Türkiye şeyh kılıklı bir sapığın ahlaksızlığını konuşurken bu defa bir belediye başkanının tecavüz iddialarıyla sarsıldı.
'Fatih Nurullah' takma adlı Eyüp Fatih Şağban’ın taciz iddiaları ile Tuma Çelik isimli Milletvekilinin tecavüzü nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılması gündemde iken Gazeteci Mehmet Özışık, Didim belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay’ın, kendisinden iş istemeye gelen bir kadına başkan yardımcıları ile birlikte topluca tecavüz ettiği iddiasıyla, sosyal medyada kamera kayıtları yayımladı.
İddiaya göre; mağdur kadın Z. Atabay ile belediyede binasındaki iş görüşmesin ardından meclis üyesi Ali Çağlar tarafından, Akköy'deki kendisine ait çiftliğe götürüldü. Burada, Z.'ye alkol ve uyuşturucu verdiler. Atabay ve DİBEL Müdürü Öner Çiçek, kadına tecavüz etti.
Ali Çağlar videoya alırken, Başkan Yardımcısı Öznur Gündoğdu olaya tanık oldu. Çekilen video şantaj malzemesi olarak kullanıldı ve 2 ay boyunca tehdit ve şantajla tecavüz sürdü.
Aynı kasette “ot” dedikleri uyuşturucu kullanan başkanın tecavüz ettiği ve ettirdiği kadına “Buyurun bir sigara yakın” diyerek bu ‘ot’tan verdiği, kadının içtikten sonra kendinden geçtiği ve tecavüzün bu aşamadan sonra başladığı görülüyor. (Süleyman ÖZIŞIK Türkiye 09/09)
Sosyal medyada yayımlanan görüntülerin ardından İçişleri Bakanlığı müfettiş görevlendirdi.
Tecavüze uğradığını iddia eden kadın İçişleri Bakanlığı Müfettişleri tarafından alınan ifadesinde, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“2006'da eşimden ayrıldım. Maddi durumumun zayıflaması üzerine daha kolay iş bulabilmek için Kuşadası, Didim gibi deniz kenarı yerleri giderek iş aramaya başladım. Kendim sosyal demokrat düşünceli olduğum için kendi düşünceme yakın belediyelere başvurarak iş arıyordum. 2016'da bir kış günü Didim Belediyesi'ne gittim. Burada Başkan'ın sekreterine iş aradığımı, başkan ile görüşmek istediğimi söyledim. Masada bulunan bir kâğıt parçasına numaramı yazdı. Mesai saatinden sonra kendisini Ali Çağlar olarak tanıtan bir kişi beni aradı. Bana, 'Başkan Bey mesai saati dışında sizinle görüşmek istiyor. Kabul ederseniz gelip sizi alacağım' dedi. İş bulacağım sevinciyle kabul ettim. Kafe ve restorana gideceğimizi düşünmüştüm fakat bir süre sonra köy yollarına daldık.
Sonradan Ali Çağlar'ın çiftlik evi olduğunu öğrendiğim bir eve gittik. İçeride, Didim Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay ile sonradan isminin Öznur olduğunu öğrendiğim şu anda belediye başkan yardımcısı olarak görev yapan bir bayan vardı. Ayrıca Öner Çiçek diye bir erkek vardı. Böylece aynı odada üç erkek iki bayan olduk. Başkan ile Öznur Hanım viski içiyorlardı. Hava kararmıştı. Öznur Hanım'a ayrılmak istediğimi söyledim. Öznur Hanım, 'Koca belediye başkanı var burada neden tedirgin oluyorsun, rahat ol, bir şeyler iç rahatla. Muhabbet ediyoruz" dedi.
Çok ısrar etmeleri üzerine bir bira içmeyi kabul ettim. Alışkın olmadığım için tek bir bira beni sersemletmişti. Sonra ceplerinden küçük kutularda bir şey çıkarmaya başladılar. Başkanın elinde de bir kutu vardı. Daha sonra çıkardıkları beyaz bir tozu sehpanın üzerine ellerinin üzerine dökerek burunlarında çektiler. Bu tozun sonradan kokain olduğunu öğrendim. Burnuma doğru tozu tuttular, biranın da etkisiyle nefes alırken bu tozu bir miktar burnuma çektim. Kısa bir süre sonra ben kendimi kaybetmişim. Kendimi acı içerisinde yerde yatarken uyanmış buldum. Vücudumun arka tarafından acı duyuyordum. Bedenimin her tarafında morluklar ve ısırık izleri vardı.
Gözümü açtığımda Ali Çağlar'ın elinde telefon bulunduğunu ve bizi görüntülediğini gördüm. Belediye başkanı ve Öner Çiçek, Öznur isimli kadın ile üçlü ilişki yaşıyorlardı. Başkan da Ali'ye, 'Ali bizi güzel çek!' dedi. Bir süre dinleniyorlardı sonra bir şeyler içiyorlardı. Bu sırada ben de yerde yatıyordum. Daha sonra belediye başkanı ve Öner Çiçek, benim üzerime çullandılar ve bana tecavüz ettiler. Kendime geldim ve hıçkırarak ağlamaya başladım.
Ali isimli kişi beni arabasına aldı. Arabada, "Görüntüleri aldık, seni çektiğimi gördün. Başkan seni beğendi. Çağırdığımızda gelmezsen ailene bu görüntüleri gösteririz" dedi. Bundan sonra yaklaşık iki ay boyunca Ali isimli kişi alıp beni başkana götürdü. Bu kişiler sapıkça fanteziler yapıyor. Birbirlerine değişik kıyafetler kadın giysileri giydirerek alkol alıp kokain çekip, akla hayale gelmeyecek sapıkça hareketler yapıyorlardı. Ali Çağlar sürekli görüntü çeken kişiydi. İki ay boyunca bu konuları annemin ve ailemin duymasından korktuğum için bu işkenceye katlandım.
Bu kişiler hakkında şikâyetçiyim, gerekli soruşturmanın başlatılmasını ve yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını talep ediyorum.”(Sabah 12/09)
Tecavüze uğrayan kadının görüntüleri Whatsapp'tan kendisine ulaşınca, Atabay'dan şikâyetçi olan mağdurun babası; “Konuyu 2019 yerel seçimleri öncesi parti genel merkezine bildirdiğini, Genel Başkan, MKYK üyeleri ve milletvekillerine haberlerin linklerini attıklarını ancak herkesin olay karşısında üç maymunu oynadıklarını iddia ediyor. (Ceyhan TORLAK Sabah 10/09)
Sosyal medyada yayımlanan görüntülerden sonra inceleme başlatılan belediye başkanının bu kadar ağır iddialara rağmen görevini sağlıklı bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir.
Bu bir özel hayat meselesi değildir.
Şehr-i emin sıfatıyla tanımlanan bir belediye başkanının kendisinden iş isteyen bir kadına tecavüz ettiği iddiasının şüyuu vuku’undan beterdir.
Şimdi gelelim can alıcı noktaya.
Gerek İstanbul Sözleşmesinde ve gerekse 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda “kadının beyanı esastır.”
Nasıl ki Şeyh denilen sapığın, Tuma Çelik isimli milletvekilinin taciz ve tecavüzlerinde “kadının, kızın” beyanları esas alınmış ve haklarında adli süreç başlatılmış ise bu tecavüz iddiasıyla ilgili olarak mağdurun son derece ayrıntılı beyanı esas alınarak işlem yapılmalıdır.
Çünkü tecavüze uğradığını iddia eden kadın, kişi ve yer ismi vererek sosyal medyada yayımlanan kamera kayıtlarındaki görüntüleri doğrulayacak ayrıntılı beyanda bulunmaktadır.
Şimdiye kadar neredeymiş? Niye Savcılığa başvurmamış gibi sorular, kadının karşı karşıya kaldığını iddia ettiği ağır şantaj ve tehdit nedeniyle anlamsızdır ve olayın üstünün örtülmesine yöneliktir.
Yoksa “fail belediye başkanı ” olunca kadının beyanı geçerli olmuyor mu?..
“Komplo kuruldu, yandaş medya kurban arıyor, çıkarları kesilenlerin oyunu” gibi gerekçelerle belediye başkanına sahip çıkmak ve “başkanı yedirmeyiz” nutukları çekmek yerine belediye başkanının en kısa sürede yargılanması sağlanarak haklıysa aklanması haksızsa cezalandırılması gerekir.
İstanbul Sözleşmesini ısrarla savunanların, bu Sözleşmenin temelini oluşturan “kadının beyanı esastır” hükmüne rağmen komplo masalı okumaları iddiaların ağırlığını ortadan kaldırmaz.
Kendini şeyh ilan eden sapık ta Antalya’nın bir ilçesinde makam şoförünün nikahlı karısına aşk mesajları gönderen belediye başkanı da komplodan söz ediyorlar.
Bu komplocular hep uçkuruna düşkünleri mi buluyorlar?..
Şeyh kılıklı soytarıya en ağır eleştirileri yapan ve hatta ipin ucunu kaçırarak bütün dindarları zan altında bulunduracak kadar ağır bir dil kullananlar, belediye başkanı ile ilgili ağır ve ayrıntılı tecavüz iddialarını görmezden geliyorlar?
“Kadına karşı şiddete karşıyız!..” diye ortalığa dökülen ikiyüzlüler !.. neredesiniz?..
Bu ahlaksız/riyakar tavır ortadan kaldırılmadıkça tecavüzlerin/istismarların önlenmesi mümkün değildir.
Fail kim olursa olsun her türlü şiddet, istismar, taciz, tecavüz, utanç verici ve ahlaksız bir eylemdir.
Bunun “ama”sı, ”yani”si, ”fakat”ı, “şöylesi böylesi” olamaz.
Tecavüzcü tecavüzcüdür ve alçaktır.
Her meslekten, gruptan, eğitim düzeyinden, siyasi/sosyolojik yapıdan sapık çıkabilir.
Bu durum; içinden çıktıkları grubun suçlanmasını haklı kılmaz.
Ama ne yazık ki Haber Global TV ekranlarında Saynur Tezel'in Moderatörlüğünde gerçekleşen programa katılan Erol Mütercimler İmam-Hatip camiasına yönelik çok ağır ve utanç verici iddialarda bulundu.
Her ne kadar sonrasında özür diledi ise de 81 ilde hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Diyanet İşleri Başkanlığı da kendisinden şikayetçi oldu.
Görev yaptığı üniversiteden istifa etmek zorunda kaldı.
Hiç kimse hiç kimseyi eğitiminden, dininden, inancından dolayı aşağılayamaz suçlayamaz.
Profesör olan bir kişi ağzından çıkana dikkat etmezse, genelleme ve toptancılık yaparak insanları aşağılarsa sıradan vatandaşa ne diyeceğiz?..
Ayrıca; Tuma Çelik İmam Hatip mezunu mu?
Didim belediye Başkanı Ahmet DENİZ İmam Hatip mezunu mu?
Eyüp Fatih Şağban imam hatip mezunu mu?..
Mehmet Akif ne güzel söylemiş;
“Ne ibrettir
Kızarmak bilmeyen çehren,
Bırak kardeşim tahsili
Git önce edep haya öğren.”.
Tezekten terazinin….
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizim ülkemizdeki kadar sınırsız yalan haber yayma özgürlüğü yoktur.
Milletvekili Mehmet Bekaroğlu da araştırıp soruşturmadan "Bu nasıl bir riya? Cumhurbaşkanı büyük törenle açılış yaptı ama Cumhurbaşkanlığı, Ayasofya'nın tekrar cami yapılması kararına itiraz etmiş." açıklamasında bulundu.
Ondan geri kalmayan Cumhuriyet Gazetesi "Cumhurbaşkanlığı, Ayasofya'nın ibadete açılması kararına itiraz etti" başlığı ile asılsız haberi okuyucularına servis etti.
Aradıkları malzemeye kavuşan müptezeller gerçeği araştırma zahmetine katlanmadan mal bulmuş mağribi gibi sazanlara bile rahmet okutacak bir hızda sosyal medyada yorum üzerine yorum yağdırdılar.
Bu aptalca dolaşım başlar başlamaz Cumhurbaşkanlığı İdari ve Mali İşler Başkanlığı ve İletişim Başkanlıklarından yapılan açıklamalarda; “Bazı basın yayın organlarında yer alan Ayasofya Camii'nin statüsü ile ilgili olarak Danıştay 10. Dairesince verilen iptal kararının Cumhurbaşkanlığı tarafından temyiz edildiği yönündeki haberler kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır Zira, mezkûr Dairece, 02/07/2020 tarihinde verilen iptal kararını temyiz etme hakkı sadece Cumhurbaşkanlığına ait olup, söz konusu Karara karşı Cumhurbaşkanlığınca temyiz yoluna müracaat edilmemiştir. Dolayısıyla Karar kesinleşmiştir. Bunun dışındaki kişi ya da kurumların davada temyiz hakkı da bulunmamaktadır.” Diyerek haberin gerçek olmadığı ortaya konulmasına rağmen ne yalan habere atlayan milletvekili ne yalan haberi yazan gazete ve ne de yalan haberi paylaşanlar özür dilemeye gerek görmediler.
Çünkü özür dilemek için hatasını kabul etmek demektir..
Hatasını kabul etmek ise erdemdir..
Ama erdem markette satılmıyor ki her isteyen alsın.
Vermeyince mabut, neylesin Mahmut..
En alt düzeyde zekası olan bir insan şunu düşünür.
Yurt dışından ve yurt için gelebilecek her türlü tepkiye ve “açamazsınız” tehditlerine rağmen 86 yıllık hasreti dindirerek Ayasofya’yı ibadete açan bir yönetim, bu iradesine dayanak olan mahkeme kararını temyiz eder mi?
Böylesine büyük bir kararı cesaretle alan bir Siyasi İrade bu kadar aciz bir davranışı sergiler mi?
Elbette hayır..
Peki buna rağmen birileri neden olmayacak duaya amin diyor.?..
İş dönüp dolaşıp terazi, dirhem meselesine geliyor.
Yalandan dolandan medet uman, gerçek olma ihtimali asla bulunmayan palavralara sazan gibi atlayan, beyinleri ipotekli zihniyeti Namdar Rahmi KARATAY 1954 yılında yazdığı şiirinde ne güzel anlatmış;
Neye böbürlenirsin bir pul etmez diyetin,
Elbet sonu kof çıkar püften olan niyetin,
Sakisi böyle olur böyle bir cemiyetin,
Böyle biter cümbüşü böyle bozuk heyetin,
Böyle uyuz Aslı’nın kambur olur Kerem’i,
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
Gaf mı? gaflet mi? lapsus mu?..
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, geçtiğimiz günlerde gazetecilerle bir araya geldiği basın toplantısında gazetecilerin; “Bolu’da korona virüs nedeniyle ölen kişi sayısını biliyor musunuz” sorusuna, “Son rakamı tam bilmiyorum. Yerel basında okudum, 40 civarındaydı. Yani şöyle söyleyeyim; ölenlere baktığınızda, büyük bir çoğunluğu zaten başka hastalıktan mustarip olan, yaşı da oldukça ileri yaşta olan, yani bu tabir çok hoş değil ama ölenlerin çok büyük çoğunluğu bir ayağı çukurda olan insanlardı. Dolayısıyla bu hani rakamlara bakıp çok abartmamak, panik yapmak gerekmiyor bana göre. Yani ilk vefat eden teyzemiz 86 yaşında Göynüklü bir teyzemizdi. Zaten çok doğal sebeplerden de hayatını kaybetmek üzereydi. Hatta yoğun bakımda yoğun bir tedavi uygulandı kendisine. Belki ömrü bile birkaç gün ekstra uzatıldı bu şeyden dolayı” şeklinde cevap vermiş.
Belediye başkanının, virüsten ölen hemşehrilerinin ardından, acılı ailelerini de incitecek şekilde “zaten bir ayakları çukurdaydı” ifadelerini kullanması ne gaf ne de gaflettir.
Kelimenin tam anlamıyla Lapsus’tur (bilinç altında oluşan bir düşüncenin istemeden dilin sürçü lisan etmesi durumu)
Bu söz, kısa bir süre önce “sağlıklı ve ayakları çukurda olmayan çok yakın bir akrabasını Koronavirüs’ten kaybeden bir vatandaş olarak” beni bile rahatsız etti.
Bu virüs; yaşlı genç, ünlü ünsüz, doktor hemşire, zengin fakir, amir memur, işçi köylü dinlemiyor.
Sadece ayakları çukurda olanlar ölmüyor.
Bağışıklık sistemi güçsüz olanlarda tahribat daha ağır oluyor.
Ölen vatandaşlarımız içinde kaç tane sağlık personelimiz vardı bilen var mı?...
Böylesine tehlikeli bir virüsten ölenleri “nasıl olsa öleceklerdi” anlamına gelecek tarzda “ayakları çukurda olarak” nitelemek zırvadır.
Atalarımızın da söylediği gibi zırva tevil götürmez.