12 Haziran'da Kadıköy'de "Tecrit siyasetine karşı özgürlüğü savunmak için Gemlik'e yürüyoruz" adı altında yapılan kanunsuz eylemde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Diyarbakır Milletvekili Salihe Aydeniz’in polise yumruk attığına dair görüntüleri hepimiz ekranlardan izledik.
13 Şubat 2019 yılında Van'da HDP Hakkâri milletvekili Leyla Güven'e destek amacıyla izinsiz yürüyüş yapmak isteyen (o dönem HDP milletvekili) Salihe Aydeniz, açtığı pankartı almaya çalışan kadın polis memurunun kolunu ısırmış, hastaneye götürülen polis memuru 10 gün iş göremezlik raporu almıştı.
Suç dosyası kabarık olan Salihe Aydeniz 77 fezleke ile Meclis'ten en fazla dokunulmazlığı kaldırılması talep edilen milletvekili.
Sadece yumruklama değil, ısırdığı kişide 10 gün iş göremeyecek bir yaralamaya neden olması en fazla Fezlekeye sahip milletvekili unvanını boşuna almadığını gösterirken; Meclis'te dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili 1631 dosyadan 1308 tanesinin HDP ve DBP milletvekillerine ait olması suç işleme kapasiteleri hakkında bir fikir veriyor.
Salihe Aydeniz ile ilgili olarak TBMM Hazırlık Komisyonunda yapılan oylamada CHP ve HDP'li komisyon üyeleri ret oyu verseler de dokunulmazlığının kaldırılması kararı alınmasına engel olamadılar.
Genel Kurulda yapılacak oylamada muhtemelen dokunulmazlığı kaldırılarak yaptıklarının hesabını yargıda vermesi sağlanacak.
Salihe Aydeniz’in yargılanmasına karşı çıkan HDP’yi anlıyoruz;
Binlerce insanın katili olan bir örgütün siyasi uzantıları olduklarını inkâr etmediklerinden yumruk atmayı normal bir davranış olarak görebilirler.
Ama CHP’nin polise yumruk atan bir milletvekilinin yargılanabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılmasına “hayır” demesi gerçekten ibretliktir.
İbretliktir, çünkü sınır ötesi operasyonlar için yetki veren Tezkereye de yine HDP ile birlikte “hayır” demişlerdi.
Bir yandan “sınır namustur” diyerek göz boyayanlar, diğer yandan o namusa göz dikenlerin gözlerini oymak için yapılacak operasyonlara yetki veren “tezkereye hayır” diyerek HDP’ye bir jest yapmışlardı.
Ankara'nın Sincan ilçesinde muhtarlar ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle yaptığı toplantıdan çıkışta gazetecilerin sorularını cevaplayan Kemal Kılıçdaroğlu, Diyarbakır Milletvekili Salihe Aydeniz'in polise tokat atmasıyla ilgili soruya, "Asla doğru bulmayız. Doğru değil. Güvenlik güçlerine yumruk atmak saldırmak doğru değildir. Hele hele bunu bir milletvekilinin yapması asla doğru değil. Kabul etmiyoruz" demişti.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak da partisinin MYK toplantısının ardından yaptığı açıklamada;
"İstanbul’da bir milletvekilinin polisimize yumruk attığı görüntüler kamuoyuna yansıdı. Polislerimiz kamu görevlisidir. Kendilerine verilen emre göre hareket ederler. Bir sorun varsa, sorun görev yapan poliste değil ona emri verendedir. Milletvekili ya da herhangi biri, kimsenin polisimize yumruk atması kabul edilemez." Diyerek tepki göstermişti.
Peki, bu karşı çıkışlara rağmen ne değişti de komisyondaki CHP’liler polise yumruk atan milletvekilinin dokunulmazlığın kaldırılmasına “hayır” dediler.
Yoksa “oy vermeyiz” diyerek tehdit mi edildiler?
Hani polise yumruk atılması doğru değildi ve kabul edilemezdi?
Üstelik “hayır oylarının Salihe Aydeniz’i kurtarmaya yetmeyeceğini bile bile neden böyle “davrandılar”?
Genel Başkanın sözlerinin, parti sözcüsünün açıklamalarının hiç değeri yok mu?
Ya da genel başkana rağmen mi hayır dediler?
Bugün polise atılan yumruğun hesabı yargıda sorulmaz ise yarın bir başkasının polisi tokatlamasının önü açılmış olmaz mı?
Devletin polisi şamar oğlanı mı?
Polise yumruk atılmasını bir suç olarak görmeyenlerin, seçimi kazanmaları halinde “Kandil’in hatırına” neleri suç olarak görmeyeceklerini ve neleri hoş göreceklerini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bazılarına kırmızı, bazılarına yalan, bazılarına da ikiyüzlülük ne kadar yakışıyor...
Konya Şehir Hastanesi’nde Dr. Ekrem Karakaya’nın alçakça bir cinayete kurban gitmesi hepimizi üzdü.
Katilin bu cinayeti bilerek ve tasarlayarak işlediğine kuşku yok.
Ancak Türk Tabipler Birliği, hükümeti ve Sağlık Bakanını bu cinayetin sorumlusu olarak göstererek olaya siyasal bir nitelik kazandırmaya çalışırken Sayın Kılıçdaroğlu da yaptığı açıklamada üzüntü ifade etmek ve cinayeti kınamak yerine TTB gibi bu cinayetin sorumluluğunu Hükümete/Cumhurbaşkanına yüklemeye kalktı.
Özellikle pandemi sürecindeki fedakâr çalışmaları nedeniyle sağlık personelinin mali haklarında iyileştirmeler yapıldı, onlara yönelik işlenen suçlarda cezalar arttırılarak, tutuklama şartları hafifletildi.
Yani meslek olarak pozitif ayrımcılık getirildi.
Hal böyle iken alçakça bir cinayetin sorumluluğunu hükümete/cumhurbaşkanına yüklemek maksadın üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu göstermektedir.
PKK’nın katlettiği doktor, hemşire ve diğer sağlık personeline kör sağır ve dilsiz olanların Dr.Ekrem Karakaya’nın öldürülmesinden rant devşirmeye çalışmaları ikiyüzlülüktür.
Doktor cinayetini PKK’nın işlemesi halinde katili gizleyerek laf olsun cinsinden uydurma taziye mesajı yayımlamaları ya da hiçbir açıklama yapmamaları amacın doktorları savunmak değil algı oluşturmak olduğunu göstermektedir.
Nitekim; 31 Ağustos 2015’te Diyarbakır’da yol kesen PKK’lıların otomobiline ateş açarak katlettiği Doktor Abdullah Biroğul için TTB açıklamasında; “kendi aracıyla seyir halinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir” denilerek katilin PKK olduğu saklanmıştı.
CHP’den de PKK’yı kınayan bir açıklama yapılmamıştı.
Dr. Abdurrahman Biroğul sessiz sedasız toprağa verilirken grev yapmak kimsenin aklına gelmemişti.
Çünkü katil; “tanıdık”tı.
Bazılarına kırmızı, bazılarına yalan, bazılarına da ikiyüzlülük ne kadar yakışıyor...
Polise tokat atan vatandaşa neler yapmaz?
TTB’nin İstanbul Çapa’da düzenlediği izinsiz gösteride güya sağlık personeli olan eşine destek vermek için yer alan Jandarma Astsubayın çevik kuvvet polisine tokat atması sıradan bir olay değildir.
Devletin otoritesini ve hukuk düzenini korumakla yükümlü bir güvenlik görevlisinin izinsiz eyleme katılması yetmiyormuş gibi bir başka kamu görevlisine bırakın tokat atmasını buna cesaret etmesi bile “ardındaki niyet” iyice araştırılması gereken başlı başına bir provokasyondur.
Bu tavrın gezi provokasyonunda “kışkırtıcı” rol üstlenen Fetö’cü polislerden hiçbir farkı yoktur.
Polise tokat atılarak eşe destek verilmez.
Kendisi görevde olsaydı ve eylemciler onu tokatlasaydı normal mi olacaktı?
Herkes haddini bilecek, bilmeyene de devlet “hukuk içinde” bildirecek.
Polise tokat atan vatandaşa kim bilir neler yapmaz?
Ya da neler yapmadı?
Fırıldak olduğunu söyleyen birine neden inanalım?..
“Yine de içindeyim siyasetin. Neyse ki siyaset benim içimde değil. Madem içindeyim, size içeriden kesin bilgi vereyim. Tanıdığınız siyasetçilerin tamamına yakını sürekli fırıldaklık yapar. Belki ben de öyle davranmışımdır bazen. Bize inanmayın o yüzden. Açın gözlerinizi. Göreceksiniz, dünya karanlık değil.
Biz siyasetçiler kapadık sizin gözlerinizi. Siyaset erbabı olarak toplaştık arka odalarda, adı konulmamış anlaşmalar yaptık kendi aramızda. Sonra gözlerinizi kapatmanız için ikna ettik sizi. Karanlığa boğduk hepinizi. Korktunuz haliyle. Ne yapacağınızı bilemediniz. Bizim yönlendirmemize muhtaç hale geldiniz. "Sağa gidin" dedik, "biraz sola", "ortada durun", "karşınızdakine vurun" dedik. Biz bakarken keyfimize, kör karanlıkta düşman ettik sizi birbirinize”. (Kaynak; 29 Mart 202 İndependent Türkçe)
Belki şaşıracaksınız ama bu sözler Selahattin Demirtaş’a ait.
Peki söylediklerine inanalım mı?
Elbette hayır.
Fırıldaklık yaptığını bizzat söyleyen birine neden inanalım?..
BABEL milletimize hayırlı(!) olsun..
Müjdeler olsun, gözün aydın Türkiye.
İnsansız hava, deniz ve kara araçlarından sonra bir büyük başarıya daha imza atıldı.
İHA, SİHA ve TİHA’ları gölgede bırakacak bir başarı gerçekleştirilerek başkansız belediye yani BABEL İstanbul’da hayata geçirildi.
BABEL sayesinde; karda, yağmurda, selde başkanın İstanbul’da bulunmasına gerek kalmadan belediye uzaktan koordineyle yönetilebiliyor.
Nasıl olsa ve her halükarda Sayın Süleyman soylu başta olmak üzere ilgili bakanlar valiler, kaymakamlar, AFAD ve diğer kurumlar anında afet bölgesinde ulaştıklarından, belediye başkanının tatil keyfini bozmasına gerek kalmıyor.
BABEL özellikle Bodrum, Fethiye Palandöken gibi gözde mekânlarda tatili kesmeden sosyal medyada görev başındaymış gibi paylaşımda bulunulmasına da imkân tanıyor.
Yeni nesil siyasetçilerin gözdesi olan bu sistem sayesinde evlerini işyerlerini su basan, yollarda kalan vatandaşlarımız “troll” olarak suçlanırken, görülmedik afet, zaten büyük bir zarar da yok gibi yalanlar anında dolaşıma sokulmakla kalmıyor, hükümetin yağmurları selleri, karları kasıtlı olarak başkanın tatilde olduğu zamanlara denk getirmesinin siteme yönelik bir provokasyon olduğu yandaşlar tarafından başarıyla savunuluyor.
BABEL’de her sorunun sorumlusu devlet ve hükümet olduğu için başkanın sorumluluğu bulunmuyor.
Sistem öylesine etkileyici ki yapraklar bile alkışlıyor, hiçbir iş aksamıyor, her şey güzel oluyor, sorunlar ve eleştiriler vız gelip tırıs gidiyor.
Başkana da gönül rahatlığı ile “Yes I’m okey” demek kalıyor.