Tuhaf (mı?) olayların üst üste gelmeye başlaması acaba uyuyan hücrelere talimat mı verildi sorusunu akla getirirken, tepki gösterileceğini bilerek sinir uçlarına dokunan davranışlarda bulunan kamikazeler anlaşılan o ki toplumun ve devletin tahammül sınırlarını ölçmeye çalışıyorlar.
Muhtemelen gösterilecek tepkinin dozuna göre yeni “gösterilerde” bulunup bulunmayacaklarına karar verecekler.
Yani şu anda “test” aşamasındalar.
Hatırlarsanız Kayseri 2'nci Ana Bakım Fabrika Müdürü Albay İlhan Coşkun, 6 Eylül'de başörtüsü ve sakalı yasaklayan kurum içi bir emir yayımlayarak; "Müdürlükte görev yapan tüm personelin, lojmanlarda ikamet eden subay astsubay ve aileleri ile bunları ziyarete gelen misafirlerin ve iş takibine gelen şahısların türban, çember sakal, topuklara kadar uzanan pardösü vb. ideolojik amaç simgeleyen çağ dışı kıyafetler ile fabrika müdürlüğe girmesine ve komutanlık içerisinde gezmesine müsaade edilmeyeceğini” belirtmişti.
Skandal emirle ilgili soruşturma başlatılması üzerine "sehven imzaladım" diyerek paçayı kurtarmaya çalışsa da Bakanlık tarafından açığa alınmasını önleyemedi.
Albaylığa kadar gelmiş ve fabrika müdürlüğü yapacak kadar deneyimli(!) bir subayın, kazanılmış ve hukuki güvence altına alınmış hakları bir çırpıda yok sayan hukuk dışı ve keyfi emri sehven imzaladığına inanacak kadar “saf” değiliz.
Sen fabrikanla, üretimle ilgilen.
Sana ne fabrikada çalışan, lojmanda kalan subaylar ve misafirlerinin kılık kıyafetinden?..
Çalışanlar ya da misafirleri çember sakallı olunca üretim mi düşüyor?
Pardösülü hanımları gören makinaların ayarı mı bozuluyor?
Bu genelgede yer almadığına göre şortlu bayanlar; Balbo sakal, çapa sakal, kirli sakal, mutton sakallı erkekler geldiğinde makinalar daha yüksek verimle mi çalışıyor?
Kimse aklımızla dalga geçmesin, milleti de aptal yerine koymasın.
Bu bir “kafa göstermedir” ama sıkıyı görünce “sehven” numarasına yatılmıştır..
Yemezler.
Sert tepki gösterilmeseydi muhtemelen başka adreslerde benzer davranışların arkası gelecekti.
Hani şu emekli amiraller darbe çağrışımlı gece yarısı bildirisi yayımlamışlardı ya?..
Eğer hızla adli süreç başlatılmasaydı onu yeni bildiriler izleyecekti.
Yargı yakalarına yapışınca “Montrö’yu savunduk” numarasına yattılar.
Burada da öyle oldu.
Hızlı tepki gösterilince albay “sehven” numarasına sarıldı.
Albay Coşkun'un kime ve neye güvenerek 2011 yılında yayımlanan emri (dayatmayı) yenilediğini bilmiyoruz ama bu “kafa çıkarmaların” 2023’e hazırlık olduğunu tahmin etmekte zorlanmıyoruz.
Şimdilik helalleşme numaraları ile şirin görünmeye çalışıp havuç uzattıkları mütedeyyin kitlenin seçimden sonra defterini dürmek için hazırlık içinde olduklarının işaret fişeği olarak değerlendirilebilecek bu ve benzeri olaylar asla hafife alınacak münferit olaylar değildir.
Albaylığa yükselmiş bir subay davranışlarını sonucunu kestiremiyorsa zaten o üniformayı hak etmemiş demektir.
Ama sonucunu hesap ederek böyle davranıyorsa bunun adı meydan okumadır ve o üniformayı yine hak etmiyor demektir.
Bu meydan okumanın hesabı hukuk içinde soruluyor.
Geçmişte hesabı sorulmayan meydan okumaların nasıl bir kepazeliğe dönüştüğünü biliyoruz.
“15 Nisan 1997’de Erbakan’ın ailesiyle birlikte hacca gidişini irticai tehdit kapsamında göstermek isteyen Osman Özbek 17 Nisan’da Artvin’de düzenlenen bir programda “ulan P……..” şeklinde galiz ifadelerle devletin Başbakanına hakaret ve küfür etmişti.
O dönem Hürriyet gazetesi; "Bundan daha ağır sözler gelecek” manşetini atarak küfür ve hakaret etmek isteyenlere cesaret vermişti. Manşetin hemen altında ise Sedat Ergin mahreçli haberde “Tüm ordunun Osman Özbek’i desteklediği ve iktidarın istifa etmek zorunda olduğu” yönünde kurma haberler vardı. …………28 Şubat’ı resmen yöneten Cumhurbaşkanı Demirel’in, devletin Başbakanına yapılan küfrü meşrulaştırarak ‘’Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır’’ açıklaması, Demirel’in resmen bu kumpasın içinde olduğuna işaret ediyordu. Normal hukuk devletinde Başbakan’a küfür eden asker veya sivil kamu görevlileri mesleklerinden çıkarılıp yargı önünde yargılanırken Osman Özbek terfi ettirilerek tümgeneralliğe yükseltilmişti.” ( Yeni Şafak/ Bülent Orakoğlu 15 Eylül 2021).
Benzeri bir hadsizlik Tokat Valiliği’nin 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunda yaşandı.
Bir ay sonra ortaya çıkan görüntülerde uzun boylu bir subay telefon görüşmesi yaparak Tokat Valisi Numan Hatipoğlu'nun önünden geçerken onu görmezden geliyor ve küstah bir kibirle salona giriyor.
Ardından gelen 10 kişilik bir subay grubu da aynı küstahlıkla yine valiyi görmezden gelerek sanki babalarının çiftliğine girer gibi salona giriyorlar.
Yani organize bir küstahlık söz konusu.
Asla kabul edilmeyecek kibir gösterisinin ardından diğer askerî ve mülkî erkân tebriklerini bilinen usulle sunuyorlar.
Resepsiyona katılan bir grup rütbeli askerin gerçekleştirdiği bu tasarlanmış eylemin sosyal medyanın gündemine oturmasıyla (bir ay sonra) görevlerinden alınmaları ve soruşturma başlatılması geç kalınmış isabetli bir uygulamadır.
Belli ki bu küstahlığın üstü kapatılmaya çalışılmış.
Oysa aynı gün görevden uzaklaştırılmaları gerekirdi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli üniforması küstahlığı gizleme malzemesi değildir.
Şerefli Türk Ordusunun binlerce şerefli subayı sınırlarımız içinde ve sınırlarımız dışında canları bahasına görev yaparak bu ülkenin hak ve çıkarlarını korurken, Tokat’taki gibi kibir abidelerinin küstahlıklarına hiç kimsenin tahammülü yoktur.
Beyler siz kimsiniz?
Kimin adına ve neyin tafrasını yapıyorsunuz?
30 Ağustos zaferini siz mi kazandınız?
Devletin valisini görmezden gelmeniz yetmezmiş gibi babanızın çiftliğine girer gibi salona girerek neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz?
Dünyanın en disiplinli ordusu olan Türk Silahlı kuvvetlerinde böylesine disiplinsizlikler (aslında küstahlıklar) asla kabul edilemez.
MSB, eyleme karışanların görevden alındıklarını ve haklarında Yüksek Disiplin Kurulu tarafından işlem başlatıldığını belirterek gecikmeli de olsa yüreklere su serpen şu açıklamayı yaptı.
"30 Ağustos Zafer Bayramı münasebetiyle Tokat ilinde düzenlenen resepsiyonda meydana gelen ve hiçbir şekilde kabulü mümkün olmayan olaya karışanlar idari tahkikatın selameti bakımından derhal görevden alınmış, idari tahkikat heyeti oluşturularak olay tüm yönleriyle incelenmiş, değerlendirilmiş ve söz konusu personel haklarında gerekli işlem yapılmak üzere Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilmiştir.
TSK bünyesinde disiplin yani yasalara, kurallara uymak esastır. Aksi davranışlar asla kabul edilemez. TSK binlerce yıllık tarihimizden süzülüp gelen milli, manevi, mesleki değerlerimizden aldığı ilhamla milletinin emrinde, görevinin başındadır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur ."
Bakanlığın ifade ettiği üzere; bu küstahlık hiçbir şekilde kabul edilemez.
Siyasete çok meraklı iseler istifa edip siyaset yaparlar, boylarını ölçüsünü alırlar.
Üniforma ile siyaset yapılmaz.
Üniforma siyaset yapın diye değil hizmet edin diye veriliyor.
Asla münferit olarak görülmemesi gereken bu planlı ve sinsi davranışların anında ve en ağır bir şekilde cezalandırılması, geçmişte de örnekleri görülen ve kimileri ödüllendirilen ”sivilleri hizaya getirmeye” meraklı üniformalı küstahları caydırıcı olacaktır.
Demokratik düzen içinde ne sivilin askere ne de askerin sivile üstünlüğü yoktur.
Üniformalısı, üniformasızı tüm kamu görevlileri milletin ve devletin emrinde ve hizmetinde olmakla yükümlüdürler.
Bir yanda bu ülke için canlarını feda eden şehitlerimizin göğsümüzü kabartan fedakârlıkları ortada dururken diğer yanda sivilleri hizaya getirme meraklılarının gösterileri asla kabul edilemez.
Bunu anlamamakta direnen ve aynı şeyleri yaparak farklı sonuç alacaklarını zannedenler 28 Şubat davasında hüküm giyen 13 generalin rütbelerinin söküldüğü ve artık “er” oldukları gerçeğini asla unutmamalıdırlar.
Ya “atalarım(!) yaptı” deseydi?
En önemli icraatı mezarlıkta yeşil ibrik dağıtmak, musluk açmak ve 19 Mayıs’ta Pontus’cu Türk düşmanı Apolas Lermi’ye konser verdirmek olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu sosyal medya paylaşımında Pendik-Sabiha Gökçen Havaalanı Metrosunun maliyetini kendilerinin karşıladığını öne sürerek, "Bugün açılışı yapılan metro hattının maliyeti İBB tarafından karşılanmaktadır. Yani, aslında tüm ülkede olduğu gibi yatırımların tek sahibi kıymetli vatandaşlarımızdır. Pendik Sabiha Gökçen Havalimanı Metrosu İstanbul'umuza hayırlı olsun." Diyerek bir kuruşluk katkı vermediği bu büyük yatırımı sahiplenmeye kalkmıştı.
Elbette bütün yatırımların sahibi vatandaştır ama yatırımı vatandaş yapmaz ya devlet yapar ya da belediye yapar.
Laf salatası ile gerçekler örtülmez.
Kendisinin yapmadığı/yapamadığı, inşaatına başlananları da yapmaktan vazgeçtiği yetmezmiş gibi yapılanları da sahiplenmekten çekinmeyen İmamoğlu’na cevap Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğünden geldi.
Genel Müdürlükçe yapılan açıklamada; “Söz konusu metronun 4,4 milyar liraya mal olduğu, yatırımın; Bakanlık bütçesinden ve AYGM tarafından gerçekleştirildiği, hattın yapımına bakanlık dışında hiçbir kurumun harcama yapmadığı ve hattın işletilmek üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredildiği, belediyenin metro hattının gelirlerinden sadece yüzde 5'ini Hazine ve Maliye Bakanlığı'na devredeceği” bildirildi.
Yani?
Yanisi şu!..
Belediyenin yapmadığı/yapamadığı Metro hattını Bakanlık yapmış ve işletsin diye belediyeye devretmiş?
Peki bu palavraya şaşırdık mı?
Elbette ki hayır!..
Fazilet durağı yalanıyla kanı donan başkan yine insaflı davranarak “bizim” paramızla yapıldı demiş.
Ya “atalarım” yaptı deseydi?..
Başörtüsü meselesinde bir ikiyüzlülük denemesi…
AK Parti ile MHP, 2008 yılında Anayasa’nın 10’uncu ve 42. maddesinde değişiklik yaparak başörtüsü yasağı kaldırıldı.
Sonra CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Kılıçdaroğlu, Hakkı Süha Okay ve Kemal Anadol, Anayasa değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.
CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliğini iptal etti.
Bununla da yetinilmedi başörtüsüyle ilgili Anayasa değişikliği yaptığı gerekçesiyle AK Parti hakkında kapatma davası açılarak aralarında Erdoğan’ın da arasında bulunduğu birçok isimle ilgili olarak siyasi yasak getirilmesi talep edildi.
Ve birilerinin büyük beklentiler içinde oldukları bu dava AK Parti’nin kılpayı kapatılmaktan kurtulmasıyla sonuçlandı.
2013 yılında yapılan bir yönetmelik değişikliği ile kamuda başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ülkede başörtüsü sorunu yaşanmadı.
Şu anda bir yasak olmadığı halde CHP kanun teklifi vermekle neyi hedefliyor?
Çok basit, dün başörtüyü yasaklayanların, ikna odaları kurarak öğrencilerin başlarını açtıranların, binlerce öğrencinin eğitim haklarını ellerinden alanların ve Anayasa Mahkemesine başvurarak başörtüsü yasağının kaldırılmasını önleyenlerin kendileri olduğunu unutturmak ve mütedeyyin insanların oylarını alabilmeyi hedefliyorlar.
Peki işe yarar mı?
Asla!.. Çünkü katır bile aynı çukura iki kez düşmez.
Zaten kendilerinden başka kimse de ciddiye almadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamaya bu ucuz tezgâhı bozarak “samimiyseniz gelin bunu anayasal güvenceye alalım” çağrısında bulundu ama beklendiği gibi teklifi reddedildi.
Çünkü dert başörtüsüne güvence değil, geçmişte yaptıkları zulmü unutturmak ve mütedeyyin kesimden oy tırtıklamaktı.
Yani bu bir seçim havucuydu.
Kendi kazandıkları belediyelerde hiçbir işçinin çıkartılmayacağı için namus sözü verip te tutmayanların, oylarını aldığı başörtülülere yarın yasak getirmeyeceğine ve aynı zulmü yaşatmayacağına kim inanır? Ya da neden inanalım?
Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler”
Halk TV canlı yayınına katılan Kılıçdaroğlu Mersin Polisevi’ne yönelik saldırıda kendisini patlatan teröristin Dilşah Ercan olmadığını önceden bildiğini söyledi.
Saldırıyı üstlenen PKK açıklamasında; ‘Zozan Tolan’ kod adlı Ercan’ın bu eyleme katılmadığı, saldırıyı düzenleyen ‘Sara Tolhildan‘ kod adlı Dilara Ürper’le ‘Rûken Zelal‘ kod adlı Emel Feremez Hisên olduğu ve Dilşah Ercan’ın görevi başında olduğunu belirterek Kılıçdaroğlu’na asist yaptı.
Sonuçta; kahraman Polisimiz Sedat Gezer’i şehit eden katilin PKK’lı olduğu ve yüzlerce masunu katletmenin hedeflendiği bu alçak eylemin PKK tarafından düzenlendiği bizzat PKK tarafından açıklandı..
Israrla masum bir gazeteci olarak pazarlanmaya çalışılan ancak PKK kampında eylem sırasını beklediği bizzat örgüt tarafından teyit edilen terörist Dilşah Ercan silahıyla kameraların karşısına geçerek; “görevimin başındayım, faşist AKP-MHP rejimiyle hesaplaşmak benim en temel görevimdir. Buna layık olacağımı belirtiyorum. Bu fedai eylemin (mersin Polisevi saldırısı) ardılları olacağız” Açıklamasıyla kendisinin gazeteci değil eylem için sırasını bekleyen bir terörist olduğunu açıkça itiraf etti.
Dilşah ERCAN’ın PKK’lı bir terörist olduğu kendisi ve örgüt tarafından teyit edilip asker ve polisimize kurşun sıkmak için sırasını beklediği ve Mersin Polisevi saldırısının çok daha büyük katliam hedeflenerek PKK tarafından gerçekleştirildiği örgüt tarafından açıklanmasına rağmen PKK’ya toz kondurmadan, Dilşah Ercan’ın masum bir gazeteci olduğunda ısrar ederek devleti suçlayanlar Kandil’le yaşadıkları derin aşkı da ilan etmiş olmuyorlar mı?
Şair Sadrazam Koca Mehmet Ragıp Paşa ünlü Mısra-i Berceste’sinde ne güzel söylemiş;
“Şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler”