Milli Eğitim Bakanlığı’nca, müfredatlarını kendileri oluşturan ve doğrudan Fransa Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Ankara’da Charles de Gaulle ve İstanbul’da Pierre Loti Fransız okullarına Türk sistemine uyum sağlamadıkları gerekçesiyle uyarı içeren bir yazı gönderilmesinin ardından Bakan Yusuf Tekin hakkında linç kampanyası başlatan müstemleke aydınları meseleyi dinle irtibatlandırarak; “dinci bakan Fransız okullarına din dersi dayatması” yapıyor yalanlarıyla gerçeği saklamaya çalıştılar.
Oysa meselenin dinle diyanetle bir ilgisi yok, mesele mütekabiliyet ve egemenlik meselesi.
82 yıl önce Charles de Gaulle ve Pierre Loti adıyla kurulan iki okul da Türkiye'de eğitim-öğretim yapan diğer Fransız liselerinden farklı olarak doğrudan Fransız Milli Eğitim Bakanlığı ve Yurt dışı Fransız Eğitim Ajansı (AEFE) tarafından yönetiliyor. Okulun eğitim-öğretim kararları direkt olarak AEFE tarafından alınıyor ve denetleniyor. Müfredat, AEFE’nin tüm dünyada eğitim veren kurumları ile uyumlu olarak düzenleniyor.
İki Fransız okulunun resmi onayı bulunmadığından MEB tarafından resmi olarak tanınmıyor.
Milli Eğitim Bakanlığının müfettişleri bu okulların kapısından içeri alınmıyor.
Adamlar tapulu arazimize gecekondu kurmuşlar ve biz de 82 yıl uyumuşuz.
Geç kalınmış olsa da yaptığı doğru olan sayın bakana destek verilmesi gerekirken “dinci bakan din dersi dayatması yapıyor” diyerek yalan söyleyenler sadık köle rolünü başarıyla yerine getirmektedirler.
Onlar ne derse desin ciddiye alınmamalı ve egemen bir devlet olmanın gereği yerine getirilmelidir.
****
Geçtiğimiz yıl Aralık ayında MEB ve Fransız büyükelçiliği arasında yapılan görüşmelerin ardından geçen yedi aylık süreye rağmen olumlu bir gelişme olmadı.
Bunun üzerine MEB mevzuatımıza uymadıkları takdirde faaliyetlerine izin verilmeyeceği dair bildirimde bulunduğu Türkiye Fransız Kültür Merkezi Genel Müdürü ve Kültür Etkinlikleri İşbirliği Müsteşarı Sylvie Lemasson imzasıyla velilere gönderilen yazılı açıklamada; 2024-2025 öğretim yılından itibaren Türk öğrenci alınamayacağı ve okulda eğitim gören öğrencilerin de Türk okullarına nakledileceğine ilişkin bir nota verildiği belirtildi.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin "Bizim koşullarımıza gelirlerse hayatlarına devam ederler. Gelmezlerse biz de gerekli hukuki prosedürü takip ederiz." Diyerek bu sömürgeci anlayışa artık izin verilmeyeceğini göstermiş oldu.
Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın izin ve kontrolünde eğitim faaliyetinde bulunan diğer Fransız okulları için böyle dayatma söz konusu olmadığı halde bu iki okul için Türkiye Cumhuriyeti mevzuatına tabi olmayı kabul etmeyen Fransa’nın tavrı tam bir sömürgeci tavırdır.
Sayın bakanın, ortalama zekâsı olan herkesin kolaylıkla anlayabilecekleri aşağıdaki açıklamalarından da görüleceği üzere mesele bir din dersi dayatması değil egemenlik meselesidir.
"12 tane yabancı okul var, Fransız, Alman, İtalyan okulu var. Bunlara biz Lozan'da taahhüt ettiğimiz için hiçbir problem çıkartmıyoruz. Onlarla ilgili hiçbir sıkıntımız yok fakat enteresan bir biçimde Fransa bu mektuplarda da olmayan sadece müstemleke ülkelerine yakışan şekilde davranarak, Türkiye'de iki tane daha okul açmış. Bu okulu açarken de 'Biz buraya Fransızları alacağız sadece' demiş olmalarına rağmen şu an öğrenci sayısı yüzde doksan oranında Türk vatandaşı. Şimdi bu çocuklar bizim sistemimizde legal ya, ben 12 yıllık zorunlu eğitimi uygulamakla mükellef bir bakanım. Dolayısıyla o okula giden bir Türk vatandaşının eğer bende kaydı yoksa ben o çocuğu okullaştırmadığım için görevimi yapmıyorum demektir. Ben şimdi diyorum, çocuklar nerede? Okulda. Hangi okulda? Bizim kaydımızda yok, nereye gidiyorlar. O iki Fransız okuluna. O benim literatürümde resmi olmadığı için bu çocuklar okullaşmamış gözüküyorlar. Türk öğrenci var mı bakalım diye okula müfettiş gönderiyoruz, almıyorlar. Şimdi 'Siz bizi denetleyemezsiniz' diyorlar. Sonra çocuklar mezun oluyor, bize geliyor diplomamın denkliğini ver. Yetmedi bu çocuklar ayrıcalıklı bir pozisyonda, yabancı öğrenciler için yaptığımız yükseköğretim kurumu sınavlarına giriyorlar. Yani bir kere de adaletsizlik var orada. Büyükelçiyi davet ettik, geldi, 'İlk fırsatta çözeceğiz' dedi. 7-8 ay geçti. Ondan sonra resmi yazı gönderdik. Şimdi de köşe yazarlarına saçma sapan yazılar yazdırıyorlar. Bir gazeteci diyor ki 'Milli Eğitim bu okullarda din kültürü dersi veremediği için okulları kapatıyor.' Gerçekten ahlaksızca bir yalan bu.
Türkiye'nin de dış ülkelerde okulları var. Maarif Vakfı aracılığıyla 52 ülkede 467 okul işletiyor. Ama tamamında, bulunduğu ülkenin eğitim sistemi içinde kalarak veriyor bu hizmeti. Hiçbir egemen devlet farklı bir muameleyi kabul etmez. Sömürge olmayı içselleştirmemişse şayet. Bu konuyla ilgili asıl sorulması gereken soru, buna bugüne kadar bu okullara neden göz yumulduğu olmalıdır.
Bir yasal mevzuatımız var. Bir de anayasamızın 90. maddesi çerçevesinde ülkelerle yaptığımız ikili uluslararası anlaşmalar var. Biz bu okulların hukuki statüye kavuşması için uluslararası sözleşme yapılmasını istiyoruz. Bu bahsi geçen yasal dayanağı olmayan 12 okulun uluslararası sözleşmeyle karşılıklı iki ülkenin anlaşacağı zeminine kavuşmasını arzu ediyoruz. Fransa ile görüşmelerimiz devam ediyor. Pakistan ile de görüşmelerimiz devam ediyor. Uluslararası sözleşme yapıldı biz de karşılıklı ülke olarak özellikle Avrupa'daki Türk vatandaşlarımızın çocuklarını eğitim hakkından kendi kültürlerini ana dillerini öğrenebilecekleri bir zeminde uluslararası sözleşme yapmak için çaba sarf ediyoruz. 1993 yılından itibaren hükümetler sürekli özellikle Fransa'yı uyarmışlar. 1993'ten beri hiçbir adım atılmamış. Bizim yapmak istediğimiz de Fransa'nın da dâhil olduğu diğer ülkelerle de karşılıklı uluslararası sözleşmeler yapmak."
Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin: Sayın bakanın söylediklerinden hangi haksız ve yanlış?
Ve yukarıdaki satırların neresinde din dersi dayatması var?
Türkiye; Fransa’da Eğitim Bakanlığının izin ve denetimi dışında Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğine bağlı iki okul açabilir mi?
Adamlar sizin kanunlarınızı ve bakanlığınızı tanımıyoruz diyerek bakanlık müfettişlerini kapıdan çeviriyor içimizdeki batı beslemeleri Fransa’yı bile hayretler içinde bırakacak bir yalakalıkla bakana saldırarak bu kepazeliğe göz yumulmasını istiyorlar.
Egemenlik bir lütuf değildir.
Bedeli ödenerek ve mücadele edilerek kazanıldığı için onu korumak, dışkı yemiş kirli ağızlara kız öğrencisinin kıçına şaplak atan tacizcilere bırakılmayacak kadar önemli ve değerlidir.
Yunanistan’ın kabul ettiği MAVİ VATAN’a batının masalları ile yetiştirilen monşerlerimiz masal diyorlar.
Mavi vatan için CHP’nin Hariciye kökenli eski milletvekili Ünal Çeviköz, daha önce “yayılmacı politika” ifadesini kullanmıştı. CHP Milletvekili ve Dış Politika danışmanı Namık Tan Somali tezkeresinin görüşmeleri sırasında, “Yeri geldi, Osmanlı’yı ihya hayalleri kurdu. Sınır ötesi harekâtlarla yetinmedi. Deniz aşırı maceralara yeltendi. Bir ara tutturduğu Mavi Vatan masalından o da koşulların zorlamasıyla yani ekonominin iflası kapıya dayanınca neyse ki oldukça çabuk yüz geri etti” ifadelerini kullanırken zihniyet itibariyle Çeviköz’den bir farkı olmadığını gösterdi.
Mavi Vatan’ın isim babası kabul edilen emekli Tümamiral Gürdeniz, Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada (29/07) şu değerlendirmede bulundu: “Ana muhalefet partisi Dış İlişkiler Danışmanı eski Washington Büyükelçisi bir milletvekili, Meclisteki konuşmasında Mavi Vatan’a masal demiş. Mavi Vatan’ın 21. yüzyılda Batı emperyalizmi tarafından denizlerden kıtaya itilen Türkiye’nin bir direniş manifestosu olduğunun bilinmediğini sanmıyorum. Mavi Vatan bir masal değildir. Mavi Vatan, jeopolitik suikastlara hayır demektir. Türkiye Cumhuriyeti devleti yaşadığı sürece kim iktidarda olursa olsun Mavi Vatan’a siyaset üstü tutumla sıkı sıkıya sarılmak zorundadır. Mavi Vatan’ı koruyamayanlar ana vatanını da koruyamaz.”
Bir milletvekilinin bu gerçeği bilmemesi cehaletten olsaydı öğretiriz der geçerdik. Ne yazık ki mesele cehaletin de ötesinde.
Bunu aşağıda bir kaç örnek verdiğimiz Yunan medyasında yer alan manşetlerden görüyoruz.
Hellas Journal, Tan'ın sözlerini manşetten vererek "Yasa dışı 'Mavi Vatan' Türkiye'de ölüyor. Bunu bir peri masalı olarak tanımlanıyor." ifadelerini kullandı
Edo gazetesi; "Türkiye'de Mavi Vatan hesaplaşması: "Masal' diyorlar" manşeti ile Tan’ın açıklamalarına yer verdi.
Banking News; "Türkiye'de muhalefet milletvekili "Mavi Vatan"ı masal olarak nitelendirdi, Erdoğan'a öfkeli tepki" manşetini attı.
Namık Tan sözleri ile Yunanlıları mest ederken CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Namık Tan'ı da yanına alarak kameraların karşısına geçti ve “İki gün önce, TBMM’de Somali Tezkeresi üzerine İstanbul Milletvekilimiz Namık Tan’ın partimiz adına yaptığı ve son derece yerinde tespitler ve tanımlamalar içeren konuşmasının bir bölümü adeta cımbızlanarak sosyal medya üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı” diyerek rezalete sahip çıktı.
Sayın sözcünün ifadesiyle Namık Tan’ın partileri adına yaptığı tespit ve tanımlamalar son derece yerinde ise Yunan medyası neden büyük bir keyifle; "Türkiye'de muhalefet milletvekili "Mavi Vatan"ı masal olarak nitelendirdi, Erdoğan'a öfkeli tepki” manşetleri atıyor?
Yunan medyası da mı Namık Tan’ın sözlerini cımbızladı?..
Sayın sözcü millete masal anlatmayı bıraksın da önce ağzından çıkanı kulağı duymayan vekilini uyarsın sonra da sıkıyorsa Yunan medyasına haddini bildirsin.
Parti sözcülüğü ciddi bir iştir, komik masallar anlatarak sözcülük yapılmaz.
İşçinin primi yağma hasanın böreği ye babam ye…
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Türkiye genelinde belediyelerin SGK’ya olan toplam prim borcunun 96 milyar TL’ye ulaştığını ve bu borçların 72 milyar lirasının CHP’li belediyelere ait olduğunu söyledi.
Bakanın açıklamasına göre SGK’ya en fazla prim borcu 5 Milyar 751 Milyon TL’ ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Onu, 5,3 milyar lira ile İzmir Büyükşehir belediyesi; 3,3 milyar lira ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi; 3 milyar lira ile Adana Büyükşehir Belediyesi ve 1,8 milyar lira ile Şişli Belediyesi takip ediyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin SGK'ya olan prim borcu 5 yılda 885 kat artış göstererek Şubat 2019'da 6,1 milyon olan borç Mart 2024'TE 5,4 milyar liraya çıkmış.
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin SGK prim borcu 5 yılda 25 kat artış gösterirken, 2019'da 160,4 milyon lira olan borç 2024'te 5,7 milyar liraya ulaşmış.
Adana Büyükşehir Belediyesi'nin SGK prim borcu 5 yılda 9 kat artmış.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin SGK prim borcu 2019'da 70,8 milyon lirayken, 2024'te 3,3 milyar liraya çıkarak 5 yılda 46 kat artış göstermiş.
Şişli Belediyesi'nin SGK prim borcu ise 5 yılda 13 kat artarak Denizli, Balıkesir ve Bursa belediyelerinin toplam borçlarını geçerek1,8 milyar lira olmuş.
Bir ilçe belediyesi olarak gösterdikleri bu büyük başarının(!) sırrı nedir acep?
Garip ama gerçek Konya ve Kocaeli Büyükşehir Belediyelerinin sigorta primi borcu yok.
İşçilerin alın terlerinin karşılığı olan sigorta primlerini yatırmayarak festival üstüne festival düzenleyen, Roma’ya belediyenin kasasından gazetecileri ailelerini eşini dostunu özel uçakla götürüp en pahalı otellerde konaklatan en pahalı restoranlarda yemek ikram eden, eş dost akrabaya ballı görevler için ballı maaşlar ödeyen, konser, reklam ve tanıtım için milyonları harcayan belediyelerin işçilerinin alın terlerinin karşılığı olan primlerini yatırmamaları işçilere ve emeklilere ihanettir.
Bu ihanetin amacı 16 milyon emeklinin maaşını ödeyen ve 85 milyonun sağlık harcamalarını karşılayan SGK’yı batırmaktır.
Tarkan’a 23 milyon 540 bin TL; Gülşen'e 10 milyon 277 bin 50 lira TL ödeyen İzmir Büyükşehir Belediyesi işçisinin sigorta primlerini yatırmıyor ve bir önceki CHP’li başkandan kalan borç tam 885 kat artarak devasa bir rakama ulaşıyor?
Bu nasıl bir keyfilik ve nasıl bir savurganlıktır?
CHP Genel Başkan Sayın Özgür Özel bu rezaletin hesabını soracağı yerde SGK borçlarını ödemeleri istenilen CHP’li belediyelere mali darbe girişiminde bulunulduğunu iddia ediyor.
Belediyelerin SGK borçlarını ödemelerini istemek mali darbe girişimi ise, işçisinin hakkını üzerine yatarak saltanat sürmek nedir?
Netanyahu’yu ayakta alkışlayanlar onun cinayetlerinden de sorumludurlar.
Yaklaşık 300 gündür üçte ikisi kadın ve çocuk olmak üzere 40 bine yakın insanı acımasızca katleden soykırım suçlusu Gazze Kasabı Netanyahu hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçi Parti’nin davetiyle ABD Kongresinde yaptığı konuşmasında aşağılık yalanlarını sıralarken, onu dinleyen Kongre üyeleri 45 dakikalık konuşmayı 50’ si ayağa kalkmak üzere tam 79 kez alkışladılar.
40 bin insanı katleden, savaş suçları ve soykırım nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanan ve hakkında tutuklanma istenilen Netanyahu’yu ayakta alkışlayanlar soykırım ve katliamdan en az Netanyahu kadar sorumludurlar.
Yeryüzünde hiçbir parlamento böylesine aşağılık bir gösteriye sahne olmamıştır.
Elinde tuttuğu “Savaş suçlusu” ve “Soykırım suçlusu” yazılı küçük pankartla tek başına Netanyahu’yu protesto eden Rashida Taib’in onurlu tavrını da ABD Kongresinin soykırıma destek veren aşağılık üyelerinin tavrını da tarih kaydetti.
Netanyahu’nun ABD Kongresinde yaptığı konuşmadan sonra biz de Mahmut Abbas’ı davet edelim diyenler oldu.
Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından öğreniyoruz ki Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas (18 yıldır Filistin Yönetimi'ne başkanlık ediyor ve sadece işgal altındaki Batı Şeria'da sınırlı bir etkisi bulunuyor)) TBMM’de açıklama yapması davetini geri çevirerek bu şerefe layık olmadığını göstermiş.
Mahmut Abbas, Filistin’in haklarının korunması ve İsrail’in/Netanyahu’nun UCM’de yargılanmasına esas teşkil eden en fazla kanıtı gönderen Türkiye Cumhuriyetinin davetini geri çevirdiğine göre sesini nerede ve kime duyuracak?
ABD Kongresine davet edilmeyi mi bekliyor?
ABD/İsrail’in neden HAMAS’a kuduz köpek gibi saldırırlarken Mahmut Abbas’a hoşgörüyle yaklaştıklarını şimdi daha iyi anladınız mı?