Pandemiye karşı etkin mücadele bağlamında Çin ile 50 milyon dozluk anlaşma yapıldı.
Halk sağlığını korumak için atılan bu olumlu adım takdir edilmesi gerekirken her şeye itiraz etme alışkanlıklarından vazgeçemeyen siyasi nefretologlar koro halinde bağırmaya başladılar.
“Efendim Çin aşısına güvenilmezmiş, neden İngiltere, ABD ve Almanya aşılarını almıyormuşuz? Hükümet ucuz diye Çin aşısı almış vs...
Ağzı olan konuşuyor da boş konuşuyor.
CHP’li Özgür ÖZEL siyasi karşıtlığına rağmen, Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin KOCA’nın aşı konusunda söylediklerine katıldığını, bir eczacı olarak gerekli testlerden geçtikten sonra aşıyı vurulacağını açıklayarak, bu konunun siyasi malzeme yapılmaması yolunda tutarlı davranış gösterirken, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan hiçbir bilimsel kanıt ileri sürmeden “Hükümetin önerdiği aşıya güvenmekte zorluk çekerim” diye açıklama yapıyor.
Farklı siyasi düşüncedeki sağduyu sahibi hiçbir bilim insanından alınan aşı ile olumsuz bir değerlendirme gelmemişken Hükümetin önerdiği Çin Aşısını güvensiz bulduğunu söylemek aslında kendilerinin güvenilmez olduğunun itirafından başka bir şey değildir.
Bu iş IMF ile flört etmeye, batık Bank Asya’yı Ziraat Bankasına kakalamaya benzemez.
Burada insan canı sözkonusu.
Gerek Bilim Kurulu üyeleri ve gerekse Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca da açıkladı: Çin’den alınacak aşı “en güvenilir olan geleneksel yöntemle geliştirilen inaktif aşı” türü. Bu; üretimi kolay olmayan, maliyeti yüksek bir aşıdır. İnaktif aşılar, farklı hastalıklar için uzun yıllardır ülkemizde uygulanmakta olan ve uzun dönem güvenlilikleri bilinen aşılardır. Diğer aşı, yani mRNA aşısı genetik yoldan etki eden ve daha kısa sürede üretilebilen bir aşıdır. İnsanlarda yeni uygulanan bir teknolojiyle hazırlanmaktadır. Çalışmalarda kısa dönem sonuçları başarılı olmuştur, orta ve uzun vadede sonuçları bilinmemektedir. Diğer ülkelerin aşılarından çok daha maliyetli olmasına rağmen bilimsel çalışmalara dayanmış ve güvenilirliği ön plana alan hükümet inaktif aşıyı özellikle tercih etmiştir.
Durum bu kadar net iken, hükümetin sizi ikna etmek için daha ne yapması gerekiyor?..
Güvenmezseniz güvenmeyin paşa keyfiniz bilir.
Kimseye zorla aşı vurulmayacaktır.
İsteyen vurdurur istemeyen vurdurmaz, bu kadar basit..
Ama bilimsel hiçbir kanıt olmadan, üfürükten gerekçelerle sırf hükümet önerdiği için aşıya güvenmediklerini söyleyerek vatandaşın kafasını karıştıranlar, aşı olmadığı için kaybedilecek her candan sorumlu olacaklardır….
Hiçbir siyasi hesap insanımızın canından daha önemli değildir.
Hiçbir siyasi hesap bu kadar ucuz değildir.
Cehalet, kin ve nefretleri paçalarından akanların yaptıkları da siyaset değildir.
Defalarca engelleme girişimine rağmen ilk yerli ve milli helikopter motoru çalıştı.…
TUSAŞ Motor Sanayii (TEI) tarafından geliştirilen ve Türkiye’nin milli ve yerli ilk genel maksat helikopteri GÖKBEY’de kullanılacak 1400 shp (şaft beygir gücü) gücündeki TEI-TS1400 turboşaft motoru (jet motor gücüyle döndürülen şaft) geçtiğimiz günlerde törenle teslim edildi. Motor TUSAŞ tarafından GÖKBEY helikopterine entegre edilerek platform üzerinde testlerine devam edecek.
Hatırlanacağı üzere; Teslim töreninde çalıştırılan motorun canlı yayında gösterimi sırasında yaşanan aksaklığa TEI Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mahmut Faruk Akşit, ‘gösterim sabote ediliyor’ endişesiyle müdahale etmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevrimiçi olarak izlediği ve ekranlara bu şekilde yansıyan törenin bu aşamasında Eskişehir’deki katılımcılar sahnedeki motorun örtüsünü kaldırırken, aynı zamanda test yatağındaki motorun da çalışması ekrana getirilecekti. Ancak test yatağındaki motorun kısa bir süre sesi duyulmasının ardından görüntüden alındı. TEI Genel Müdürü Akşit, “töreni sabote edenlere hakkımı helal etmiyorum” diyerek müdahale etti. Bu sırada reji konuşmalarından “motor çalışmıyor” sözü duyulunca Genel Müdür Akşit mikrofonu eline alarak tekrar müdahale etti ve “motor çalışıyor, merkezi görüntüye alın” diyerek tekrar müdahale etti. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve sahnedekiler teslim edilecek motorun örtüsünü kaldırdı ve daha sonra da test yatağında çalışan motorun görüntüsü yayınlandı.
Medyada yer alan bilgilere göre; Jet motorlarının ateşlemesinde öncelikle dış bir güç verilerek türbinler belirli bir hıza eriştiriliyor ve hava miktar-basınç ile sıcaklığı belirli bir aşamaya geldikten sonra motora yakıt verilerek ateşleme başlatılabiliyor. Motorun yayına verilmesi istendiğinde henüz bu sürecin tamamlanmamıştı.
Bir diğer iddiaya göre; yayına verildiği sırada motorun çalışmakta olduğunu ancak yayını yapan şirketin rejisinin bunu kavrayamadığını bildirdi. Yayında duyulan “motor çalışmıyor” sesinin de Akşit’i öfkelendirdiği ve bu nedenle müdahale ettiği vurgulandı.
Yaşanan bu olaylar ilk Türk Otomobili olan “Devrim” in yüz metre gittikten sonra durması gibi acaba motor çalışmayacak mı? sorusunu akla getirirken Genel Müdür Mahmut Akşit, “Ben uzun yıllar boyunca gece-gündüz demeden bu motorun çalışmasında, defalarca engelleme girişimlerini geçerek başaran bu ekibimizin alın terini şu anda burada sayın Cumhurbaşkanımızın huzurunda TAI’ye teslim etmekten büyük gurur duyuyorum” diyerek, projeye yönelik defalarca engelleme girişimleri olduğunu ifade etti.
Engelleme denilince aklımıza 7 Ağustos 2006; 16 Ocak/27 Ocak 2007 tarihlerinden intihar ettikleri iddia edilen Aselsan Mühendisleri geliyor.
Bu konuda 23/08/2007 tarihli Lojipor.com’da yer alan son derece ilginç bilgilere göre ortada intiharla açıklanamayacak çok ciddi kuşkular var.
“F-16 üretim merkezi TAI de uçakların dost-düşman tanımlamasını yapan elektronik sistemi, bir tane dahi Türk mühendisin bile giremediği bir bölümde üretiliyordu. Bu sistem Türk F-16 sının bir uçak ile karşılaştığında karşıdakinin dost mu düşman mı olduğunu pilota iletiyordu. Yalnız burada bir sorun vardı. Bir Türk F-16 sı stratejik kadim dostlarımızdan (!) ABD, İngiliz veya Yunan uçaklarından biri ile karşılaştığında onları DOST görüyordu. Bu da bir savaş halinde bu kadim dostlarımızın (!) bizi sinek avlar gibi avlayabilmesi anlamını taşıyordu. ASELSAN mühendisleri 6 ay gibi kısa bir sürede ABD tarafından bize güdülen bu uçak tanıma sisteminin hakimiyetini lehimize çevirmeyi başardı. ABD'nin yıllarca çalışarak kurduğu tezgah, Türk mühendisleri tarafından kısa bir zamanda bertaraf edilmişti.
Kadim dostumuz(!) ABD, sadece uçak tanıma sistemini elinde tutma kozunu elinde bulundurmuyordu. Bundan daha vahim ve önemli bir kozu var: ABD, herhangi bir savaş veya askeri operasyon sırasında ABD tarafından satılmış veya modernize edilmiş elektronik sisteme sahip uçak, helikopter, tank, zırhlı birlikler, izleme sistemleri gibi hayati araçları uydusundan verdiği bir emir ile saf dışı bırakabiliyor. Yani, kendi yaptığı bu elektronik sistemler istendiği anda uzaktan kumanda misali uydulardan kontrol edilebiliyor. Bu Türk Ordusunun savaş başlamadan yenilgisi anlamına geliyor. İşte 3 dahi mühendisin katlinin nedeni: ASELSAN mühendisleri, uçak tanıma sistemlerinin millileştirilmesi konusundaki başarısından sonra, benzer bir başarıyı bu ABD güdümlü elektronik sistemlerinin kontrol dışı bırakılması, uydu müdahalesini bertaraf edecek yeni elektronik sistemlerin geliştirilerek silahlı gücümüzün millileştirilmesi için çalışıyorlardı.
Tarih: 7 Ağustos 2006 Yer: Pursaklar-Ayancık Yolu (Ankara) Aselsan'da çok önemli projelere imza atan 31 yaşındaki makine mühendisi Hüseyin Başbilen bir aracın içinde ölü bulunuyor. ODTÜ mezunu mühendisin sol el bileğinde ve boynunda kesik izleri var. Otopsi sonucu "intihar etmiştir" deniliyor.
Tarih: 16 Ocak 2007 Yer: Gölbaşı (Ankara) 3 yıldır Aselsan'da çalışan ODTÜ mezunu elektrik mühendisi 30 yaşındaki Ali Ünsem Ünal aracının içinde başından vurulmuş olarak bulunuyor.
Tarih: 26 Ocak 2007 Yer: Batıkent (Ankara) 26 yaşındaki ODTÜ mezunu elektrik mühendisi 2 yıldır ASELSAN'da görev yapan 26 yaşındaki Evrim Yançeken 7. kattaki evinin penceresinden atlıyor ve ölüyor.
Aselsan, TSK'nın dışa bağımlılığını azaltmak için kurulmuş bir şirket. En önemli özelliği aviyonik bakımından bunu büyük ölçüde başarmış olması. Bu aviyonik meselesi çok önemli. 650 milyon dolara F-16'larımızı ABD modernize edecek ya işte o uçaklarda bizimkilerin yapamadığı tek şey aviyonik sistemler. Dışa bağımlılık o yüzden.
İntihar ettikleri iddia edilen ASELSAN mühendisleri, uçak tanıma sistemlerinin millileştirilmesi konusundaki başarısından sonra, benzer bir başarıyı bu ABD güdümlü elektronik sistemlerinin kontrol dışı bırakılması, uydu müdahalesini bertaraf edecek yeni elektronik sistemlerin geliştirilerek silahlı gücümüzün millileştirilmesi için çalışıyorlardı”.
Geçmişte yaşanılan bu dramatik olaylar nedeniyle bu ülkede silahlı gücümüzün millileştirilmesi konusunda atılan her adımın kimleri nasıl rahatsız ettiğini ve bu nedenle her türlü sabotajı yapılabileceklerini az çok tahmin edebiliyoruz.
İşte bu yüzden; “Uzun yıllar boyunca gece-gündüz demeden bu motorun çalışmasında, defalarca engelleme girişimlerini geçerek başardıklarını” ifade eden TEI Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mahmut Faruk Akşit’in Türkiye’nin milli ve yerli olarak geliştirdiği TEI-TS1400 turboşaft motorun çalıştırma törenini sabote etmek isteyenlerden söz etmesi boşuna değildir.
Bu ülkede uçak üretimini yasaklamak için kanun çıkartan, uçak fabrikasını soba fabrikasına çeviren, 70 yıl önce silah üreten ve hatta ihraç eden Fabrikayı Sahibi Nuri Paşa ve mühendisleri ile havaya uçuran, “Bursa’da şeftali üretmek otomotiv üretmekten hem daha kolay ve hem daha kazançlıdır” (Bernar NAHUM/Koç otomotiv temsilcisi, Ankara 1. Otomobil Sanayii Kongresi-1961) diyen zihniyetin günümüzdeki uzantıları, dost düşman bütün dünyanın övgüyle bahsettikleri Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Azerbaycan’da olağanüstü başarılara atan İHA’ları, SİHA’ları ve savunma sanayiinin diğer milli ürünlerini küçümseyenler ilk yerli ve milli helikopter motorunun teslim töreninde yaşanan küçük bir aksaklıktan medet umarak kinlerini kustular.
İlk yerli ve milli helikopter motorunun çalışmamasını dört gözle beklediler ama motor çalıştı.
Türkiye ayağındaki bir prangayı daha parçalarken ezik beslemelerin hevesleri kursaklarında kaldı.
Bu; ezik, silik, sinik ve besleme zihniyette devam ettikleri müddetçe kursaklarında kalacak çok hevesleri olacaktır.
Söyledikleri yalandan, yalan bile utanır oldu….
Çerkezköy’den Marmaray’ı kullanarak Çin’e 12 günde gidecek 42 vagonluk ilk ihracat trenimizi Bakan Adil Karaismailoğlu geçtiğimiz Cuma günü uğurlamıştı. Tren planlandığı üzere seferini yapmakta iken Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası soyla medya hesabından; “Çerkezköy'deki (bir) firmanın vagonlarına buzdolabı yüklü konteynerler yüklenerek oluşturulan tren Kazlıçeşme İstasyonu’ndan getirilmiş, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu'na, “Çin'e tren gönderiyoruz” diye tören yaptırılmış, tren Marmaray'dan geçirilmiş, Maltepe İstasyonu’nda üstüne asılı pankartlar sökülmüş ve tren, geri Halkalı Gar'a getirilmiştir. Çin’e yollanan bir ihracat treni yok” diye açıklama bir yaptı. Besleme ve ezik basın hiçbir araştırma yapmadan aradıkları açığı bulmanın şehvetiyle bu açıklamayı haberleştirdiler.
Hatta bu yalan öylesine hoşlarına gitti ki bir TV sunucusu video çekip alay etti.
Oysa tren rutin gümrükleme ve ilave talepler için Halkalı’ya uğramıştı.
TCDD bu açıklamayı yaptıktan sonra ‘Çin treni nerede’ başlığıyla her istasyondan paylaşımda bulunarak konum attı.
Çin’e giden ilk ihracat treni, Türkiye’deki 2 bin 323 kilometrelik parkurunu 08/11 tarihinde tamamladı.
Tren, Gürcistan’da 220 kilometre, Azerbaycan’da 430 kilometre, Hazar Denizi’nde 420 kilometre, Kazakistan’da 3 bin 200 kilometre ve Çin’de 2 bin 100 kilometre olmak üzere toplam 8 bin 693 kilometre yol kat edecek. TCDD Taşımacılık AŞ ve resmi forwarder firması olan Pasifik Eurasia iş birliğiyle ilerletilecek tren, 2 kıta, 2 deniz ve 5 ülke geçerek yükünü 12 günde Çin’e ulaştıracak.
Düşünün, tarihi İpek yolu canlanıyor.
Türkiye’den Çin’e denizin altından geçilerek kesintisiz ticari tren seferi yapılıyor.
Yol kısalıyor, maliyet düşüyor.
Bu ülkeyi seven her vatandaşın büyük bir ticari avantaj sağlayacak olan bu büyük başarıdan keyif alması gerekirken; hiç utanmadan, sıkılmadan “Çin’e giden tren yok” yalanını uydurup sonra da “hani tren nerede?” diye soruyorlar..
Pes.
Utanmazlığın, yüzsüzlüğün, yalancılığın, ezikliğin bu kadarına pes.
Bir kere de doğru bir işi takdir edin be birader.
Söylediğiniz yalanlardan yalan bile utanır oldu.
Hayatları boyunca bir baltaya sap olamayanların, gözümüzün içine baka baka utanmadan sıkılmadan yalan söyleyenlerin, milletine ve devletine güvenmeyenlerin, hizmette kusur etmedikleri emperyal güçlerden demokrasi dilenenlerin, tecavüze tecavüz, teröriste terörist diyemeyenlerin, ülke yararına yapılan her işi engelleme, yok sayma, görmezden gelme, itibarsızlaştırma çabaları muhalefet etmekle açıklanamayacak kadar ağır bir kötülüğü ortaya koymaktadır.
Andre Maurois’in söylediği gibi; “İnsanların kötülüğüne son yoktur ve bunun büyük kısmı kıskançlıkla korkudan meydana gelir.
Memlekette taciz maciz yokmuş, densiz erkekler ve yollu kadınlar varmış..
Aşağıdaki sözleri son günlerde peş peşe ifşa olan utanç verici taciz olayları ile ilgili olarak ismi lazım değil müptezel bir gazeteci program yaptığı TV kanalında söyledi.
"Efendim birileri taciz bilmem ne diyerek meseleyi CHP'ye getirmeye çalışıyorlar. Taciz dedikleri ne? Yetişkin insanların arasında yaşanan ve hoş olmayan bir olay. Şimdi burada ise ne olduğunu tam bilmiyoruz. Şimdi kadınlar şikâyetçi oluyor. Olmaz mı olur? Ama bunlar yetişkin insanlar arasındaki bir olay. Bu erkeğin densizliğinden, erkeğin saçmalığından oluyor. Eee, buraya kadar geldiğimize göre kadın da 'yollu' herhâlde diye düşünmüş. Kadın da git işine deyince olay çıkmış. Ama bunu tacizci CHP diye anlatıyorlar..."
Tacizci aynı mahalleden olursa taciz iki kişi arasındaki nahoş bir olaymış, erkeğin densizliğinden olurmuş ve de kadın yollu ise bu taciz sayılmazmış ve büyütülecek bir olay da değilmiş.
Kendi mahallesinde taciz maciz yokmuş, erkeklerin densizliği ve “yollu kadınlar” varmış.
İyi de kadınların “yollu” olduğuna kim karar veriyor.
Misal; Görüşmek için çağırdığı kadını öpmek istediğinde direnmesi üzerine tekme tokat tuvalete kapatıp ahlaksızca cinsel saldırıda bulunan bir belediye görevlisi kadının “yollu” olduğunu nasıl anlıyor?
Ya da iş isteyen bir kadına bağ evinde tecavüzde bulunurken bunu kameraya aldıracak kadar rahat olan belediye başkanı sadece densiz mi?..
Böylesi bir savunma (meşrulaştırma da diyebilirsiniz) azgın tekelerin bile aklına gelmemişti.
Bu müptezel zihniyet en az tecavüz ve tecavüzcü kadar aşağılıktır.
19 farklı suçtan kaydı olan bir kişiye 7.900 TL aylık vererek işe almak eşi ve benzeri görülmemiş bir liyakat(!) uygulamasıdır.
Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, İstanbul'dan Ankara'ya yüklü miktarda uyuşturucu getireceği bilgisine ulaştı. Yapılan çalışmalar sonucu plakası belirlenen otomobil, Kızılcahamam ilçesi girişinde durduruldu. Otomobilde narkotik köpeği 'Eros' eşliğinde yapılan aramada eşyaların arasına gizlenmiş gramı 500 liradan satılan 189,21 gram metamfetamin maddesi ele geçirildi. Ön camında 'Ankara Büyükşehir Belediyesi BELKO' ve 'Ankara Büyükşehir Belediyesi Kriz Yönetim Merkezi GÖREVLİ' ibareli görev kartı bulunan arabada, Recep Koyuncu ve arkadaşı yakalanarak gözaltına alındı.
Recep Koyuncu'nun Ankara Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki BELKO şirketinin soğuk hava depolarında şef olarak çalıştığı 7 bin 900 lira aylık gelirinin olduğu, 5 yıldır uyuşturucu madde kullandığı, 2012 yılından itibaren fuhuşa teşvik etmek, kadına şiddet, cinsel taciz, uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama gibi 19 farklı suçtan kaydı olmasına rağmen işe alındığı ortaya çıktı.
19 farklı suçtan kaydı olan bir kişiye 7.900 TL aylık vererek işe almak eşi ve benzeri görülmemiş bir liyakat(!) uygulamasıdır.
Hep birlikte ayağa kalkıyor ve liyakata böylesine değer veren yöneticileri alkışlıyoruz.
Her şeyin nasıl güzel olduğunu bize gösterdikleri için de teşekkür ediyoruz.