İYİ Parti Ankara Milletvekili İbrahim Halil Oral, katıldığı bir canlı yayında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi olması nedeniyle halkın büyük bölümünden oy alamayacağını, bu nedenle muhafazakâr bir profilin aday olabileceğini belirterek şunları söyledi;
"Alevi olması benim açımdan bir engel değil, çünkü ben tanıyorum, ilkelerini biliyorum. Ancak siyasette maksat kazanmaktır. Türkiye'deki genel objektif açısından baktığımda bir çekince görürüm. Türkiye'nin yüzde 65'i yüzde 70'i muhafazakar profil çiziyorsa, ona hitap edebilen, farklı bir isimle çıkılır."
Bu sözlerin hemen ardından Meral Akşener vekilinin yaptığı saygısızlık nedeniyle özür diledi ve Oral’ın disiplin kuruluna sevk edildiğini açıkladı.
Her ne sebeple olursa olsun insanları dini inançları ve mezhepleriyle ayrıştırmak, ötekileştirmek ve bunu siyasete malzeme yapmak gerçekten utanç vericidir.
Anayasanın 24 üncü maddesine göre; “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Hiç kimse dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”
Bir milletvekilinin bu anayasal gerçekten habersiz olması düşünülebilir mi?
İlginç olan bu utanç verici davranışın Sayın Kılıçdaroğlu’nun ittifak ortağı olan partinin milletvekilinden gelmesidir.
Daha da vahimi sosyal medya yalanları ile ortalığı ayağa kaldıran ve hükümet söz konusu olunca yeri göğü inleten çakma seküler/demokrat; aydın, gazeteci, sanatçı ve akademisyenlerden ve de altılı masanın bileşenlerinden bu densizliğe hiçbir tepkinin gelmemesidir.
Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği ilk olarak HDP listesinden Meclise girip TİP'e geçen ve milletvekili kimliği ve dokunulmazlığıyla devlet düşmanlığı, terör destekçiliği ve kışkırtıcılık yapan Ahmet Şık tarafından gündeme taşındı.
Ahmet Şık:"Kılıçdaroğlu'nun, Alevi olmasının Türkiye toplumu ve siyaseti için bir mesele olduğunu kavrayarak hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Hiç kimse 'iktidar oradan söz kurmaz' diye düşünmesin. Bakın bu öyle kötü bir iktidar ki bize her gün Madımak'ı yaşatabilecek bir iktidar." Diyerek ağzındaki baklayı çıkarttı.
Fadime Özkan’ın yazdığı gibi (www.star.com.tr 11/06/2022) bir yandan Kılıçdaroğlu’nun alevi kimliğini adaylığına engel olarak gösterirken diğer yandan 1994'te Sivas Madımak katliamının sorumluluğunu 2002'de kurulan AK Parti'ye yüklüyor. Üstelik Madımak yaşandığında sorumlu konumda olanlardan ikisinin Temel Karamollaoğlu ve Meral Akşener 6'lı masada oturduğunu görmezden gelerek yapıyor bunu”.
Yani Ahmet ŞIK bir taşla üç kuş birden vurmaya kalktı.
Tele 1’in sahibi Merdan Yanardağ'ın: "Kılıçdaroğlu aday olursa Alevi kimliği üzerinden yıkıcı bir kampanya yürütecekler..." kehaneti(!) de “aday olmasın”cıların değirmenine su taşımaktan ibaretti..
Konuyla ilgili olarak Gazeteci İsmail Saymaz’a konuşan MAK Danışmanlık'ın sahibi Mehmet Ali Kulat tezgâhı açık ederek şunları söyledi: "Önümüzdeki seçimde, adayın Alevi olması kayda değer negatif bir sonuç doğurmaz. Bu, daha ziyade CHP'de Kılıçdaroğlu'nu istemeyenlerin söylemi."
Ne garip değil mi? hem kendi partisinden, hem kendi mahallesinden ve ittifak ortağı İyi Parti’den Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istemeyenler bunun açık açık söylemek yerine Aleviliğini bahane ederek yarış dışına çıkartmak istiyorlar.
Peki, Aleviliği genel başkanlık için neden sorun olmadı?
Partisi kazansaydı (o dönemki sistem gereği) Sayın Kılıçdaroğlu Başbakan olmayacak mıydı?
Başbakan olmasında sakınca bulunmayan Aleviliği Cumhurbaşkanı adaylığında neden sakınca oluştursun?..
Kemal Kılıçdaroğlu her siyasi gibi eleştirilebilir ki eleştirilecek yüzlerce söz ve davranışı vardır.
Ülkesini yabancılara şikâyet eden, milli çıkarlar söz konusu olduğunda dahi ülkesinden yana tavır alamayan, altılı masada aldıkları kararı Almanya’nın Ankara büyükelçisine kontrol ettirmeden açıklayamayan, 15 Temmuz darbe girişimine kontrollü darbe ve tiyatro diyerek Fetö ağzıyla konuşan, PKK’nın siyasi uzantısı ile işbirliği yapmaktan çekinmeyen, yaptığı hakaret ve iftiralar nedeniyle ciddi tazminatlar ödeyen, kamu kuruluşlarına baskın yaparak çalışanları tehdit eden, Yargı Kararını tanımadığını söyleyecek kadar hukuka saygısız davranan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ülkeyi yönetemeyeceği söylenerek adaylığına karşı çıkmak çok daha dürüst ve tutarlı bir davranış olurdu.
Ama İstanbul’u yönetmekten aciz; sırtını İngiltere, ABD ve Büyük sermaye sahiplerine yaslayan, Yunan Gazeteci Paul Antonopoulos’un resmi Twitter hesabından yaptığı “atalarının binlerce yıl önce Atina'da inşa ettiği eserleri ziyaret etti" paylaşımına tepki göstermeyen, yağmurda Bodrumda, karda İngiliz elçiyle rakı balık keyfinde olan beceriksiz, kibir abidesi belediye başkanını aday yapmak uğruna Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Aleviliğini” gerekçe göstererek aday olamayacağını söylemek tek kelimeyle ikiyüzlülüktür.
Yasada belirtilen şartları taşıyan Alevi, Sünni herkes aday olabilir, millet seçerse de gider makamına oturur.
Sayın Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek haktır ama Alevi olduğunu öne sürerek aday olamayacağını söylemek fitne çıkartmaktır.
Daha iktidar olmadan birbirlerine böylesine saygısızca davranan insanların iktidar olmaları halinde daha fazlasını yapmayacaklarının garantisinin olmadığı gibi paydaşları kin ve nefret kusan bir zihniyetin yöneteceği Türkiye’de huzur ve istikrarın mumla aranacağı unutulmamalıdır.
Bu arada Sayın Akşener’e de bir sorumuz var.
Bu densiz Milletvekilinin sözlerinden dolayı özür dilemeniz ve disipline sevk etmeniz doğru bir davranıştır ama benzer bir densizliği “senin bacını…….” diyerek alenen yapan milletvekilinizi neden disipline sevk etmediniz/edemediniz? ve neden küfredilen kişiden bırakın özür dilemeyi bir de “yavşak” diyerek hakaret ettiniz?..
Şehit bacısına “Sin Kaflı” küfür etmek, ifade özgürlüğü kapsamına mı giriyor?
Yoksa grup toplantısında yaptığınız açıklamada; iktidara gelmeniz halinde müfredata sokacağınızı söylediğiniz 'Medeni Bilgiler' kitabında şehit bacısına küfür etmek “medeni bir davranış” olarak mı ifade ediliyor?
Köy okullarını hangi dönemde, kim, neden kapattı?
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener Grup toplantısında yaptığı konuşmada; "Son 20 yılda, 20 binden fazla köy okulu kapatıldı. Taşımalı eğitim sistemi denilen garabet bir uygulamaya geçildi. Sonuçta ortaya çıkan manzarada köy var, köyde çocuk var ama okul yok. Bugün tam tamına 722 bin 845 çocuğumuz köylerinden şehir merkezlerine taşınıyor. Köy okulları kapatılınca milli bayramlarımız artık köylerimizde kutlanamıyor. Artık İstiklal Marşımız her pazartesi köylerimizde okunmuyor. Bayrağımız göndere çekilmiyor. Köy okulları kapatılınca köy hayatı da canlılığını kaybetti. İyi Parti olarak milletimizin takdiriyle iktidara geldiğimizde ilk iş olarak taşımalı eğitim için harcanan parayla terk edilen köy okullarını yeniden tamir edeceğiz, her birini teknolojik yönden iyileştireceğiz. Köy okullarını açtığımızda unutturulmak istenen değerlerimize yeniden sahip çıkacağız." İfadelerini kullandı.
Okuyunca gözleriniz yaşardı değil mi?...
Peki, gerçek iddia ettiği gibi mi?
Hayır Sayın Akşener; bazı programlarında mağdur diye kürsüye çıkarttığı hali vakti yerinde partili tiyatrocular gibi davranıyor.
Danışmanları da muhtemelen “arşiv” diye bir kaynağın varlığından habersizler.
Bakın arşive girdiğimiz zaman karşımıza çıkan gerçek ne?
Köy okulları meşhur (altılı masanın açıklama yapmak için özellikle belirledikleri) 28 Şubat kararlarıyla kapatıldı.
O kararları ‘kararlılıkla’ uygulayacağını söyleyenin kim olduğunu biliyor musunuz?
Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener.
“Peki 28 Şubatçılar köy okullarına niye karşıydı? Asıl dertleri İmam Hatip okullarının orta kısımlarını kapatmaktı. 8 yıllık zorunlu eğitim bunun için getirildi. İlkokul, ortaokul gitti yerine ilköğretim okulu geldi. Darbeciler kontrolü zor olduğu ve köy çocuklarına bu okullarda Kuran eğitimi verilebilir endişesi taşıdıkları için köy okullarını da 1997-1998 eğitim yılında kapatıverdiler.
Akşener’i kurtla beraber kuzuyu yiyip çobanla ağlaşanların durumuna düşüren süper zekâlı danışmanlar bu gerçeği bilmiyor mu? İki ihtimal var. Ya bilmiyorlar ya da akıllarınca kurnazlık yapıyorlar” (Zafer Şahin/Milliyet 10.06.2022)
Bakın 14 Mayıs 2022 tarih ve 31835 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 4. Maddesi ne diyor?
*Nüfusu az ve dağınık olan köy ve benzeri yerleşim yerlerinde en az 5 çocuk bulunması hâlinde ana sınıfı açılır.”
*Nüfusu az ve dağınık olan köy ve benzeri yerleşim yerlerinde öğrenci sayısına bakılmaksızın valilikçe uygun görülmesi durumunda Bakanlık onayı ile ilkokul açılır.”
Yani?
Yanisi şu; Hükümet Meral Akşener’in İçişleri Bakanı olduğu ve 28 Şubat döneminin kararlılıkla uygulayacağını söylediği keyfi kararlarından birisi olan köy okullarının kapatılması uygulamasına yönetmelik değişikliği ile son vererek “Nüfusu az ve dağınık olan köy ve benzeri yerleşim yerlerinde öğrenci sayısına bakılmaksızın valilikçe uygun görülmesi durumunda Bakanlık onayı ile ilkokul açılmasına” karar veriyor, bu kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından 15 gün sonra Sayın Akşener; İyi Parti olarak milletimizin takdiriyle iktidara geldiğimizde ilk iş olarak taşımalı eğitim için harcanan parayla terk edilen köy okullarını yeniden tamir edeceğiz, her birini teknolojik yönden iyileştireceğiz. Köy okullarını açtığımızda unutturulmak istenen değerlerimize yeniden sahip çıkacağız." Masalı anlatıyor, 28 Şubatçıların emrinde unutturdukları değerlere sahip çıkacaklarını söyleyerek aklımızla dalga geçiyor.
Tıpkı avını yiyen timsahın gözyaşı dökmesi gibi....
Nasıl oluyor da sıfır hatalı bir devlet hayatından böyle yüzde yüz ihanet çıkıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, adaları silahlandırarak provokasyona imza atan Yunanistan'ı sert bir dille uyarmış, "Yunanistan'ı tıpkı bir asır önce olduğu gibi pişmanlıkla sonuçlanacak hayallerden, söylemlerden ve eylemlerden uzak durması, aklını başına alması konusunda tekrar ikaz ediyoruz. Kendine gel" demişti. Erdoğan'ın uyarısı dünya basınında büyük yankı uyandırırken, Yunan tezlerine destek veren CHP'li emekli büyükelçi Yalım Eralp Eralp; “Çok iddialar var Adaların egemenliği şartlı verildi şeklinde. Böyle bir şey yok. 3 binin dışındaki adalar Yunanistan'ındır. Türkiye bunu yıllarca kabul etti. Bunu tehlikeye sokmak diplomaside Türkiye'yi 'mütecaviz devlet' durumuna düşürür. Çünkü efendim diyoruz ki o adayı saymadı Lozan da bu adayı saymadı. Yanlış hatırlamıyorsam Akdeniz'de 2900 küsur ada ve adacık var. Şimdi bir anlaşmanın bütün bu adaların listesini sayması söz konusu değil. Lozan 3 binin dışındaki adaları beğenelim beğenmeyelim Yunanistan'a vermiştir." diyerek Yunanistan'ın adalarını silahlandırmasının hakkı olduğunu iddia etti.
Peki gerçek monşerin iddia ettiği gibi mi?
Elbette hayır!...
Türkiye ile Yunanistan arasında gerilime neden olan 23 Ada’nın statüsü Lozan 1923 Lozan Anlaşması ve 1947 Paris Antlaşması ile belirlendi. Bu adalardan 14’ü, Adalar (Ege) Denizi’nin güneyinde bulunan Batnoz, Lipso, İleriye, Kelemez, İstanköy (Kos), İstanbulya, İncirli, İleki, Sömbeki, Herke, Kerpe ve Çoban (12 adalar) ile Rodos ve Meis adaları. Lozan Antlaşması ile İtalya’nın egemenliğinde olan adalar, 1947 Paris Barış Antlaşması ile Yunanistan’ın egemenliğine verildi. Ancak bu adalara gayri askeri statü verildi. Egemenlik devrinin şartı olarak Yunanistan’ın bu adalarda jandarma ve polis dışında silahlı güç yerleştirmemesi şart koşuldu.
Yıllarca Dışişleri Bakanlığında görev yapmış bir emekli büyükelçi bu tarihi gerçeği görmezden gelirken Yunanistan’ın önde gelen gazetesi Yunan Kathimerini'nin Genel Yayın Yönetmeni Alexis Papahelas, Yunan televizyonu Skai TV'de yaptığı açıklamada uluslararası hukukun Türkiye'den yana olduğunu ifade ederek şunları söyledi;
“Türkiye, Birleşmiş Milletler'e başvurabilir. Yunanistan'ın askersizleştirme şartlarını ihlal ettiğini söyleyebilir. Türkiye bunu yaparsa, adalara deniz ablukası uygulayabilir. Buna hakkı olacaktır. Biz henüz orada değiliz ama Türkiye inşa ediyor."
Gaflete bakar mısınız? Emekli bir diplomat bir Yunan gazeteci kadar dürüst davranamıyor?
Türkiye, Atina yönetiminin Doğu Ege adalarının silahsızlandırılmış statüsünü ihlal eden eylemleri hakkında Temmuz 2021’de BM’ye mektup göndererek şikâyette bulunmuştu.
Türkiye'nin BM Nezdindeki Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu imzasıyla, Genel Sekreter Antonio Guterres'e hitaben yazılan mektupta, "Bir kez daha dikkatinize getirmek isteriz ki Yunanistan, Ege ve Akdeniz'deki adaların silahsızlandırılması konusunda ilgili anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemektedir." ifadesi kullanılmıştı.
Mektupta, aralarında Meis adasının da bulunduğu söz konusu adaların Türkiye ana karasına yakınlığına vurgu yapılarak 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarında açıkça belirtilmesine rağmen Yunanistan tarafından silahlandırılmasının Türkiye'nin güvenliğine ciddi tehdit oluşturduğunun altı çizilmişti.
Türkiye'nin, Yunanistan'ın adalar üzerindeki ihlallerini diplomatik kanallar üzerinden defalarca dile getirdiğine işaret edilen mektupta, "Eğer Yunanistan, anlaşmalardaki yükümlülüklerini yerine getirmede başarısız olursa o anlaşmalardan kaynaklı egemenlik haklarını deniz yetki alanlarının belirlenmesi dâhil öne süremez." ifadesine yer verilmişti.
Bir emekli büyükelçinin ülkesinin hak ve çıkarlarını savunmak yerine Yunanistan ağzıyla konuşması, üstelik Lozan ve Paris anlaşmalarındaki açık hükümlere rağmen Adaları silahlandıran Yunanistan’a gösterilen son derece haklı ve gerekli tepkiyi “Türkiye’yi mütecaviz gösterir” diyerek ülkesini suçlaması “hangi bağın gülü” olduğunu göstermektedir.
Partisinin milletvekillerine Ege adaları konusunda bilgi notu göndererek, “Bu konuda soru önergesi vermemiz iktidarı sıkıştırmaktan çok, bizi zor durumda bırakabilecek bir durum oluşturmaktadır” diyen genel başkan danışmanı Ünal Çeviköz’ü ve Pontuscu Türk düşmanı şarkıcılara konser verdirten Ekrem İmamoğlu’nun Yunanistan’a olan sevgi ve hayranlıklarını biliyoruz.
Ama Lozan (1923) ve Paris(1947) Antlaşmalarıyla silahlı güç bulundurmamak kaydı ile Yunanistan’a verilen 23 adanın silahlandırılmasını Yunanistan’ın hakkı olarak gören ve açık bir düşmanlık olan bu uygulamaya tepki gösteren Türkiye’yi mütecavizlikle suçlaması sevgi ve hayranlığın ötesinde açık bir ihanettir.
Kendisiyle yapılan bir röportajda; “Devlet hayatında sıfır hataya yakın çalıştım. Ama özel hayatım hatadan geçilmez.” (Savaş ÖZBEY Hürriyet/Kelebek 13 Şubat 2016) diyen Yalım Eralp’ın gerçekten devlet hayatında sıfır hata ile çalıştığına inanıyor musunuz?
Ya da nasıl oluyor da sıfır hatalı bir devlet hayatından böyle yüzde yüz ihanet çıkıyor?