savcıyı önce telefonla aradı sonra da makamında görüşerek “bazı şüphelilerin tahliyelerini gerçekleştirmezse kendisine suikast yapılacağını, savcının ailesinin yaşadığı yerleri de söyleyip, onlara da zarar verilebileceği” tehdidinde bulundu ve bu planın, ‘Papa suikastı’ gibi birçok olayı gerçekleştiren güçlü(!) bir silahlı grup tarafından yapılacağını söyledi.
Bu tehditler üzerine soruşturma başlatılırken, savcının yakınlarının özel bilgilerine ve yaşadıkları yerlere ilişkin bilgilerin, ikisi İstanbul birisi Beytüşyşebap’ta görev yapan üç jandarma personeli tarafından verildiği belirlendi.
Teknik ve fiziki takip yapılırken şüphelilerin savcı ile görüşme talebi, olayın delillendirilebilmesi amacıyla kabul edildi ve savcısının makamına yerleştirilen kayıt cihazı ile görüşme kayıt altına alındı.
Bu görüşmede Mustafa Kemal Z ; “Sadece seni koruyarak olmaz, markete giden eşini, camiye giden babanı, çocuklarını da korumak lazım, bu adamlar devlet için yurt dışında operasyon yapan adamlar, sokakta mermiye kafa atacak 500 adamları var, içeridekileri sal, benimle fotoğraf çekip paylaş sana hiç kimse dokunamaz" diyerek savcıyı alenen tehdit etti.
Başsavcılığın talimatıyla harekete geçen İstanbul Jandarma Komutanlığı ekipleri savcının kişisel bilgilerine ulaşan şahısların da aralarında bulunduğu 10 kişiyi gözaltına aldı.
Şimdi içinizden muhtemelen “Cumhuriyet Savcısını üstelik makamında tehdit edenler sıradan vatandaşlara kim bilir neler yapmaz?” diyorsunuzdur.
Aynen öyle.
Bu suç şebekesinin elemanları Türkiye Cumhuriyetinin Savcısını üstelik makamında tehdit etmek cesaretini(!) kimlerden almaktadırlar?
Çete mensuplarından hukuka saygılı olmalarını beklemiyoruz da eyleminin sonuçlarının ne olduğunu bilmesi gereken bir avukat hangi cesaretle(!) savcıyı tehdit edebiliyor?
Devlet için yurt dışında operasyon yaptıklarını iddia eden ve sokakta mermiye kafa atan suç makinaları kimlerdir?
Devlet ne zamandan beri sokak serserilerinden medet umar olmuştur?
Bir savcının bir çete elemanıyla fotoğraf çekip paylaşması onu nasıl ve neden dokunulmaz kılmaktadır?
Hangi onurlu savcı böyle aşağılık bir talebi kabul eder?
MİT’in de devreye girmesiyle bu aşağılık tehdidin arka planı ve çetenin bağlantıları ortaya çıkartılmalı, bedelini(!) ödediklerinde gece yarısı tahliye kararı verebilecek birilerini bulacaklarını zanneden ve suçlulara ödül gibi olan İnfaz Sistemine güvenen çeteye hak ettiği ders mutlaka verilmelidir.
Çünkü Sayın Savcımızın şahsında tehdit edilen hukuktur yani devlettir.
İşbirliği yaptıkları müptezellerle devleti dolandırdıkları yetmezmiş gibi 12 bebeğin ölümüne sebep olacak kadar gözlerini para hırsı bürümüş çeteye, savcıyı/devleti tehdit etmenin ne demek olduğu anladıkları dilden ve yaşadıkları sürece asla unutamayacakları bir şekilde anlatılmalı, bundan sonra kimse aynı şeyleri değil yapmak aklından bile geçirmemelidir.
Çeteler ve çete artıkları himmet (yani rüşvet) karşılığı Fetö’nün cüppeli beslemelerine her istediklerini yaptırarak devlete kafa tutuyorlardı.
O saltanat günleri geride kaldı ama yine de yargı içindeki çürük elmaların tamamen temizlenemediğini HSK’nın soruşturmalarına da konu olan şaibeli kararlardan biliyoruz.
Mesela; Interpol’ün kırmızı bültenle aradığı “Bolle Jos” (Tombul Jos) lakaplı Joseph Johannes Leijdekkers liderliğindeki uyuşturucu kartelinin Türkiye’de yakalanan yönetici ve üyelerinin yargılandığı davanın 15 tutuklu sanığının tümü için tahliye kararı veren İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve üyeleri HSK tarafından açığa alınmıştı.
Savcılığın itirazı sonucu İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi tahliye edilen sanıklardan 7’si hakkında yeniden tutuklama kararı verdi ama tahliye edilen sanıkların hiçbirine ulaşılamadı.
Açığa alınan hâkimler hakkında HSK müfettişlerinin hazırladığı raporda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na mail yoluyla gelen, mahkeme başkanının tahliye kararları için çetenin Türkiye ayağını yönetmekle suçlanan sanık Abdullah Alp Üstün’le 730 bin dolara anlaştığı iddiasına yer verildi ve hâkimlerin meslekten ihraçları önerildi.
İstanbul Küçükçekmece’de 6 Nisan 2018’de düzenlenen operasyonda gözaltına alınan İranlı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti beş adamıyla, “adam öldürmek”, “cinayete azmettirmek” ve “FETÖ üyeliği” suçlarından tutuklandı.
6 ay tutuklu kalan Zindaşti ve üç adamı 19 Ekim 2018 günü gece yarısı paldır küldür tahliye edildi. Soruşturma savcısı karara itiraz etti. Dosyayı ele alan İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimi tekrar tutuklama kararı çıkardı ama Zindaşti ve adamları iki mahkeme arasındaki üç saat gibi kısa sürede cezaevinden çıkıp sırra kadem bastılar.
Tahliye kararı veren hâkim üç sene sonra meslekten ihraç edildi ama kaçan kaçtı.
Kim bilir HSK’nın elinde daha böyle kaç dosya var?
Çok sayıda suç kaydı olan suç makinalarının ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda dolaşmaları, onlarca suç işlemelerine rağmen bir türlü tutuklanmamaları, adli kontrol sisteminin göstermelikten ibaret olması çetelere ve çete artıklarına suç işleme cesareti veriyor.
Gündemde olan yargı reformunda kamu vicdanını rahatsız eden suçlara verilecek cezalar mutlaka arttırılmalı, suç işleyen bedelini ödemeli, bazı suçlarda tutuklu yargılama zorunlu olmalıdır.
Devlet kendisine karşı işlenen suçlar dışında hiç bir şekilde af çıkarmamalı, cezalar hâkimlerin takdirine bırakılmayacak kadar açık bir şekilde belirlenmeli, cinayet, tecavüz, orman yakma, öldürme kastıyla yaralama gibi ağır suçlarda hızlı yargılama yapılmalı, açık kasıt halinde indirim uygulanmamalıdır.
Kurallara uyan dürüst insanların ve haklarının korunması yani adaletin sağlanması suçluların ıslahından önemli ve önceliklidir.
Çünkü “adalet; toplum hayatında birliği ve beraberliği gözetmek, zulmü ortadan kaldırmak ve her hakkı sahibine vererek toplumsal barışı sağlamayı amaçlar.
Bu anlamda devlet ve toplum hayatını bekası adalete bağlıdır”. (http://ansiklopedi.tubitak.gov,tr/ansiklopedi-adelet_islamda/Nasi Aslan)
Bedel ödemeyen suçlunun ıslah olmasını beklemek fanteziden ibarettir.
İşte bu nedenle Adalet fantezi kaldırmayacak kadar değerlidir.
“Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi”.
Türkiye’nin dört bir yanında Filistin'e destek yürüyüşleri düzenlenirken, oyunları için devletin salon tahsis ettiği bir sanatçı müsveddesi Taksim Meydanı'nı dolduran vatandaşlarla ilgili skandal bir paylaşım yaparak; "Ne Filistin’miş be. Söylemeyim diyorum ama gerçekten artık mide bulandırıyorsunuz. Memleketinde neler oluyor. Ama sen çöl fareleri için yürüyorsun. Güzel. Devam" dedi.
Nobel Barış Ödülü bu yıl Japon Nükleer Silahlarla Mücadele Örgütü’ne verildi. Örgütün Eş Başkanı Toshiyiku Mimaki, ödülü aldıktan sonra şu açıklamayı yaptı:
“(Bu ödül için) Gazze’de çalışan insanların seçileceğini düşünmüştüm. Gazze’de kanlar içindeki çocuklar, anne babaları tarafından taşınıyor. Tıpkı 80 yıl önce Japonya’da olduğu gibi.”
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Gazze Soykırımı’nın dünya çapında kabul gördüğü, müzeler ve filmler aracılığıyla ezberlendiği bir geleceğin anlatıldığı İngilizce bir kısa film hazırladı.
Kısa filmde Gazze Soykırımı için dünyanın farklı ülkelerinde yapılan müzeleri gezen çocuklar dedelerine ve ninelerine “soykırım sırasında sen ne yapıyordun? diye soruyor”
Kısa filmi ilk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, sosyal medya sayfasından paylaştı.
En anlamlı destekse ise her zaman mazlumun ve masumun yanında yer alan onur abidesi Pink Floyd’un efsane solisti ve baş gitaristi Roger Waters’dan geldi.
Waters, bu videoyu bir mesajla tüm takipçileriyle paylaştı.
Efsane solist ve gitarist Roger Waters, Nobel ödülü alan Japon Nükleer Silahlarla Mücadele Örgütü’nün eş başkanı Toshiyiku Mimaki insanlık onurunun temsilcileri olarak Filistinli masumlara destek verirlerken içimizden bir lağım faresi Filistinli kardeşlerimize çöl fareleri diyerek nefretini kusuyor.
Filistin’e destek denilince midesi bulanıyormuş.
2016 yılında çektiği filmin adı “Bi O Kalmıştı” (B.O.K.) olan bu müptezelin lağım faresi olduğunu filminin adından anlıyoruz ve kazuratın içinde yaşayan lağım farelerinin midelerinin bulanmasına şaşırmıyoruz.
Onların midesi bulanmayacak ta çöl farelerinin midesi mi bulanacak?
Atalarımız ne güzel söylemiş.
“Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi”.