Son yerel seçimlerde HDP ile yapılan örtülü ittifakla özellikle büyük şehirlerde elde edilen seçim başarısından alınan güç ve cesaretle gelecekteki seçimler için bu işbirliği/ittifakın sürdürülmesi Millet İttifakı için hayati önem taşıyor.
O nedenle de ittifak aktörlerinin hapisteki Demirtaş’a sıcak mesajlar göndermeleri, sanki yargılanmadan ve suçlu bulunmadan hapse atılmış gibi “neden hapiste?” diyerek aklımızla dalga geçmeleri ve nihayet HDP’yi neden olduğu sorunu çözebilecek meşru bir aktör olarak ilan etmeleri ne kadar zorda olduklarını gösteriyor.
Sorunun bizatihi kaynağı olan bir siyasi yapıdan sorun çözümüne katkı beklenmesi boş hayal olsa da bu boş hayalin bile alıcılarının bulunması hayal satıcılarına cesaret veriyor.
Arada bir karşılıklı restleşmeler, “biz olmasaydık o sıralarda oturamazdınız sayemizde meclistesiniz”, “bize ayar vermeye kalkmayın” ve “siz kim oluyorsunuz da bize akıl veriyorsunuz?” la başlayan teatral posta koymalar olsa da sosyolojilerine, HDP’yi sevdirme hatta tıpış tıpış oy verme planı tıkır tıkır işliyor.
Bu süreçte Sezai Temelli gibi “asıl muhatap İmralı’dır” diyerek dillerinin altındaki baklayı çıkartanlar olsa da “kendi görüşüdür, partiyi bağlamaz” numaraları ile vaziyeti kurtarmaya çalışıyorlar.
Bilindiği gibi İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “HDP, PKK'nın uzantısıdır” açıklaması yapsa da bu ifadenin milliyetçi(!) seçmeni ürkütmemek için kullanılan bir yem olduğunu, yaşananlardan açık seçik görüyoruz.
Hatırlanacağı üzere; CHP, İyi Parti ve HDP ortak anayasa çalışması yaptıkları halde bunu gizlemeye çalışarak, TÜSES’in çağrısı üzerine bir araya geldiklerini söyleseler de CHP'yi temsilen buraya katılan İbrahim Kaboğlu, ortak ilkeleri belirlediklerini duyurmuş, İyi Parti'den ayrılarak Zafer Partisi'ni kuran Ümit Özdağ da bu çalışmanın taslağını kamuoyu ile paylaşmış ve olmadığı iddia edilen çalışmanın belgeleri çarşaf çarşaf yayınlanmıştı.
İşte bu ahval ve şerait içinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun; Anayasa Mahkemesinde hakkında dava açılan HDP’ye hayat öpücüğü veren, “Kürt sorununu çözmek için HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” ifadelerinin ardından, İyi Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu da HDP’nin meşru bir parti olduğunu, bunun en iyi göstergesinin de TBMM’deki temsilinde görüldüğünü söyleyerek HDP’ye bir hayat öpücüğü de o kondurdu.
Başdanışmanı Aytun Çıray’ın, HDP’nin PKK üzerinden şeytanlaştırıldığını açıklaması ile İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu’nun, HDP’nin meşru bir muhatap olduğunu söylemesinden sayın Genel Başkanın haberinin olmaması mümkün mü?
Hayır!..
Peki, sayın genel başkan izin vermese böyle konuşabilirler mi?..
Hayır..
O zaman geriye bir ihtimal kalıyor!...
Aytun Çıray ve Müsavat Dervişoğlu genel başkanlarının bilgisi ve belki de talimatı dahilinde milliyetçi(!) seçmenlerini ürkütmeden HDP’ni işbirliği yapılmasında sakınca bulunmayan ve PKK ile de ilgisi bulunmayan bir parti olduğuna alıştırmaya çalışıyorlar..
Durum bu kadar net.
Ekrem İmamoğlu tarafından genel Başkanlarının adının Pervin Buldan ile birlikte anılmasına çok sert tepki gösteren ağır abilerin bu ucuz gösterilere sessiz kalmaları, her şeyin planlı yapıldığını göstermiyor mu?
Demek ki “iyi milliyetçilik” dedikleri şey böyle bir şey ve demek ki amaca giden yolda her şey mübah..
Yiyenlere afiyet olsun, yarasın.
Hani birileri 15 Temmuz direnişini itibarsızlaştırmak için kontrollü darbe ve tiyatro diyorlardı ya aslında kendilerinin yaptığı kontrollü ittifak ve belden aşağısına balık kıyafeti giydirilerek denizkızı diye yutturulan gösterilerden farkı olmayan ucuz bir panayır tiyatrosu.
Oysa mevzu gayet basit.
Bu ülkede bir kürt sorunu yoktur, 35/40 yıldır kan dökerek batıya uşaklık yapan PKK sorunu vardır.
Doktor hastaya yanlış teşhis koyarsa tedavi mümkün olmaz hatta hasta kaybedilebilir.
Şimdi de yapılan budur, gerçek sorun gizlenerek yeni bir sorun icat edilmiştir.
“Kılıçdaroğlu’nun temel hatası, “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var.” şeklindeki açıklaması. Çünkü 35-40 yıldır olan şey PKK terör örgütünün, Türk-Kürt demeden 15 bine yakın sivil resmi insanımı katletmesi, bebek, çocuk, kadın, asker, polis, korucuları şehit etmesidir. HDP’nin, PKK/KCK yönetiminin talimatıyla; HDP’nin 8 Ağustos 2015 ve 10 Ekim 2015 arasında 5 il merkezinde ve 11 ile bağlı 21 ilçede özerlik ilan ettiğini unutmasıdır. 2013-2015 arasında, sonu; PKK’lı teröristlerin hendek-çukur-barikat eylemi biten ve 800’e yakın şehidimizin canına mal olan “açılım süreci” yaşanmamış gibi davranmasıdır.
O süreçte, Selahattin Demirtaş’ın başında bulunduğu HDP’nin “Kobani” bahanesiyle 35 ilde çıkan ayaklanmada 53 kişinin yaşamını yitirdiği olayların kışkırtıcısı olduğunu, HDP’nin rolünün yalnızca PKK terör örgütünün sözcülüğünden öteye gitmediğini de unutmuş görünüyor. İki de bir “Demirtaş’ın suçu ne?” diye sahip çıkıyor.”(Nedim Şener 24/09/2021 Hürriyet)
Evlatları HDP/PKK işbirliğiyle dağa kaçırılan ve iki yıldan fazla bir süredir eylem yapan Diyarbakır annelerine destek veremeyenlerin kürt sorunundan bahsetmeleri ve bu sorunu çözeceklerini ifade etmeleri tam bir ikiyüzlülüktür.
Çocukları kaçırılan aileler kürt değil mi?
Bir insanın en değerli varlığı olan evladının kaçırılmasından daha alçakça ne olabilir?..
Böyle bir alçaklığa seslerini çıkartamayıp, evlatları kaçırılan kürt ailelerinin yanında yer alamayanlar hiçbir sorunu çözemezler, şimdi olduğu gibi boş boş konuşurlar..
HDP, PKK’nın siyasi uzantısıdır ve PKK ile arasına mesafe koymadığı müddetçe onlarla yapılacak işbirliğinin kazananı PKK olacaktır.
HDP; PKK’nın istemediği hiç kimseyi aday gösteremez, PKK’yı asla bir terör örgütü olarak niteleyemez ve PKK’nın işlediği cinayetleri kınayamaz.
Nitekim Yargıtay Başsavcılığı tarafından hazırlanan ve Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilen İddianamede HDP’nin fiil ve eylemleri ile PKK’ya destek verdiğine dair çok sayıda örnek verilerek kapatılması talebinde bulunulmuştur.
Durum bu kadar açık iken Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “35-40 yıldır çözülemeyen Kürt sorunu için meşru bir organa ihtiyaç duyulduğunu” ileri sürerek, “Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Eğer bu sorun çözülecekse, meşru bir organla çözebiliriz” diyerek, zaten işbirliği yaptıkları HDP ile ortak hareket edebileceklerini söylemesi, sorun çözmekten çok köprüyü geçinceye kadar dayı muhabbetinden kaynaklanmaktadır.
Destekleri karşılığında HPD’ne iki bakanlık verilebileceği seçmenlerine kabul ettirilmiş olmalı ki şimdi bu işbirliği daha ileri aşamaya taşınmak isteniyor.
Amaç sorun filan çözmek değildir. Amaç bedeli ne olursa olsun hedefe ulaşmaktır.
Kaldı ki sorun çözme iddiası taşıyanlara güvenilmeyeceğini Sırrı Süreyya ÖNDER; "İktidar gidecek ama gelecek olan da kör bıçağıyla bekliyor.. diyerek ifade etmedi mi?..
Onlar çadır tiyatrosunda Deniz Kızı Eftalya ucuzluğundaki oyunlarına devam etsinler, gelin gerçeğin ne olduğuna birlikte bakalım.
CHP’nin çözüm(!) için adres gösterdiği HDP, 24 Haziran seçimlerinden bir gün önce 23 Mayıs 2018’de açıkladığı “Kürt Sorununa Çözüm Deklarasyonunda; “Sorunun tarafları ve muhatapları bellidir. Bu sorun ancak muhatapların iradesiyle çözülebilir. PKK lideri Abdullah Öcalan, 2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog sürecinde bir aktör olarak sorunu çözebilecek güçlü bir muhatap olduğunu göstermiştir” ifadesiyle, muhatabın Abdullah Öcalan olduğu açıkça ortaya konulmuştu.
Bugün benzer açıklamayı yapan Sezai Temelli’yi “kendi görüşüdür partiyi bağlamaz” diyerek eleştirenler gözümüzün içine baka baka yalan söylemektedirler.
HDP Genel Başkanı Mithat Sancar bile, Temelli’nin açıklaması için, “arkadaşımızın açıklamaları kişisel görüşüdür.” dese de “Kürt sorunundaki aktörlerin tümünü hesaba katmak gerekir. Bu aktörleri göz ardı ederek bütünlüklü bir yöntem oluşturmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Esasında Türkiye bu durumu geçmişte, mesela 2009’da 2013-2015 arasında deneyimledi. Bana sorarsanız İmralı’nın rolü tartışması çoktan aşılmış olması gereken bir meseledir. İmralı’nın da bu konuda önemli rolü vardır ve olacaktır. İmralı ile HDP’nin rolünü karşı karşıya getirmek, Kürt sorununa bütünlüklü yaklaşımı zorlaştırıyor.” Diyerek aslında kendisinin de muhatabın İmralı olduğunu kabul ettiğini gösterdi..
Bakın o deklarasyonda daha başka ne talepler sıralanmıştı.
“Üniter yapı içinde, Kürtlerin kendi karar mekanizmaları oluşturulacak, demokratik yerinden yönetim modeli esas alınacak,
Yerel ve yerinden yönetim talebi başat taleplerden biridir. Merkeziyetçilik değil adem-i merkeziyetçilik esas alınacak,
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan şerhler kaldırılacak. (Türkiye 1992 yılında imzaladığı anlaşmanın bazı maddelerine eyalet sistemi doğuracağı gerekçesiyle şerh koymuştu),
Kürdistan ismi anayasal statü kazanacak,
Hasta mahpusların derhal serbest bırakılması sağlanacak,
Cezaevlerinde tutuklu olan gazeteciler, kadınlar, siyasetçiler, öğrenciler özgürlüğüne kavuşacak,
Başta Öcalan’ın kaldığı İmralı Cezaevi olmak üzere cezaevlerindeki tecrit uygulamalarına son verilecek,
Kürtlerin de arasında olduğu halklara karşı yapılan soykırım karşısında, devletin özür dilemesi için çalışmalar yapılacak,
Koruculuk sistemi lağvedilecek,
Yaşanan soykırımlar, tehcir ve katliamların ortaya çıkarılması amacıyla “Hakikat Komisyonları” kurulacak,
Kapatılan STK ve medya organları yeniden açılacak ve malvarlıkları iade edilecek,
Eğitimin bütün kademelerinde anadilde eğitim görülecek,
Yargıda herkesin anadilinde hizmet alabileceği yargı koşulları oluşturulacak,
Kürtçe isimler iade edilecek, tabelalar, levhalar değiştirilecek,
Sınır barajları ve HES projelerine son verilecek,
Ortadoğu’da Kürtlerin ulusal birliği sağlanacak”.(Kaynak; Yeni Şafak 26/09).
Daha bir iki gün önce ortaklıkta ısrarlı değiliz ama kabul ederseniz hayır da demeyiz diyerek Kanal İstanbul’un durdurulması, terörle mücadele operasyonlarının sonlandırılması, başta anadil hakkı olmak üzere tüm evrensel kimlik haklarının tanınması, KHK’lıların haklarının iadesi gibi şartların yer aldığı 11 maddelik yeni bir Demokrasi Tutum Belgesini açıkladılar.
Oylarına duyulan ihtiyaç nedeniyle onlar da el yükselttiler.
Çünkü karşılarındakiler gözlerini karartmışlar, isteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin; hiçbir konuda devletin ve milletin yanında yer almayan HDP bu taleplerinden vazgeçebilir mi?..
PKK ile arasına mesafe koyup, Kandil’den bağımsız politika belirleyebilir mi?..
Abdullah Öcalan’ın muhataplığından geri adım atabilir mi?..
Bu sorulara verdiğiniz cevaplar hayır ise o zaman yine elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin;
CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi ile muhtemelen onlara katılacak Deva ve Gelecek Partileri sorunun kaynağı olan HDP’yi meşru aktör olarak görüp işbirliği yaparsalar PKK’ya söz söyleyebilirler mi?..
PKK’ya söz söyleyemeyenler, PKK’nın HDP aracılığı ile çocuklarını ellerinden aldığı Kürt ailelere destek vermekten dahi ödleri kopanlar hiçbir şeyi çözemezler.
Sadece çözülürler…
CHP’li Engin Özkoç, Twitter sayfasından yaptığı paylaşımda; “Açılım sürecinde” HDP bir grup başkan vekili, kapalı oturumda, TBMM kürsüsünden; “Biz Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesini istiyoruz. Eyalet başkanlarının TBMM’ye gelmesini istiyoruz. Her eyaletin yeraltı zenginliklerinin kendisine ait olmasını istiyoruz. Özerlik hakkımızın saklı olmasını istiyoruz. İki kurucu unsurun olmasını istiyoruz, Türk kurucu unsuru, Kürt kurucu unsuru” dediklerini ifade etmiş.
Adamlar niyetlerini gizlemeye gerek görmüyorlar.
Şimdi bunu bile bile rolü PKK terör örgütünün sözcülüğünden öteye gitmeyen HDP’yi dostları arasına alarak işbirliği yapmak PKK’ya can suyu vermek değil de nedir?..
Bunun bir adım sonrası Kandil’e biattır.
Yazık gerçekten yazık.
Siyasi ikbal hesaplarınız gözlerinizi bu kadar mı kararttı?.
Ataları Atina’lı ise nasıl Fatih’e benziyor, yoksa ablamız bizimle eğleniyor mu?....
Hatırlanacağı üzere Ekrem İmamoğlu İstanbul seçimlerini kazanınca Yunan medyası; “İstanbul’u fetheden Yunanlı”, “Pontus kökenli bir Rum”, “Ayasofya’nın intikamı”, “İstanbul’un yeni başkanı bir Pontus” manşetlerini atarak kendisine olan sevgilerini dile getirmişti.
Geçtiğimiz günlerde, Batı Trakya Türklerinin okullarında Cuma Namazı yasağı getirilmesinin hemen akabinde Yunanistan’ı ziyaret eden Ekrem İmamoğlu ile ilgili olarak Greek City Times Gazetesinin Atina Müdürü Paul Antonopoulos Twitter hesabından; “İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bugün atalarının binlerce yıl önce Atina’da inşa ettiği eserleri ziyaret etti” şeklindeki paylaşımında bulundu ama ne kendileri, ne sözcüleri, ne seçmenleri ve ne de ajans ifadelerden hiç bir rahatsızlık duymadıkları gibi Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesindeki uslu çocuk görüntüsünden de hiçbir rahatsızlık duymadılar.
Muhtemelen bunun bir akraba/ata ziyaretindeki saygıdan kaynaklandığını düşündüler.
Aynı gazeteci; İmamoğlu’nun 2016 yılında Kuzey Yunanistan Giannitsa’da bir Pontus topluluğu ile geleneksel şekilde Pontus Rum müziği eşliğinde dans ettiğine dair videoyu da paylaştı.
Belli ki Ekrem İmamoğlu’nun Greek kültürüne karşı gizlemediği bir ilgi ve sevgisi var.
İsteyen istediği topluma, kültüre ve müziğe ilgi ve sevgi duyabilir, bunda bir sakınca yok.
Ama; “seçimi kazanan Pontus kökenli bir Rum ve bu Ayasofya’nın intikamı” ise,
“Ataları Atinalı ve Atina’ya yaptığı ziyarette atalarının binlerce yıl önce yaptığı eserleri ziyaret etti” ise ve hepsinden önemlisi İstanbul’un fethinin simgesi olan Ayasofya Camii Kebir ibadete açılmasına rağmen kapısından içeri bir kez dahi adım atmadı ise onu Fatih Sultan Mehmet’e benzeten milliyetçi(!) ablamız bizimle kafa mı buluyor ?..
Mezarlıkta yeşil ibrik, şehir hatları vapurunda İBB logolu karton bardak dağıtmak ve hergün arızalanan belediye otobüslerini halka ittirmek Fatih’e benzemek için yeterli ise bu ülkede Fatih’e benzemeyen kim var?..